Roman (Yerli)

New York Düşerken

“450 çocuk hiçbir zaman çocuk olmadı.” Onların eğitimi için milyarlarca dolarlık bir bütçe ayrıldı. En iyi eğitmenler bulundu, en iyi imkânlar seferber edildi. Her biri yetimhanelerden özenle seçilerek toplandı. Onlar eğitmenlerine göre görev, liderlerine göre işlenmeyi ekleyen değerli birer hammaddeydi.

Çok küçük yaşlardan itibaren en zorlu eğitimlerden geçtiler, en iyisini en iyisinden öğrendiler, cesaretliydiler, korkusuzdular. Oysa en başında onlar sadece masum birer çocuktu, şimdi ise nitelikli birer silah haline geldiler.

Onlar, dostları için candan birer yoldaş, düşmanları içinse o güne kadar karşılaştıkları en tehlikeli askerlerdi. Tek parolaları, hedefleri uğrunda önlerine çıkan her şeyi yok etmekti; bunu yaparken tereddüt dahi etmeyeceklerdi.

New York’ta adalet için başlayan bu savaşa pek çok ülkeden katılım sağlandı. Onlar, görev tanımları gereği birer hayaletten farksızdı, resmi bir operasyon yürütüyorlardı fakat bu operasyonun detaylarını küçük seçkin bir gruptan başka bilen yoktu. Yüzyıllardır egemen olan bu gizli imparatorluğa karşı yürüttükleri savaşı kazanabilecekler miydi?

***

Bu kitapta geçen kişi ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür.
Gerçek hayatla ilgisi yoktur.

***

ÖNSÖZ

Liderlik; devletlerin ve toplumların en kilit konularından biridir. Toplumlara ve devletlere liderler yön verir, çünkü her topluluğun yönetilmeye ihtiyacı vardır. Bu konuda iki farklı seçeneğin varlığını
ele alalım; ilki, toplumun biraz da şans eseri olacak şekilde bir lider doğurması, yani topraklarında gerçekten o topluma hizmet edecek olan idealist birinin ‘Ben bu ülkeye aşığım arkadaş ve ülkem için tüm enerjimi son raddesine kadar harcamaya adayım!’ diyerek harekete geçmesi. Diğer seçenek ise demokratik bir yönetim sistemi inşa etmek, yani bir lidere muhtaç olmadan sınırlı dokunuşlara izin vermek… Orta yerden idealist bir insanın “Ne olursa olsun ülkemin başına geçmeliyim ve ömrümü, hayatımı, tüm yaşantımı ülkem uğruna feda etmeliyim!” dediğini düşünsenize! Bu muazzam bir şey! Çok ender rastlanabilecek bir olay. Yani bu kişi vatanına aşık olabilir fakat içinde zerre kadar vicdan ve insan sevgisi olmayabilir, ya da en önemlisi ırkçıdır, ırkçı olabilir…

