18. yüzyıldan itibaren Batı’nın sömürgeciliği ile birlikte kültürünün ve epistemolojik paradigmalarının da bütün dünyaya yayıldığına şahit olduk. Bize hazır bir şekilde Batı’dan gelen bu kavramlar ve metaforlar, nötr olmadığı gibi masum da değil.Bunlar özgür düşüncenin önünde büyük engel oluşturmakta ve düşünce seyyaliyetini sınırlamaktadır. Batı dışında kalan kültür ve düşüncelerin sürekli gerilemesine karşılık Batılı zihniyetin küreselleşmesi ve her şeyi güdümüne alması bunun açık göstergesi.Varlıkla ilgili temel ön kabullerde Batılı epistemolojiden ayrıldığımız hususunu sık sık vurguluyoruz. Ama, Batılı paradigmanın hakimiyeti ile ilgili dile getirilen hususların şikayet üslubunu aşamadığı görülüyor.Esas ihtiyacımız olan, bizi yüzeysel bir karşı çıkışın ötesine götürecek emek verilmiş çalışmalar. Önyargı, böyle bir emeğin ürünü.Şikayet üslubundan kurtulmaya, tespit, analiz ve çözüm düzeyinde değerlendirmeler yapmaya talip olanlar için…
***
İçindekiler
Sunuş / 9
Giriş / 13
Birinci Bölümİctihad Kapısı / 23Abdülvahab M. el-MESSİRİEpistemolojik Önyargı Araştırmasına Giriş / 25Önyargı nedir? / 25Örnekler / 25Önyargının tanımı / 29Önyargı kaçınılmazdır / 30Önyargı kaçınılmazdır ancak nihai değildir / 31Ben ve öteki / 32Önyargının biçimi / 32Batı kültürel paradigması lehine önyargı / 37Batı kültürel paradigmasının egemenliği / 42Modern Batılı kültürel paradigmaya karşı önyargı / 48Materyalist epistemolojik paradigmanın doğası / 55Materyalist epistemolojik paradigmanın önyargıları / 59Materyalist epistemolojik paradigma önyargılarının görünümleri / 63I. Maddi ilerleme: Temel önyargı / 63II. Darwinizm ya da nihilizm / 71III. Pazar-fabrika metaforu / 72IV. Merkezi devlet / 72V. Uluslararası tüketim kültürü / 74Önyargıyı aşma mekanizmaları / 75I. Önyargının kaçınılmazlığını farketme / 75II. Kapsamlı eleştiri / 77III. Batılı epistemolojik paradigmanın yetersizliklerinin öne çıkarılması / 77IV. Batı’yı görecelileştirmek / 86V. Dünyaya açılma / 92Önerilen alternatif paradigma / 94I. Önerilen alternatif paradigmanın özellikleri / 94II. Alternatif bilim / 98III. Yeni bir proje / 103
İkinci BölümBatı Sosyal Düşünce Ekollerinde Önyargı / 105Adil HÜSEYİNKalkınmanın başlangıç noktası: Kendi mirasımız / 107Sosyal bilimler ve önyargı sorunu / 108I. Sosyal bilimler, fen bilimlerinden farklıdır / 108II. Batı düşünce ekolleri evrensel bilimler değildir / 111III. Batılı düşünce ekolleri bize düşmandır / 113IV. Bağımsız teori pratik kavramı / 115Kalkınmamızın başlangıç noktası mirasımızdır / 118I. Batılı girift kalkınma, özünde ekonomik ve sosyaldir / 119II. Bizim girift kalkınmamız sosyo-ekonomiktir / 122Sonuçlar ve bağımsız sosyo-ekonomik kalkınma kavramının uzantıları / 124I. Modernleşme kavramının eleştirisi / 124II. Kültürel bağımsızlık kavramı / 126III. Büyüme oranı ve ortalama gelir / 128IV. Temel ihtiyaçları karşılama stratejisi / 130
Üçüncü BölümSiyasal Kalkınma Teorileri / 137Nasr M. ARİFSiyasal Bilimlerde Önyargılı Söylem Örneği / 139Batı sosyal bilimlerinde ben ve öteki / 141Batı toplumsal modelinin kuralcılığı / 143İnsanlığı “biz” ve “onlar”a indirgeyen basitleştirici etnik bakış açısı / 144Batı deneyiminin “Batılı olmayan dünya”ya yansıtılması / 145Öteki insani modelleri Batılı model kriterlerine göre değerlendirme / 150“Öteki”nin yadsınması ve “ben”in mutlaklığı / 152Siyasal kalkınma teorilerinde önyargı belirleme ve etkisizleştirme yöntemi / 156Siyasal kalkınma teorilerinde önyargının belirlenmesi metodolojisi / 157Siyasal kalkınma teorilerinde önyargının etkisizleştirilme metodolojisi / 159
Dördüncü BölümSosyal Bilimlerde Modernleşme Batılılaşmaya Karşı / 163Refik HABİBPsikoloji örneği / 165Tarafsızlık safsatası ve önyargının kaçınılmazlığı / 169Doğu ve Batı / 172İnsana yaklaşım biçimi: Sömürü mü, yararlanma mı? / 176İdeolojinin çöküşü / 180Umut alternatifi / 183
