Bugüne kadar hep kadınları dinledim; akıl hocalarım hep kadınlar oldu. Evde bütün gün annemi dinleyerek başladım işe. Sonra çoğunluğu kız olan arkadaşlarımı, okulda ise öğretmenim Şenay Hanım’ı dinleyerek hayatıma devam ettim.
İş hayatına girdiğimde de akıl hocalarım yine hep kadın oldu. Kral TV döneminde Şule Bekrioğlu’nu, Konservatuar’da hocam Gül Sabar’ı, ardından vokalistliğini yaptığım Ajda Pekkan’ı dinledim.
Yazılı basın hayatına başladığımda Mehveş Emin’i, Sabah gazetesinde Müziklerin Efendisi köşesine başladığımda Balçiçek Pamir’i dinledim. Ardından Trendoben köşesine geçtiğimde ise Elçin Yahşi’yi… Sonra FHM dönemine başladığımda Didem Tamar Behram’a, ardından Fatoş Yalın’a kulak verdim. Derken sonunda piştim…
Burada adı geçmeyen daha pek çok kadın yıllar boyu o kadar çok şey öğretti ki bana; “Madem roman yazmak bildiklerini hayal ettiklerinle birleştirme sanatı, ben de en iyi bildiğim şeylerden biriyle başlamalıyım kurmaca hayatıma” dedim. Sorunlu kadınları ciddiye almadığınız gibi, benim nevrotik kadınımı da ciddiye almamanızı öneririm. Eğlenir, gülerseniz de bir iki tweet sallayın, başka bir dileğim falan filan yok…
Şimdi düşündüm de, hayata karşı bu kadar pozitif olmamın tek sebebi mutlu bir çocukluk geçirmem. Mutlu ne kelime, çok mutlu! Margarin reklamlarındaki gibi gülümseyen bir sofraya günaydın dedim her sabah. Her istediğim, abartılmadan, yapıldı.
Parklarda bahçelerde koşturdum. Arkadaş konusunda hep zengin oldum. En büyük şanslarımdan biri de annem ve babam hep beraberdi, hiç ayrılmadı. Bütün bunlar beni öyle bir kıvama getirdi ki, olaylar karşısındaki kızgınlık evrem çok uzun sürmüyor. Ama bu geceki kızgınlığım sonrasında ölecekmiş gibi hissediyorum.
Tabii ondan önce de Adrien’i öldürdüm mü gözüm açık gitmez en azından. Her şeyin sorumlusu o çünkü. Hem de her şeyin. Şu an yaşadığım buhranın tek sebebi de o zaten. “O zaman bunu da yanına almalısın, ne de olsa benden daha çok seviyorsun onu orospu çocuğu” diye çığlık atarak, pencereden o koca televizyonu nasıl aşağı attığımı hatırlamıyorum.
Monte edilirken, “Ben onu taşıyamam, bana güvenme” dememe bile gerek kalmadan Adrien’in arkadaşlarını çağırarak sehpanın üzerine kurduğu o koca televizyonu, terk edilmenin eşsiz gıcıklığıyla kaldırıp pencereden fırlattım işte. Hani insana doğaüstü bir güç gelir ya, çocuğunu korumaya çalışan anne beyin gücüyle arabayı bile durdurabilir, işte ben de biraz bencil miyim neyim, kendimi korumak için televizyonu aşağı atıverdim.
Attım işte, attım! Kafanız karışmasın, Adrien tecavüz için benim kapıma dayanmış da ben de Bizanslıların bizimkilere kızgın yağ dökmeleri gibi kafasından aşağı televizyon atıyor değilim. Adrien sadece beni terk ediyor. Tek yaptığı bu…
Onun zaten tek hamlesi bu oldu dört yıllık ilişkide. Sadece terk ederken eylemde bulundu. Beraber yaşadığımız evi o bulmadı, taşınmaya yardım etmedi, yemek yapmadı, ortalığı temizlemedi, tatil planları yapmadı, bilet kuyruğunda beklemedi, doğum günlerimde hediye almadı! D&R’dan film bile seçmedi. Hiçbir şey yapmadı, sadece terk etti!
O aşağıda apartmanın önündeki arabasının bagajına evde kalan eşyalarını tıkıştırırken, hızını alamayan bendeniz de bir an 106 ekran televizyonla göz göze gelip, onu da bagaja uygun bir yere koymak istedi.