Aslında az önce okuduğunuz iki satır yazı için söylemiyorum bunu. Ülkesi için canını ve hayatını feda edebilecek, idealleri uğruna her şeyini feda etmeye hazır on binlerce insan bulabilirsiniz. Asıl olay bu değil, asıl mucizevi olacak şey; böyle bir düşünceye sahip, hiç tanınmamış birinin kendisini engelleyebilecek tüm zorlukları aşarak, on yıllarını feda ederek liderlik makamına yükselmesi. Bana göre bu şekilde bir hayat yaşamış tarihteki tek insan, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bu bahsettiğim liderlik karizmatik liderlik tipidir. Karizmatik liderler kitleleri sözleriyle, duruşlarıyla, davranışlarıyla, vaatleriyle, yaşantılarıyla, yaptıklarıyla arkalarından sürüklerler. Onların söyledikleri her söz birer kanundur halkı için. Tarihte bu yönleriyle tanınmış pek çok lider bulunmaktadır, fakat bilinmelidir ki liderler geçicidir, yani ölümlüdürler. Onlar gittiklerinde arkalarında mükemmel bir devlet ve toplum bıraksalar da sonrasında gelen iş bilmez bir liderin her şeyi yok etmesi kaçınılmaz bir davranış olacaktır. Hiçbir devlet deneme tahtası değildir, olmamalıdır da. Dünya’da deneme tahtası olmayı hiçbir toplum hak etmez.
Müslüman toplumları ya da Türk toplumu, her zaman bir lider beklemiştir, beklemeye de devam etmektedir. Bu gelenek çok uzun yıllardır süregeliyor fakat bahsedilen davranış normal mi, bunu
incelemek gerekiyor. Batı hızla ilerlerken Doğu niye hâlâ olduğu yerde sayıyor, açıkçası bunun pek çok cevabı olabilir fakat bana göre bir sistem inşa edilmediğinden kaynaklanıyor. Bir devlet inşa edecekseniz devletinizi kişilere göre değil, toplumunuza ve kültürünüze göre inşa etmeniz gerekiyor. Kendi kendisini ayakta tutabilecek, denetleyebilecek, kendisine hizmet edebilecek bir sistem, kişilere muhtaç olmayacak bir yapı. Yönetenler elbette olmalıdır fakat sadece denetleyici rolünü oynamalıdır. Öteki türlü, sürekli bir lider beklemek, yani bahsettiğim mucizeyi beklemek ne derece doğru ve akıllıcadır, düşünmek gerekir. ‘Devlet mi halk için, halk mı devlet içindir?’ sorusunun cevabı bana göre ‘devlet halk için’ olmalıdır ki gelişmiş toplumlarda bu böyledir.
Bir sosyolog ve bir eğitimci olduğum için bu türden sorgulamaları sık sık yaparım ve cevap ararım. Günümün bir kısmını düşünmeye ve tevekkül etmeye ayırırım. Böylelikle; düşünerek, çevremdeki kişilerle bu türden konuları tartışarak tazelendiğimi hissediyor olurum.

Bana göre günümüzün en büyük sorunudur düşünmemek. Günümüz insanı çok dar bir kalıp içinde yaşıyor, böyle yaşamayı mı tercih ediyorlar ya da böyle yaşamaya mı zorlanıyorlar, bunun cevabını verecek olan sizsiniz. Fakat bildiğim bir şey varsa o da; düşünen bir toplumun tüm sorunlarına çare bulacağı fikridir. Düşünen bir toplumun tüm yaraları hızla iyileşir çünkü onlar sorunlarını çabucak tespit edip onarmayı bilirler. Düşünmeyen bir toplum ise sorunlarının var olduğunu bile fark edemez. Sorunlarını bilmeyen bir toplum nasıl hayatta kalabilir peki? Toplumun daha iyiye gitmesi, ilerlemesi, refah seviyesini yükseltmesi, düşünsel olarak iyileşmesiyle orantılıdır.
Bu kitap “Yeraltından Günyüzüne” isimli kitabın devamıdır. Anafikir aynı olmakla birlikte, Dünya gerçeklerini daha iyi
görebileceğiniz bir kurgu yazdığımı düşünüyorum. İlk kitabımdan çok olumlu geri dönüşler aldım. Bu kitapta ise çok daha sürükleyici, çok daha heyecanı ve aksiyonu bol bir hikâye sizleri bekliyor.
Buradan üçüncü kitabımı, yani bu serinin son kitabını da bitirmiş olduğumun müjdesini veriyorum. Umarım onu da keyifle okursunuz ve bana ulaşıp, yorumlarınızı aktarırsınız. Her şey için çok teşekkürler.
İyi ki varsınız…