Beşinci BölümEğitim ve Müfredatta Önyargı / 185Hüda HİCAZİ
Altıncı BölümKur’an’a Göre İnsan Doğası ve Yapay Zeka / 203Mahmud ZEVADİYapay zeka tartışması / 207Sosyal bilimlerde kültür kavramı / 209Kültürel semboller ve insan aklının yapısı / 211İnsan düşüncesine ilişkin iki görüş / 213Kültürel semboller ve aşkınlığın anlamı / 215Kur’ana göre insan aklının yapısı / 217Sonuç / 221
Yedinci BölümÜçüncü Dünya Kültüründe Önyargıyla Mücadele / 223Feryal C. GAZUL
Sekizinci BölümMetodolojinin Ötesinde Batı Edebi Eleştirisinde Önyargı Biçimleri / 245Saad Abdurrahman el-BAZIİÖnyargılı mantık: Geleneksel paradigma / 255Kutsaldan dünyeviye: Modelin biçimciliği / 258Yapısalcılık: Hayalin yıkılışı / 264Jameson ve marksist yapısökümcülük / 268Yapısöküm: Uzlaşmazları uzlaştırma / 271
Dokuzuncu Bölümİslam Toplumları Mimarisinde Tasarım Teorileri ve İlkeleri Sosyal İçerikli Mimari Yapılara Törensel Bir Yaklaşım / 277A. İ. ABDÜLHALİM
Onuncu BölümTeknoloji Ve Kalkınma Üzerine DüşüncelerKültürel Bir Bakış Açısı / 289Hamid İbrahim el-MUSLİGiriş / 291Temel kavramlar / 293Biz ve teknoloji: Bazı ortak terimlerin eleştirisi / 297Batı Tipi Modernleşmenin Hayat Anlayışı ve Değerler Yapısı / 303İslam dünyası ve Batılı kalkınma modeli / 307Batı kalkınma modelini benimsemenin bazı etkileri / 313Kalkınma mı, kültürel diriliş mi? / 319Batılı kalkınma modelini terk etme ihtiyacı / 320Kültürel dirilişin şartları / 321İslami görüşe göre zaman kavramı / 325Batı bilimi ve teknolojisine yönelik yaklaşımlar / 338
Onbirinci BölümFizik Yasalarının Formülasyonunun Ardındaki Felsefi KanaatlerFizik Yasaları Üzerine / 343Mahcub TAHAFizik yasalarının formülasyonunun felsefi arka planı / 349Farklı bir bakış açısı / 355Sonuç / 360
Dizin / 363
SUNUŞ
Bilmek pek çok konuda malumat sahibi olmak değil, varlıkla ilgili bağlantılar kurabilmektir. Bu bağlantıların kuruluşu esnasında aynı malumatlardan yola çıkılsa bile, farklı bir resim ortaya çıkabilir. Bilim tarihinde sık telaffuz edilen bir söz, bu farklılığın sadece tasavvur düzeyinde kalmayacağına işaret eder: “Her kültür kendi gökyüzüne bakar ve her kültür kendi gökyüzünü yaratır.”
İşte bilgi üretimini sağlayan bu kavramsal şemaya paradigma denir. Thomas Kuhn paradigmayı, belirli bir bilim insanları topluluğunun paylaştığı ortak değerler, inançlar ve anlayışların oluşturduğu düzlem olarak tanımlamış ve bilgi üretimini mümkün kılan kavramsal şemanın zaman içinde değişebileceğini vurgulamıştı. Varoluşla ilgili temel bilgi ve inançlardan yola çıkarak, insan, evren ve toplum tasavvurunu mümkün kılan bir bilişsel çerçeve sunar paradigma. Aksi takdirde malumatlar kopmuş bir tespihin etrafa saçılmış taneleri gibi olur. Malumat yığınını bir ipe dizmemizi sağlar paradigma. Dizilen ip ve taneler farklı da olsa, esas olan tespih haline getirmek yani ,bağlamaktır bilgide. Arapçadaki ilim ve Türkçedeki bilgi kelimelerinin etimolojileri hep ilgi kurmak ve bağlamak köküne varır.
İki yüzyıldır Batılı modern bilim paradigmasıyla insan, kainat ve yaratıcı tasavvurumuza dayanan kendi paradigmamız arasındaki karşıtlık ve çatışmadan muzdaribiz. Çünkü İslam ve Batı düşüncesi arasındaki karşıtlık ve çatışmalar, kurumsal ve tarihsel olmaktan ziyade felsefi, metodolojik ve teorik farklılıklardan kaynaklanmaktadır.
18. yüzyıldan itibaren Batılı modern bilim paradigması hakimiyetini ilan etmişti. Ama bu ilan esnasında kendisini paradigmalardan bir paradigma olarak değil, gerçeği keşfedecek yöntem ve evrensel bilgiye giden yegane yol olarak sunmuştu. Batı’nın askeri, siyasi ve iktisadi hegemonyası, Sanayi inkılabıyla birlikte bilimin teknolojiye ivme kazandıran yönünün ortaya çıkardığı göz kamaştırıcı “başarılar”la birleşince, Batılı modern bilim, insan ve kainatla ilgili söz söyleyebilecek bir iktidar konumuna taşındı.