Benim de tek amacım bu! Asla kafasına atmak istemedim, uydurmayın! Hem öyle olsa, televizyonu bir çırpıda kaldırmamı sağlayan güç, hedefi de 12’den vurmama neden olurdu herhalde. Beyin gücüyle Dişi Hulk olabiliyorum da, basit bir keskin nişancı mı olamayacağım.
Ama maalesef bagaja bile değil de, Adrien’in hemen yanına kaldırıma düştü koca televizyon. Ha bu arada, koca televizyonu kaldırıp attım diye, beni gülleci hatunlar gibi bir şey zannetmeyin, gücüme gider.
Evet, bu aralar biraz fazla yemek yiyorum, ayrılığın üzerimdeki etkisi bu ama çabucak geçecek eminim. Hem böylece kilo almamda en büyük etken olan “televizyon karşısında bir şeyler yeme” faktöründen de kurtulmuş oldum. Bu hareketi eski sevgiliyi öldürmek için yapılan bir girişim olarak değil de, zayıflamak için atılan adım olarak görün lütfen.
Ne şaşırıyorsunuz, sanki siz zayıflamak için daha saçma şeyler yapmadınız. Yutulan haplar, vücutlara takılan bantlar ve vurulan iğneleri ben de biliyorum. Hemen hepsini de denedim. Ama gırtlağımı tutamıyorum ki! Hani, zayıflamaya ayırdığım parayla eve bir köle tutsam ve her buzdolabını açışta bana okkalı bir tokat atsa daha yararı olurdu inanın.
Evet, televizyon gitti, Adrien de gitti, artık diyet yemekleri bile yapabilirim. Hem spor salonuna yazılıp istediğim kadar eve geç dönebilirim. Sevgilim gelecek ona yemek yapmalıyım diye yırtınmama gerek yok. Oh be, iyi ki attım şu televizyonu. Evde de amma yer açıldı. Adrien’in eşyaları çıktı yatak odasından, parfümleri tıraş bıçakları banyodan.
Hele salondaki plaklar gidince yeni eve çıkmış gibi oldum vallahi. Şimdi gitsin o esmer şırfıntının evini işgal etsin. Onun yatak odasını, onun salonunu, onun hayatını kaplasın artık. Kadın o kadar çirkin ki, onunla nasıl sevişecek bilmiyorum. Bir de Cihangir’de oturuyor! Anladınız işte, kıvırcık uzun saçlı, sanki her gün aynı kıyafeti giyiyor ve ancak denize girdikçe yıkanıyormuş gibi duran kadınlardan. Sadece incecik ve benden daha genç.
Genç ama nüfus kağıdı olarak farkımız var; görünüşte benim Hannover’da yaşayan üvey ablam falan zannedersiniz. Ne var yani artık televizyonum olmadığına göre ben de kilo verebilirim. Belki, belki televizyon yerine kendinden ekranlı bir koşu bandı almalıyım eve. Hatta koca alete vereceğim parayı Adrien’in aynı boyda bir vudu bebeğini yaptırmaya harcasam daha mı iyi olur ne?
Bebeğin gözünü de gerçek dana gözünden yaptırıp, iğneyle her tarafını özenle deldikten sonra kalan bölümleri de akbabalara parçalatmalıyım. Yok, hayır sinirli falan değilim, deli hiç değilim. Tamam, Nişantaşı’nın göbeğinde akbaba bulunmayacağını ben de biliyorum, öylesine söyledim. O zaman gözleri simitten olur, martılara parçalatırım oldu mu, mutlu musunuz?
Ya da ona inat, evlilik programlarından birine katılıp, bin yaşındaki amcalardan birine mi talip olmalıyım. “Eski sevgilim beni tatmin edemiyordu, bu yüzden olgun bir adamla şansımı denemeye karar verdim” dediğim anda Adrien’in yüzünün alacağı renk vudu bebeğini delmekten daha iyi gibi geldi bana.
Çünkü eski sevgilim denince Adrien’den başka kim gelebilir ki milletin aklına. Ayıptır söylemesi arkadaşlarımız bize Brangelina çifti gibi isim takmıştı, aynı derecede ışıltılı ve birbirimize yakışıyoruz diye. Evet, Brangelina kadar iyi tınlamıyordu belki ama Bige’nin “Bi”siyle Adrien’in “en”i birleşince adımız oluyordu Bien. Bijuteri markası gibi mi geldi, çok yaratıcısınız! Aynı bizim ömür boyu ayrılmayacağımıza hüküm veren arkadaşlarımız kadar yaratıcı!