Şenol Ceviz

***

1. Bölüm

Timur Bey, Hasan, Ahmet, Derya, Deniz, Yusuf ve diğer Türk ajanlar, yaklaşık on beş saat sonra New York Havaalanı’na iniş yaptılar ve Stefan’ın gönderdiğini düşündükleri bir Limuzine bindiler. Bir bilinmeze doğru gidiyorlardı. Limuzin New York’un tam göbeğinde ilerliyordu. Times meydanını gördüler. Genç ajanlar şehre bayılmışlardı. Gördükleri her şey ve her yer büyük ve rengârenkti. Gökdelenler, reklam panoları ve insan seli çok ilginç gelmişti onlara. Amerika her şeyin en büyüğünü seviyordu. Bir süre sonra yeni karargâh merkezlerine vardılar. Bu yer New York’un merkezine arabayla bir buçuk saat kadar uzaklıktaydı, New Jersey’e bağlı Trenton isimli bir bölgenin yakınlarındaydı. Etrafı yüksek çitlerle çevrili ve yirmi dört saat boyunca etraftaki kameralarca izleniyordu bölge. Dışarıdan bakıldığında mimari bir dehanın tasarladığı anlaşılan ve askeri araştırma tesisini andıran bu yerleşke, Amerikan askerleri tarafından korunuyordu. Girişte görevliler hiçbir şey sormadan aracı görür görmez açmışlardı kapıyı, belli ki şoförle irtibattalardı. Timur Bey’i kapıda Stefan karşıladı, her biriyle ayrı ayrı tokalaştı ve onları içeri davet etti. Bu çok sıcak bir karşılamaydı. Timur Bey, Stefan’ın tavrından mutlu olmuştu. İçeriye girdiler ve asansörle bir alt katta indiler. Asansör kapısı açıldığında büyük, geniş bir salonda onlarca insanın birbirleriyle sohbet ettiklerini ve etkileşimlerini gördüler. Bu yer sanki bir alışveriş merkezinin yeme içme katını andırıyordu, öyle bir rahatlık vardı salondakilerin üzerlerinde. Hasan’ın gözleri hemen Eva’yı aradı. Etrafına bakınıyorken Deniz “Kime bakıyorsun sen?” diye sorduğunda “Toplantıda tanıştığım birine.” cevabını aldı. Hasan’ın aradığı gözler nihayet uzaktan ona bakıyordu. Hasan arkadaşlarının yanından Eva’nın yanına doğru hareketlendi, yanına gittiğinde ise selam verdi ve Eva ile Rusça konuşmaya başladı;

-Merhaba.
-Merhaba, seni görmeyi umuyordum Hasan.
-Evet, ben de seni görmeyi umuyordum, gördüm ve burada olduğuna sevindim.
-Ben de seni gördüğüme sevindim.
Hasan Eva’yla tokalaştı. Deniz ise uzaktan onlara doğru bakıyordu. Hasan’ı kıskanmıştı, içten içe hiç kimsenin haberdar olmadığı duygular besliyordu Hasan’a karşı.
-Bakarsın aynı görevde oluruz.
-Olabilir, hiç belli olmaz.
-Neyse ben gitmeliyim, arkadaşlarım merak etmesinler.
-Peki, görüşmek üzere Eva.
-Görüşürüz Hasan.
Hasan Eva’yı gördüğü an havalara uçmuştu! New York’u, görevi, karşılaşacağı bilinmeyenleri, her şeyi unutmuştu! Arkadaşlarının yanına gittiğinde Deniz kiminle konuştuğunu sordu, Hasan ise kaçamak cevaplar vermişti.
Yaklaşık bir saat sonra tüm ekipler tamamdı, kırk beş kişi ve üç
lider vardı salonda. İlk olarak Stefan geçti konuşma kürsüsüne;
-Sevgili Yakamose üyeleri!

Bu sözden sonra salondaki herkes birbirine baktı. Çalıştıkları, hizmet ettikleri kuruluşun adını dahi bilmiyorlardı, birçoğu her şeyi şimdi öğrenecekti!

-Sizler seçilmiş olanlarsınız, şimdiye kadar sadece eğitim almakla meşgul oldunuz. Şimdiden sonra ise öğrendiklerinizi uygulamakla meşgul olacaksınız. Hepinize ayrı ayrı görevler, kimlikler verilecek, diplomalara sahip olacaksınız ve belirlenecek yerlere yerleştirileceksiniz. Bu yerlerde bazılarınız araştırmalar yapacak. Bulunduğunuz şirketi kimlerin yönettiğini, arkasında kimlerin olduğunu, Yvenna’ya hizmet edenleri, nerede yaşadıklarını bir bir belirleyeceğiz sizler sayesinde. Bu uluslararası yapı yani Yakamose, on beş yıl önce ülkelerinizin Başkan ve Başbakanlarının bir araya gelmesiyle kuruldu. Antlaşmalar imzalandı, on beş yıl boyunca ülkeleriniz bu yapı için kaynak ayırdı, sizleri yetiştirip bugünlere getirmek için çok büyük fedakârlıklar yapıldı, büyük emekler verildi. Sizler Yvenna denen, Dünya’nın başına bela olmuş bu örgütü yok edecek kişilersiniz. Şimdi sözü Timur Bey’e veriyorum.