Yaşanan iki büyük dünya savaşı neticesinde Aydınlanma’nın idealleri tartışmaya açılırken Batılı bilimin eleştirisi de gündeme geldi. Özellikle 1960’lardaki Frankfurt okulunun modernizm ve bilim eleştirisi, bugüne dek izlerini takip edebileceğimiz eleştirel bir sürecin yolunu açtı. Aynı dönemde sömürgecilik sonrası söylem de modern bilim eleştiri literatürüne katkıda bulundu.
İslam dünyasında ise özellikle 1980’lerden itibaren tartışılmaya baş-landı bu meseleler. Mesela İsmail R. Faruki’nin “Bilimin İslamileştirilmesi” şeklinde formüle ettiği proje, 1980’li yıllarda Batılı bilim paradigmasından çıkış yolunda bir öneriydi. Son otuz yılda gerek felsefi gerek pratik açıdan pek çok eleştiriye tabi tutulan bu projeyle ilgili zengin bir literatür var. Yine bu konuda, İslam ve bilim alanında sayısız çalışmaya imza atan Seyyid Hüseyin Nasr’ın katkılarını da zikretmek gerekir.
Ama hâlâ Batılı paradigmanın evrenselliğinin yeterince sorgulandı-ğını söyleyemeyiz. Varlıkla ilgili temel ön kabullerde, insan, kainat ve toplum hakkındaki bilişsel çerçevede Batılı epistemolojiden ayrıldığımız hususunu vurguluyoruz. Fakat bunu yüzeysel bir karşı çıkışın ötesine götüren ayrıntılı ve emek verilmiş çalışmalara da ihtiyacımız baki.
Messiri’nin Epistemolojik Önyargı adlı derlemesi bu alana ciddi katkıda bulunacak bir çalışma. Bu ortak çalışmada yer alan makaleler, kitaba da ismini veren epistemolojik bir tarafgirliğin izlerini sürüyor. Bu iz sürme farklı bilimsel disiplinlerden örneklerle destekleniyor. Batılı epistemolojinin tarafgirliğini, kainata ve insana belli bir önkabulle baktığını ve bu bakışın evrensel olmadığını ortaya koyan derinlikli tartışmalar yer alıyor kitap boyunca.
Giriş bölümünde neden böyle bir çalışmaya ihtiyaç olduğunu ayrıntısıyla açıklayan Messiri, kendi mekanizmalarına, kendi metodolojisine ve epistemolojik önyargıları bertaraf eden nihai başvuru mercilerine sahip olan yeni bir bilime duyulan ihtiyacı vurguluyor.
18. yüzyıldan itibaren Batı’nın sömürgeciliği ile birlikte kültürünün ve epistemolojik paradigmalarının da yayıldığına şahit olduk. Esasında fen bilimlerinde de kavramlar nötr değildir, ama sosyal bilimlerde kavramların nötr olmadığı daha bariz müşahede edilebilir. Mesela “ilerleme”den bahsediyorsak, tarihin hep düz bir çizgide değişmekte olduğundan bahsediyor ve döngüselliği dikkate almıyoruz demektir. Bu da yeni ile eskinin değeri bakımından a-priori bir yargıda bulunmamıza yol açar. Yani bu kavramla bilim yaptığımızda, farkında olmadan yeniyi daha değerli buluruz. Aynı durum, “gelişme” ve “büyüme” gibi kavramlar için de geçerlidir.
Bütün bu epistemolojik metaforlar bize hazır bir şekilde Batı’dan geliyor. Bu kavramlar ve metaforlar nötr olmadığı gibi, masum da değil. Çünkü bunlar, araştırmacının özgürce düşünmesini engellemekte, vizyonunu ve düşünce seyyaliyetini sınırlamaktadır. Bu kitap, bu sorunları tespit etmek ve çözüm bulmak amacıyla bir grup bilim adamı tarafından yazılan makalelerden oluşuyor. Aslında kitap genel olarak taraflılık konusunu ele alsa da, daha ziyade Müslüman araştırmacıların metodolojisinde ve kavramsal araçlarında gizli olan Batılı önyargılar üzerinde yoğunlaşıyor.
Müslümanların bilgiyi, imandan ve ahlaktan farklı bir düzlemde görmeleri mümkün değildir. Bu sebeple kültürel, siyasal ve iktisadi alanda verilen varlık mücadelesinin yanı sıra epistemolojik hegemonyalar konusunda da ciddi bir idrak ve şuur sahibi olunması gerekiyor. Bu kitabı ilk kitaplarımız arasına almamızın böyle bir gerekçesi var.
Batılı paradigmanın hakimiyeti ve bütün bilimsel disiplinlerde epistemolojik bir önyargının mevcudiyeti ile ilgili söylenilenlerin şikayet düzeyinden tespit, analiz ve çözüm düzeyine yükseltilmesi çabasına bu yayının da bir katkı sağlaması, en önemli temennimiz.
Mahya
Giriş
Metodolojide ve terminolojide önyargı sorunu, Doğu, Batı, Kuzey ve Güneyli araştırmacıların karşılaştığı ortak bir problemdir. Sorun, üçüncü dünya ülkeleri aydınlarınca daha da yoğun biçimde yaşanmaktadır. Bu aydınlar kavramsal ve kültürel paradigmalara sahip özgün kültürel bir ortamda yazmalarına rağmen, kendi toplumlarına, onun imgelem ve düşüncelerine kendisini empoze etmeye çalışan yabancı bir paradigma ile karşı karşıyadırlar.
18. yüzyılın sonundan itibaren büyük ölçüde sömürgeciliğin tesiriyle uluslararası hale getirilerek dünyanın her yerine sirayet ettirilen, “kültürel işgal” adı da verilen Batı kültürel ve epistemolojik paradigmalarının hakimiyetine tanık olduk. Bu işgal, Batı’nın bilinçli veya bilinçsiz, kasıtlı ya da kasıtsız olarak kendi kültürel paradigmalarını dünyanın tüm toplumlarına empoze etme girişimidir. Batı dünyasında özellikle ekonomik ve siyasal alanlarda avantajları bilinen bu paradigmalar, yeryüzünde yaşayan insanların çoğunluğunu oluşturan Batılı olmayan halkların gerçeğiyle ilişkili değildir. Bu nedenle söz konusu paradigmalar, Batı dışı toplumlarda realiteyi yorumlama veya değiştirme sürecine katkıda bulunamaz, aksine bu süreci zehirler. Yine de birçok kimse kendi özgün kültürel-tarihsel konumlarından doğan yerli paradigmaları ve önyargıları terk etmeye, bunların yerine Batılı paradigmaları benimseyerek bunların önyargılı olduğunu bildikleri halde, kendilerini Batılı bakış açısıyla görmeye başladılar. İthal edilmiş, çoğunlukla epistemolojik sonuçlarına ilişkin köklü bir bilgiye bile sahip olunmaksızın benimsenen yabancı paradigmalar ve bakış açılarının, toplumun etnik ve dini kimliğini tehdit altında bırakacağı bir gerçektir.
Önyargı fikrini savunanlar kadar, reddedenlerin sayısı da hayli fazladır. İslam dünyasında milliyetçi düşüncenin yükselişiyle birlikte kimlik, kültürel özgünlük ve bu ikisinin korunmasının gerekliliğine ilişkin yorumlar yoğunlaştı. Ancak hiç kimse bu meseleyi kapsamlı ve metodolojik bir şekilde ele almaya çalışmadı. Genel olarak Müslümanlar, modern anlamda herhangi bir bilim inşa etmediler. “Gelişimci psikoloji” terimi Batı’da kullanılmaya başlanınca, Arap bilginler de “gelişimci psikoloji” demeye, “uygulamalı psikoloji”den söz edildiğinde, onlar da bu terimi tekrarlamaya başladılar. Batı’da “yapısökümcü psikoloji” terimi önem kazanınca, onlar da aynı terimi kullanmayı tercih ettiler. Kısacası, giyimden düşünce alanına kadar, bir papağan edasıyla moda olan şeyleri tekrarlamaktan öteye geçemediler. Çağdaş İslam tarihinde, kendi sorunlarımızın yorumuna ve muhtemel çözümüne katkıda bulunabilecek yeni bir bilimler dizisi henüz şekillenmemiştir.
Bu nedenle sormak zorundayız: Niçin epistemolojik önyargı ile başa çıkmak için kendi mekanizmalarına, metodolojilerine, nihai referanslarına sahip yeni bir bilim kurulmaz ve bunlara ilişkin olarak ictihad kapısı açılmaz? İctihad Kapısı: Epistemolojik Önyargı Araştırmasına Giriş başlıklı makalemde işte bu hususu, yani yeni bir ictihad veya yorum kapısı açmayı savunuyorum.
Arap aydınları arasında, Arap sosyal bilimlerinde halen kullanılan metodolojilerin tamamen tarafsız olmadığı yönünde yaygın bir kanaat bulunmaktadır. Bu metodolojilerin araştırma alanını ve yönünü belirleyen, çoğu zaman da önyargılı sonuçlara ulaşan bir değerler sistemini ifade ettiği düşünülür. İşte “önyargı” dediğimiz bu olgu, araştırmacıları farkına varmaksızın yönlendiren ve paradigmanın altında yatan gizli değerler, prosedürler ve metodolojiler bütünüdür. Eğer araştırmacılar bunların farkına varırsa, bu gibi değerlerin kendi araştırma metodolojileriyle ayrılmaz biçimde ilişkisini ve onları birbirinden ayırmanın aşırı derecede güçlüklerle sakatlanmış olduğunu keşfedeceklerdir.