-Evet arkadaşlar. Yvenna’nın, yani uzun yıllardır onları kökten temizlemek için büyük uğraşlar verdiğimiz örgütün işleyişinden bahsetmek istiyorum. Bu örgütün işleyiş biçimi farklıdır. En tepedekiler kendilerini belli etmezler, kirli işlerini kendi adlarına çalışmak için yetkilendirdikleri adamlarına yaptırırlar, o adamlar da başkalarına yaptırır. Legal görünen fakat illegal olan bir yapıyla karşı karşıyayız. Neden sonuç ilişkisi kuracak olursak; Yvenna paranın en büyük güç olduğuna inanır ve bu gerçekten de böyledir, para en büyük güçtür günümüzdeki Dünya’da. Para sahibi insanlar, maalesef istediklerini istediği kişilere yaptırır, her arz bir talep doğurur, günümüzde para denilen araç yanlış ellere geçtiği takdirde nükleer bombalardan daha tehlikeli olur. Dünya medyası bunların elindedir, yaptıkları her şeyi normal gösterirler, hükümetler yıkıp yerlerine istediği maşaları, kuklaları getirirler. İnsanlara islamofobiyi öğretirler ve medya sayesinde Müslümanları terörist, kendilerini ise masum ve dost olarak gösterirler. Medyalarının gücüyle birlikte stratejik olarak, büyümelerini istemedikleri ülkelerde kaos yaratırlar, bunları da kendilerine çalışan taşeron örgütlere yaptırırlar. Özellikle televizyonlarda sizin göremediğiniz fakat bilinçaltınızın gördüğü, aklınıza işlediği ve aklınızın da sakladığı simgeler yerleştirirler. Bunları da tehditle, şantajla ve parayla ayarladıkları yapım şirketlerine, şarkıcılara, oyunculara yaptırırlar. Kitleleri bu sayede kontrol altında tutarlar. En baştan beri ahlaki değerleri çökmüş, bozuk toplumlar oluşturma çabasındadırlar. Sadece kendi kötü emelleri için çalışacakları basit insanların sayısının artmasını isterler ve başarırlar da. Sözü Victor’a bırakıyorum.

-Teşekkürler Timur. Arkadaşlar bu örgütün en büyük silahı paradır, Dünya’yı parayla yönetirler. Önce borçlandırır muhtaç eder, bölüp parçalarlar, sonra da yönetirler. Bu taktik “Böl, parçala, yönet!” taktiğidir. Onlar için paranın değeri yoktur, para silah olabildiği sürece miktarının da önemi yoktur. Sadece oynayabilecekleri kadar para bulundururlar ellerinde. Çünkü para sürekli değer kaybeden bir araçtır. Tüm mal varlıklarını elmas ve altın gibi materyallere çevirdiklerini düşünüyoruz. Dünyadaki somut para, var olan paranın sadece yüzde ikilik kısmını barındırır, kalan yüzde doksan sekizlik miktar ise banka hesaplarında görünür fakat somut değildir. Bu var olmayan paranın yüzde 35’lik kısmının Yvenna’ya ait olduğunu tespit ettik. Zayıflatmak istedikleri ülkelere para götürürler, borsalarını canlandırırlar ve en beklemedikleri anda ise tüm paralarını çekip altın ya da değerli madenlere yatırırlar. Tabi bu da görünür somut bir şey değildir, kendi bankalarında paralarını farklı yatırım araçlarına yatırırlar. Anlayacağınız, dünya para sistemini bunlar yönetir. Bu yüzden Dünya’da hiçbir zaman barış ortamı olamaz. Bunlar paralarını banka hesaplarında bekletirken, Dünya’nın diğer tarafında iki milyar insan açlık sınırında yaşar ve bu insanların birçoğu otuzlu yaşlarını göremeden ölür. Bu konuşmaları sizi motive etmek için değil, gerçekleri öğrenmeniz için yapıyoruz. Şu anda sizler birer silahsınız, onlar ise üzerine gelen bu silahlardan habersizler. Avına sinsice, sessizce, arkadan yaklaşan bir avcı gibi yaklaşacak, olanı biteni öğreneceksiniz ve bizler de bir gün ansızın hepsini avlayacağız.