Bu değerler bazen modeller veya gizli kavramsal metaforlar şeklini alabilir. Eğer “ilerleme”den söz edersek tarihin hareketini, belli bir noktaya doğru götüren düz bir hatla kıyaslayan metaforu benimseyerek döngüsellik kavramını terk etmiş oluruz. Aynı zamanda, “kümülatif etki” kavramını benimsemiş, böylece eski ve yeninin değeri hakkında bir a priori yargı belirtmiş oluruz. Bu yargıda “eski” olumsuz, “yeni” ise olumlu bir olgu olarak görülmektedir. Son tahlilde, bütün alanlarda değişim ve akışın nihai ve belki de mutlak gerçeklik olduğu görüşünü kabul etmiş sayılırız. Aynı durum “büyüme” terimi için de geçerlidir. Eğer böyle bir terimi kullanırsak, bütün unsurların tek bir bedenin unsurları gibi birbiriyle bağlantılı olduğu, bir unsurun gelişiminin diğer unsurda da tamamen veya kısmen değişimi gerektirdiği şeklindeki ön kabule dayanan organik ya da yarı-organik bir metaforu benimsemek durumunda kalırız. Bir metaforun benimsenmesi, mutlaka onun içinde yatan paradigmanın ideolojik ve felsefi sonuçlarıyla birlikte bütün olarak benimsenmesini gerektirmez. Yalnızca araştırmacı ile ideoloji arasında “seçime dayalı bir yakınlık” veya o ideolojinin büyüyüp gelişebileceği verimli bir zemin oluşturur. Bu yüzden araştırmacılar bazı fenomenler ve verilere karşı kendilerini önyargılı bulurken, altta yatan metafor ya da modellerin kapsamı dışında kalanları görmezden gelir veya onlardan tamamen kaçınırlar. Bu dolaylı epistemolojik metaforların birçoğu Batı’dan hazır gelir. Tarafsız ve masum olmadıkları için araştırmacıların özgürlüğünü kısıtlar ve görüş alanlarını daraltırlar. Yukarıda belirtildiği üzere, bu gibi metaforlar, özünde önyargı barındırmalarına karşın tarafsız olarak sunulurlar.
Önyargıya ilişkin bu özel duygulara net bir ifade kazandırmanın ve epistemolojik önyargıyı teşhis etmeye yönelik bireysel çabaları bir araya getirmenin zamanı çoktan geldi. Bunu yaparak metodolojide önyargı sorununa ilişkin bazı bilgilerin elde edilmesi, bazı özellikleriyle mekanizmalarının belirlenmesi beklenmektedir. Böylelikle alternatif paradigmanın ortaya çıkmasını sağlayabilecek çözümlere ulaşabiliriz.
Bu nedenle, araştırmacıları, bu soruna ilişkin çalışmalarını sunmaya davet ettik. Her bir çalışma aşağıdaki unsurları içermektedir:
1) Araştırmacının kendi özgün alanında önyargı sorununun sunumu.2) Söz konusu alandaki gizli önyargıya ilişkin özgün örneklerin aktarılması.3) Bu önyargı mekanizmalarının nasıl işlediğine, araştırmacıyı (ve araştırmayı) belli bulgulara yöneltirken diğer bulgulara ulaşmayı nasıl engellediğine ilişkin açıklama yapılması.4) Yaygın modeldeki önyargılar yüzünden, atlanılan ve yalnızca yeni bir paradigmayı ifade eden yeni bir metodolojiyle gözlemlenebilen unsurlara ve özelliklerine dair örneklerin verilmesi.
Sorunun özünü tanımlamaya yönelik olarak belli noktalara ya da tek bir noktaya odaklanan katkılar, göreceli disiplinler çerçevesinde araştırmacının deneyimlerinin niteliğini ortaya koyan olay araştırmalarıdır. Önerilen alternatifler nihai sonuçlar olarak değil, Batı kültürü ve bu kültürün epistemolojik paradigmalarına ilişkin ictihad kapısını açma girişimleri olarak görülmüştür. Kaçınılmaz olarak bu tür çalışmalar Arap/Müslüman önyargılarını yansıtacaktır. Ancak bu sakınca şu olgularla telafi edilecektir:
1) Her araştırmacı kendi önyargılarını ortaya koyarak okuyucuyu bunlardan haberdar edecek ve bir gereklilik olduğunda bunları aşmalarını sağlamaya çalışacaktır.2) Alternatif paradigmaların, yaygın paradigmaların yerini alması zorunlu değildir. Bu yeni paradigmalar daha çok Arap-İslam bölgelerinin kalıplarına özgü fenomenler ve Arap-İslam toplumlarını araştırmanın daha karmaşık araçları olarak işlev görecektir. Çünkü bu önyargılar ithal olmayıp bölge realiteleriyle yakından ilişkilidir.3) Yeni paradigmalar, yaygın paradigmaları zenginleştirip parametrelerini genişleterek onları modern Batılı varsayımlara dayalı kapalı paradigmalar olma sığlığından kurtarıp bütün özgünlükleri, ifade biçimleri ve tüm kültürel formasyonların bilgilerine dayalı açık uçlu evrensel insani paradigmalara dönüştürecektir. Böylece daha yüksek bir soyutlama düzeyine, dolayısıyla evrenselliğe ulaşmamızın yolu açılmış olur.4) Yaygın paradigmalarla uyuşacak ya da uyuşmayacak olan bağımsız Arap/Müslüman paradigmasının, Batı kültürünün yadsınması anlamına gelmeyeceği varsayılmaktadır.
Batı düşünce ekollerinin getirdiği kazanımların yok sayılması mümkün değildir. Bunların birçoğu yapıları bakımından evrenseldir ve bu keşiflerin bize özgü teorik yapı içinde kullanılmasının yanlış bir yönü yoktur. Ancak bu keşifler bize hazır olarak, toplumlarımızda hemen işletilebilecek “evrensel yapılar” şeklinde ithal edilen kapsamlı sistemlere ya da teorilere veya bunların özgün versiyonlarına dahil edilmektedir. İşte bunun kabul edilmesi güçtür. Çünkü bireysel çabalara dayanan gerçek bilim ruhu ile çelişmektedir.
Zorunlu olmamakla birlikte araştırmalarda izlenmesi önerilen adımlar:
1) Genel önyargı sorununa ve bu sorunun verili uzmanlık alanına nasıl uygulandığına dair teorik bir giriş.2) Önyargılı paradigmanın kullanımının diğerlerini yok sayma pahasına bazı teorik unsurlara vurgu yapması veya kendi bakış açısından önemsiz görülen unsurları dışlaması yüzünden açıklayıcı gücünün nasıl sınırlandığının gösterilmesi.3) Yeni paradigmanın tanımlanması, araştırılmakta olan örnek olaya uygulanması ve bu paradigmayı seçme gerekçesinin açıklanması.4) İki paradigmanın açıklayıcı ve tahmin edici kapasiteleri arasında bir karşılaştırma yapılarak ulaşılan genel sonuçların ortaya konulması. Bunun hipotetik örneği, “ilerleme” kavramının kullanımının değerlendirilmesi suretiyle verilebilir.
“İlerleme” kavramı, özünde materyalizmi ve faydacılığı barındıran Batı düşüncesinin temel kavramlarından olup çıkar ve zevkin toplumda en fazla sayıdaki bireyler için uyumlu hale getirilerek genelleştirilmesi olarak tanımlanmaktadır.
Söz konusu ilerleme paradigması, geçen yirmi yıl boyunca Arap kentlerinde meydana gelen gelişmeleri ölçmek için kullanıldığında, araştırmacılar protein tüketimi oranı, inşa edilen yolların miktarı ve kullanım oranları, ortalama üretim, mevcut sağlık hizmetlerinin çeşitleri ve benzeri konuları araştırmışlardır. Ancak aile birliği ve kaynaşmasının boyutunu araştırmamışlardır. Zira bu yaklaşımda, ailenin parçalanması, ilerlemenin “kaçınılmaz yan ürünlerinden birisi” ve ödenecek makul bir bedel olarak karşımıza çıkmaktadır. Benzer şekilde, halk sanatlarındaki gerilemeyi ortaya koymayacakları gibi, toplumun uygarlaştırılmasında dinin rolünü de işlemeyeceklerdir.
Yeni paradigma ilerleme kavramının parametrelerini ya genişletecek ya da bu kavramı tamamen bir yana bırakacaktır. Hatta Arapça terim bile yalnızca Batı konseptinden ödünç alınmış olup Batı topraklarında doğmuştur. Kendi zaman ve mekanı dışında hiçbir uygulanma yeteneği veya meşruiyeti bulunmayan, Batı tarihinin belli bir döneminin ürünüdür. Yeni paradigma ve yeni kavram aracılığıyla daha ileri bir gözlem metodu geliştirilebilir. Hatta yeni paradigmanın Arapların durumuna ilişkin olarak dışsal (Batılı) bir bakış açısıyla yargı oluşturmayıp yalnızca bu durumu gözlemleyerek onu tüm unsurları ve özgünlüğü ile tanımlamaya çalışmasıyla daha da objektif olması mümkündür. Bu yeni paradigmanın açıklayıcı gücü kuşkusuz saygınlığını yitirmiş eski paradigmadan çok daha fazla olacaktır.
Araştırma yazarın özgün uzmanlık alanına ilişkin bazı genellemeler ve yeni paradigma ışığında yeni uygulamalara yönelik önerilerle sona erecektir.
1987 yılında, Uluslararası İslam Düşüncesi Enstitüsü ve Mısır Mühendislik Derneği’nin sponsorluğunda önyargı konusunda bir konferans düzenlenmeye karar verildiğinde, bir dizi araştırma derlemiştim. Bu konferans 19-21 Şubat 1992 tarihleri arasında gerçekleşti. Konferans bu konuya duyulan ilgiyi büyük ölçüde tetikledi ve birçok uzman, epistemolojik önyargı konusunda makale yazmaya karar verdi. Ortaya çıkan sonuç, yalnızca konferansa sunulan tebliğleri değil, aynı zamanda bazı yeni araştırmaları da içine alan bir kitap oldu.