Bu konuşmadan sonra büyük bir alkış tufanı koptu salonda. Genç ajanlar dinledikleri konu hakkında az miktarda bilgi sahibi olsalar da tüm öğrendikleriyle bu kadar zahmete neden girildiğini, bunca yıldır neden eğitim aldıklarını anlamışlardı. Tabi alkış tufanında Victor’un etkili konuşmasının payı yüksekti. Kürsüye tekrar Stefan çıktı;

-Şimdi sizler için küçük bir ödülümüz olacak. Elbette burada olan herkes karargâhının en iyileri ve bunca zamandır zor şartlar altında çalıştınız, sizlere iki gün güzel bir tatil yapmanız için izin vereceğiz. Her birinize yeni kimlik, pasaport ve kişi başı on bin dolar para verilecek. Pazartesi sabahına kadar özgür olacaksınız. Bu sizin son sınavınız! Pazartesi sabahı sekizde burada olacaksınız, geç kalan olursa gerisin geriye geldikleri yerlere yollanacak.
Timur Bey duydukları karşısında şaşkındı. Bu konuda kendisinin fikrinin alınmaması ağırına gitmişti, oranın tek lideri Stefan değildi. Victor da kızmıştı ve Timur Bey Victor’a dönerek “Bu da nereden çıktı şimdi?” diye bir soru sordu. Aynı anda salonda büyük bir sevinç vardı, rüya gibi geçecek iki gün onları bekliyordu. Az sonra Stefan, Victor ve Timur Bey’in yanına geldi. -Stefan, sana böyle bir şey yapman konusunda kim yetki verdi? Buranın lideri sen değilsin, yeni bir lider belirlenene kadar kararları üçümüz alacaktık, bu konuda anlaştık sanıyordum.
-Arkadaşlar sakince dinleyin lütfen. Bu onların morali açısından çok önemli, bir hafta sonra onları sıkıcı ve tehlikeli bir hayat bekliyor. Belki de bazıları deşifre olacak, yakalanacak, öldürülecek! Böyle bir morale ihtiyaçları var diye düşündüm. Kötü mü yaptım?
“Fikrin güzel, inkâr edemeyeceğim fakat bu konuda bizim de fikrimizi almalıydın.” dedi Timur Bey.
-Evet, bize sormalıydın, biz burada korkuluk değiliz, en az senin kadar yetkiliyiz. Ne yani, senin topraklarındayız diye kuralları sen mi koyacaksın?

Victor fena halde kızmıştı, Stefan’ın yaptığını sorumsuzca bulmuştu. Stefan ise konuyu abarttıklarını düşünüyordu, Victor’un sert bakışlarından rahatsız olmuştu.

-Bakın dostlarım, biz her şeyi tek tek konuşmalıyız. Plan nasıl olmalı, nasıl işleyecek, elimizdeki verileri inceleyeceğiz ve en az bir hafta hazırlık yapacağız. Nereden başlamamız gerektiğini dahi bilmiyoruz ve bu çocuklar yeraltında bir hafta tıkılıp kalacaklarına en azından iki gün boyunca gezip eğlenmeyi hak ediyorlar. Bu küçük tartışmadan sonra Victor’un bakışları normale dönmüştü. Victor’un konuşması çok düzgündü, saygılıydı, iyi bir lider olduğu her halinden belliydi, haksızlığa gelememesiyle tanınıyordu. İlk tartışmalarını yaşamışlardı fakat olay tatlıya bağlanmıştı.

Genç ajanlar o gün akşamüzeri tek tek pasaportlarını, kimliklerini ve paralarını aldılar. Hasan ve arkadaşları dışarı çıkarken epey tembihlenmişti Timur Bey tarafından fakat onların aklından sadece eğlenmek geçiyordu. Dünya’nın en zengin, en gelişmiş, şehriydi New York, gezip eğlenecekleri yer çoktu, üstelik her biri Amerikan vatandaşıydı artık. Hasan’ın ise aklında sadece Eva vardı. Kapıdan çıkar çıkmaz onun yanına gidip birlikte zaman geçirmek istediğini söyleyecekti, nitekim öyle de oldu. Gruplar halinde araçlara bindiler ve şehrin farklı yerlerinde araçlardan indiler. Hasan, Derya, Deniz, Ahmet, Yusuf, Eva ve Eva’nın Rus arkadaşları aynı araçtaydı. Bir saat kadar sonra Manhattan’da araçlarından indiler. Öncelikle Amerikan kültürüne ait yemekleri merak ettiler ve hep beraber yol üzerindeki restaurant’lardan birine girdiler. Çok değişik ve ilginç isimler altında bildikleri yemekleri gördüler. Her birini merak ediyor, denemek istiyorlardı. İki günlüğüne de olsa, verilen bu ödülün tadını çıkaracaklardı…

Yvenna’nın aylık olağan toplantısı…

-Hepiniz aylık olağan genel toplantımıza hoş geldiniz.