Konuyla ilgili olarak gelen bütün bu makaleler konularına göre sınıflandırıldı ve temel esasları, makalelerde tekrarlanan kalıplar ve paradigmaların belirlenmesi amacıyla titizlikle okundu. Sonra Fıkh el-Tehayyüz ya da Önyargı Bilimi adı verilen ve bu konuya odaklanan yeni bir disiplini ortaya çıkaracak şekilde düzenlendi. Burada Arapça ilim kelimesi yerine fıkıh sözcüğünü kullanmamızın nedeni, her ikisinin de “anlayış”, “bilgi” ya da “bilginin uygulaması” anlamına gelmesi, öte yandan “ilm”in, bilginin olasılık boyutunu yeniden canlandırmasına ve insan aklının üretici gücünü vurgulamasına karşılık “fıkh”ın yalnızca hassasiyet, kesinlik, tarafsızlık ve emin olma yönlerini vurgulaması dolayısıyladır. Sonuç olarak sekizden fazla araştırmadan ve yedi ciltten oluşan bir eser ortaya çıktı. Hepsinin İngilizceye çevrilmesi yıllar alacaktı. Bu yüzden, farklı bilgi alanlarından bir dizi temsili araştırmanın, okuyucuya hem orijinal eserin temel argümanları hem de kapsamı hakkında bir fikir verebileceği görüşünde mutabık kalındı.
Bu kitabın hedefi terminoloji, metodoloji, araştırma araçları ve kavramsal ilkelerimizde yatan önyargılardan, özellikle Batılı olan bazılarını ortaya çıkarmak, böylece daha fazla bağımsızlık ve tarafsızlık yönü öne çıkan alternatifler önerebilmektir. “Batı’yı yakalama” olarak tanımlanan “ekonomik ilerleme” kavramı Batı’yı nihai referans haline dönüştürürken, yine Batı’dan gelen “ilerleme” kavramını da benimsememiz gereken mutlak ilke haline getirmektedir. Bu çerçevede faaliyet gösteren mevcut metodolojiler “ilerleme” ve “geri kalmış”lığı, Batı’ya ne kadar çok yaklaşırsak o kadar ilerleyeceğimiz ve ondan ne kadar çok uzaklaşırsak o kadar gerileyeceğimiz şeklindeki bir bakış açısıyla tanımlama çabası içindedirler. Bir Arap araştırmacı, gerilemenin ve ilerlemenin ölçütü olarak “insanların senfoni dinleme saatleri”ni kullanmıştır. Ancak, bu ölçüye göre hepimiz gericiyiz. Zira bırakın üçüncü dünya ülkelerinin köylüleri ve aydınlarını, bizim pek çoğumuz da bu müziğin sürekli dinleyicileri sayılmayız.
Siyasi düşünür Adil Hüseyin ilerlemeyi, bağımsız standartlara göre uygun tüketim kalıplarını belirleme yeteneği olarak tanımlamaktadır. Yani Batı’yı mutlak, nihai, yetkin referans noktası olmaktan çıkarmaktadır. Buna göre ilerleme, bu kavramı kişinin kendi kültürünün ve toplumunun gereksinimleri bağlamında yeniden tanımlama yeteneğidir. Kavrama özgün bir içerik kazandırılmasıyla birlikte, o içeriğin üretilmesi için gerekli teknolojik yenilikleri geliştirmek daha kolay olacaktır. Böylece düşünür ne olabileceği ve ne olması gerektiğine ilişkin bir ictihad yapmakta, yani yenilik ve üretkenlik kapısını açmaktadır.
Bu kitabın genel olarak önyargı sorununu ele almasına rağmen yine de Arap araştırmacılar tarafından kullanılan metodolojiler ve araştırma araçlarında içkin Batılı önyargılara odaklanmanın daha doğru olacağını düşünüyoruz. Özellikle Arap araştırmacıların büyük çoğunluğunun, bilinçli ya da bilinçsiz Batılı değerleri evrensel nitelikte gördükleri ve bu değerleri Batı’ya özgü olduklarının farkına varmadan benimsedikleri bir gerçektir. Bu araştırmacıların kendi Arap/Müslüman özgünlüklerini ihmal ettikleri dikkate alındığında, söz konusu önyargıların en yaygın önyargılardan oldukları anlaşılacaktır.
Bu kitap, entelektüel çabanın net sonuçlarını sunmaktan daha ziyade, bir yandan entelektüel çabanın önyargıyı çürütme gücünü, üretken ve devrimci karakterini vurgulamayı amaçlarken öte yandan da okuyucuyu önyargıyı tanımaya ve onun aşılmasını sağlayacak araçlarla tanıştırmaya çalışmaktadır. Okuyucu bu hedefe, kendisi için itibarını yitirmiş önyargılı bir paradigmadan yeni ve bağımsız bir paradigmaya geçişi mümkün kılacak yolu görmedikçe ulaşamaz. Bu nedenle örneğin, eğer Adil Hüseyin “ekonomik ilerleme” kavramını çürütme girişimini, bu kavramın gizli materyalist önyargılarını göstererek doğrudan ortaya koyarsa, okuyucuları bunu mevcut düşünce cephaneliklerine eklenecek yeni bir fikir olarak benimsemekten öteye geçemeyecektir. Böylece önyargılı bir kavramdan bağımsız bir kavrama geçmenin radikal doğasını fark edemeyecek ve içinde önyargıların keşfedildiği yahut reddedildiği yeni kavramların geliştirildiği yolu da anlamayacaktır. Bu durumda, itibar yitirmiş paradigmalarla işe başlama ve oradan hareket etmenin önemi daha net bir şekilde görülmektedir. Eski paradigmayı reddetme ve yalnızca sürecin ortaya çıkardığı ürünü benimseme yerine, oradan “yenisine geçme süreci”ni gözlemleme yoluyla, modern Arap/İslam düşüncesine yalnızca yeni bir vizyon değil, aynı zamanda yeni bir metodoloji de kazandırabiliriz. Zira okuyucu, bu kitapta doğrudan ele alınmayan metodolojilerde ve ilkelerde saklı önyargıları keşfedeceği araçlar yoluyla, kendisi için kurallar çıkarabilecektir.
Kısacası biz, herkesçe iyi bilinen Batı’nın yaratıcı katkılarının değerini hiçbir şekilde küçümsemiyoruz. Bu çalışmada söz konusu katkıların vurgulanmamasının nedeni, Batı tarihini bilen ve Batı’nın katkılarını takdir eden Arap ve üçüncü dünya ülkeleri aydınlarının oldukça fazla olmasına rağmen, Arap/İslam medeniyetini ve insanlığa katkılarını bilenlerin sayısının son derece az olması ve bu alandaki uzmanlarla sınırlı kalmasıdır.
Ayrıca Arap ve İslam toplumlarının gerilemesinden Batı’nın sorumlu olduğu iddiasında da değiliz. Bu soruna ilişkin benim samimi inancım, sorumlunun kim olduğu sorusunun konuyla ilgisiz ve hatta önemsiz olduğudur. Gerilemenin nedenleri ile reform ve yenilenme araçları üzerinde durmak çok daha yararlıdır. Emperyalizmden söz etmek yerine, Malik bin Nebi’nin ünlü ifadesiyle “sömürgeleşme isteğini ya da uysallığını” konuşmalıyız. Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: …Bir millet kendini bozmadıkça Allah onların durumunu değiştirmez…¹ Her şeyden önce Batı medeniyeti, merkeziyet iddiasında yalnız değildir. Bu, doğal bir insani eğilimdir. Ancak Batı’nın merkeziyet iddiasının dev sömürge orduları, muazzam araştırma kurumları ve benzersiz iletişim ağlarıyla aşırı bir örnek olduğuna dikkat çekilmelidir.
Beklentimiz, bu yeni önyargı biliminde amacın yalnızca “yapısökümcülük” olmamasıdır. Batı’nın epistemolojik paradigmasının “yapısökü-mü”nü yapmış, temel özelliklerini belirlemiş, onu yeniden canlandırmış, mutlak bir merkez ve nihai referans noktası konumundan diğerleri gibi bir kültürel formasyona dönüştürmüş olarak kendi içimizdeki üretici potansiyelleri keşfedebilmeyi ve Batı’ya kaygısızca bakabilmeyi umut ediyoruz. Artık Batı’yı, bazı Batılılaşma taraftarlarının savunduğu şekilde, olumlu ve olumsuz bütün yönleriyle toptan kabul etmek zorunda olmadığımız gibi, bazı aşırı muhafazakarların bizden istediği şekilde onu toptan reddetmek zorunda da değiliz. Bunun yerine, Batı medeniyetini olumlu ve olumsuz yönleriyle araştırabiliriz. Sonra da tıpkı diğer kültürel formasyonlara yaklaşımımızda olduğu gibi, Batı’ya aynı anda hem üretken hem de eleştirel bir tarzda açılabiliriz. O zaman Batılı bilgi de dahil, insani bilginin bütün meyvelerinden yararlanabilir, altında yatan paradigmadan ithal edilen unsurları ayırarak elde edilen bilgiyi kendi değerlerimiz ve dünya görüşümüze adapte ederek onu kendi sistemimize asimile edebiliriz. İşte bu çalışmada yer alan makalelerin varmak istediği hedef budur.
Önyargı bilimi, İslamcı ve üçüncü dünyacı yönelimine rağmen aslında dini inançları ve siyasal bağlılıklarına bakılmaksızın herkese, özellikle de İslam Ümmeti’nin mensuplarına hitap eder. İslam, Müslümanlar için inandıkları bir din iken, İslam ülkelerinin gayrimüslim mensupları için de, ait oldukları ve inşasına yardım ettikleri medeniyetin temelidir. Diğer milletlerin mensupları içinse İslam, dünyayı mevcut krize sürükleyen egemen Batılı materyalist paradigmaya meydan okuyan alternatif bir paradigma kaynağıdır.
Müslümanlar ve diğer üçüncü dünya ülkelerinin halkları olarak bizi içeriden ve dışarıdan erozyona uğratan, aynı zamanda kimliğimizi ve özgün kültürel formlarımız ile epistemolojik, etik ve estetik sistemlerimizi yıkmakla tehdit eden kültür işgali tehlikesinin farkına varmalıyız. Bu tehlikenin farkına varmadığımız takdirde, korunmaya değer özgün bir kimliği içeren kültürel formasyon sahipleri olarak değil, özü ya da içi olmayan bir dış kabuk olarak yaşamaya devam edeceğiz. Önyargı biliminin (fıkhının), özgün ve insani olanı, “yapısökümcü”, soyut, genel ve insanlık dışı olana karşı savunmaya katkıda bulunması umut edilmektedir. Ve en iyisini Allah bilir.
EDİTÖR
————
1 Rad, 13/ 11
önceki yazı
sonraki yazı
- Yorumlar
- Facebook yorumları