Toplantı odasında kıta sorumlusu olan monşerler, finansal işlerden sorumlu saymanlar ve kıta operasyon yetkilileri bulunuyordu. Toplamda yirmi kişi vardı odada. Yvenna örgütünün yirmi seçkin üyesi. Majesteleri’nin asıl kimliğini sadece bu toplantı odasındaki kişiler biliyordu. Bu rutin aylık olağan toplantılar Bahama Takımadalarından birinde yapılıyor, toplantı salonu da yeraltında çok korunaklı bir yapıda bulunuyordu.

-Öncelikle geçmiş olsun Tim, az kalsın yakalıyormuş Türkler seni! -Yakaladılar da efendim. Fakat henüz yakalanmadan önce hücre evlerimizden birine ulaşıp yardım istemiştim, onlar da beni bulup kurtardılar.
-Ucuz kurtarmışsın o zaman. Tüm monşerlere söylüyorum, baronlarımızla konuşun sıkı tedbirler alsınlar, biz tedbirlerimiz sayesinde yüzyıllardır ayaktayız, yeni alımlarda daha güvenli yöntemler bulun. İnce eleyip sık dokusunlar.
Majesteleri Adam, eski kurttu! Jean ve Tim, bu konudan kimseye bahsetmezlerse duyulmayacağını düşünmüşlerdi fakat yanılmışlardı. Odadaki herkes Majestelerini başıyla onaylıyordu. Majesteleri dik duruşlu, beyaz saçlı, geniş çeneli, korkutucu gözlere sahip, çok ciddi biriydi. Aynı zamanda bu görünüşü insanların kendisine saygı duymasını sağlıyordu. Yemyeşil gözlere ve çok değişik bir kaş yapısına sahipti. Onu kendisi yapan bakışlarıydı ve Yvenna’yı yirmi yıl gibi uzun bir süredir yönetiyordu. Daha öncesinden, Kuzey Amerika kıtasının sorumlusuydu ve bulunduğu pozisyon kendisine babasından geçmişti. Kıta sorumlularına aralarında monşer diyorlardı ve her birinin lakabı buydu. Mali işlerden sorumlulara ise sayman diyorlardı. Saymanlar her kıtada bir kişiydi ve önem derecelerine göre yer değiştirebiliyorlardı. Özellikle Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika, saymanlıkta en önemli kıtalardı. Diğer kıta sorumlularının terfi ettiği yerler, bu üç kıtaydı. Toplantı odasındaki diğer altı kişi ise kıta operasyon sorumlularıydı ve bu sorumluların başında Tim yer alıyordu. Diğerleri Tim’in yardımcıları olarak çalışıyordu ve Tim hepsine önderlik ediyordu.
-Evet, gündemimizde neler var?
-Yüce Majesteleri, bana kalırsa öncelikle Türkiye, İran, İsrail bölgesi konusunu konuşmalıyız.
-Peki diğerleri ne düşünüyor bu konuda?
Jean, konu hakkında düşüncelerini açıklamaya koyuldu;
-Yüce Majesteleri! Türkler kendi topraklarında küresel ekonomiye yön veren devletlerden biri artık, biliyorsunuz. Zamanında tüm engelleme çalışmalarımıza rağmen bir şey elde edemedik ve sadece olacakları geciktirmekle kaldık. Benim çözümüm; İsrail ve İran savaşına Türkleri de sokmalıyız. Bu savaş onları en az yirmi yıl geriye atacaktır. Artı olarak, yaptığımız tüm çalışmalar bu ülkede durağan halde görünüyor ve gelişme kaydedemiyoruz. En son Tim’in de düştüğü tuzak onların ne kadar ileriye gittiklerini gösterdi, neredeyse içimize kadar sızacaklardı. Hatta biliyorsunuz Mehmet’i severdim, kendi yerime düşündüğüm adaylardan biriydi ve benim yerime geçtiğini bir düşünün. Sizce sonuçları ne olurdu? Türkleri küçümsememeliyiz, olağanca

Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Nuhsuz Tufan; Peygamberin Gözyaşları

Editor

Necip Fazıl Adnan Menderes İlişkisi Mektuplarla ve Belgelerle

Editor

Millete Mektuplar

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası