Türkiye’de gazeteci-yazar kıyımı 98 yıl önce Hasan Fehmi’yle başlatıldı. 1909’dan bu yana 61 gazeteci öldürüldü. Bu onurlu insanlar, özgür düşünceyi baskı altında tutmak isteyen Ortaçağ zihniyetinin kurbanı oldular.
Hıfzı Topuz Özgürlüğe Kurşun’da, II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında sokak ortasında vurulan namuslu gazetecileri ve bu ilk cinayetleri örgütleyen dönemin “derin devlet”ini, ayrıca yıllar sonra İzmir’de Atatürk’e yapılan suikastın perde arkasını anlatıyor.
içindekiler
Birkaç Söz
I. Köprü Üstünde özgürlüğe Kurşun:
Hasan Fehmi
II. Bahçekapı’da Vurulan Gazeteci: Ahmet Samim
III. ilk Sosyalist: iştirakçi Hilmi
IV. Zeki Bey: Sömürgeciliğe Karşıydı, öldürüldü
V. iştirakçi Hilmi’nin Sonu.
VI. Silahçı Tahsin: Ünce uyuttular.
Sonra Boğdular
VII. Çanakkale’den Ankara’ya
VIII. İpe Çekilen Suikastçılar.
Bitirirken.
Kara Liste
Teşekkür.
Dizin
Birkaç Söz
1909’dan bu yana suikaste uğrayan altmıştan fazla gazetecinin bir kısmı ben doğmadan çok Önce öldürülmüştü. Bir kısmıyla hiç tanışmadım, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi yazarlar ise yakın dostumdu. Turan Dursun, Ümit Kaftancıoglu, Çetin Emeç gibi bazı gazeteci yazarlarla da birçok kez birlikte olmuş ve kendilerine hep saygı duymuşumdur.
Yabancı ülkelerde de, özellikle Fransa’da, Şili’de, Kara Afrika’da ve iran’da sevdiğim birçok şair, yazar, gazeteci aydınlar öldürüldü. Bunların içinde yakından tanıdığım Burkinalı Zongo ve İranlı Perviz Nika vardı. Uluslararası Af Örgütü, Sınırsız Gazeteciler Örgütü, insan hakları dernekleri her yıl dünyada düşünceleri ve yazıları yüzünden öldürülen yüzlerce politikacının, yazarın ve gazetecinin adlarını yayınlıyorlar.
Bütün dünyada sistem hep aynı. İktidardaki güçler kendilerine karşı gelenleri türlü yollarla susturmaya ya da yok etmeye çalışıyor. Bu tür cinayetleri bazen de yabancı devletlerin gizli örgütleri düzenliyor. Tetikçiler kimi zaman tutuklanıyor ama onları kullanan gizli örgütleri düzenliyor.tetikçiler, uluslararası profesyonel teröristler adaletin pençesinden kurtulmayı başarıyorlar.
Hele hele globalleşme çağında çokuluslu bir sindirme, yıldırma ve terör mekanizmasıyla başetmek hiç de kolay değil. Onlara çoğu zaman devletler bile söz geçiremiyor.
Özgürlük kurbanları yalnız gazeteciler mi? Hayır, özgür düşünceyi, insan haklarını ve barışı savunanlar, ulusal çıkarları koruyanlar. Kimler yok ki onların arasında? Mithat Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa, Enver Paşa, Mustafa Suphi, Meksikalı Zapata, Jean Jaures, Troçki, Gandi, Avusturyalı Dollfuss, Gabriel Peri, Macar Imre Nagy, Faslı Ben Barka, Kennedy, Şilili Ailende, Kongolu Lumumba, Olof Palme, Suriyeli Hüsnü Zaim, Togolu Olympio, Burkinalı Sankara, Bangladeşli Mucibülrahman ve daha niceleri.
Ya Güneydoğu’da sayılan her ay korkunç rakamlara ulaşan terör kurbanları?
Taifte ölümde Mithat Paşa’yı, Başın Öne Eğilmesin’de Sabahattin Ali’yi ele aldım. Hasan Fehmi’yi. Ahmet Samim’i, Zeki Bey’i, Silahçı Tahsin’i, İştirakçi Hilmi’yi de yazmasaydım Türkiye’de aydın kıyımının geçmişine ışık tutmamış olacaktım.
Vurulup yere düşmüş kanlar içinde bir beden… Ormanda parçalanmış olarak bulunmuş bir ceset… Kaçırılan bir cenaze… Bir örtünün dışında kalmış bir çift altı delik kundura…
Cankurtaranların acı haykırışları, hıçkıran insanlar, tabutlara sarılan kadınlar, çocuklar, yaşlılar… Sonu gelmeyen kanlı terör olayları… ve ardından bir yığın hamasi nutuk…
Daha nereye kadar?…
I
Köprü Üstünde Özgürlüğe Kurşun: Hasan Fehmi
1909 yılının serin bir Nisan sabahı Beşiktaş Serencebey Yokusu’nda, eski bir ahşap evin önünde atlı bir araba durdu. İçinden 2324 yaşlarında, ince, uzun boylu, siyah bıyıklı, gözlüklü bir genç fırlayarak basamakları tırmandı ve kapıyı yumruklamaya başladı. İçeriden ses gelmeyince de haykırdı:
“Sermet, Sermet, aç kapıyı, hemen aç!”
Evden bir kadın sesi duyuldu.
“Ne oluyor, ne bağırıyorsun? Sermet uyuyor.”
“N’olur, uyandırın çabuk! Açın kapıyı.”
Az sonra kapıda orta yaşlı bir kadın belirdi.
“Aaa, Samim sen misin oğlum? Ne bu telaş böyle, ne oluyor? Gir içeri. Sermet’i hemen uyandırayım.”
“Kusura bakmayın Sıdıka Teyze, Sermet’i hemen görmem lazım. Ona çok kötü bîr haberim var. Dün gece bir dostumuzu vurdular. Sermet’i almaya geldim. Memen Bab ı Âli’ye gideceğiz.”
Ahmet Samim bu sözleri söyler söylemez, merdivenleri ikişer üçer tırmanarak arkadaşının yatak odasına koştu.
Mustafa Sermet onun Sultani’den sınıf arkadaşıydı. İçtikleri su ayrı gitmez, her derdini onunla paylaşırdı. Mesleğe birlikte başlamışlardı. Samim Sada yı Millet’le, Sermet, Hasan Fehmi Bey’in başyazarı olduğu Serbesti gazetesinde çalışıyordu, ona büyük bir hayranlığı vardı. Hasan Fehmi Bey onun için bir hoca gibiydi.
Sabah mahmurluğu içinde oları Sermet, odaya telaşla giren Samim’i görünce çok şaşırdı, hemen yataktan kalktı.
“Hayrola Samım, ne oluyor, nedir bu telaşın?”
“Çok kötü Sermet, çok kötü, felaket! Hasan Bey’i dün gece köprü üstünde vurmuşlar!”
Sermet yere yıkılmamak İçin duvara dayandı. Kurşun yemiş gibiydi…
“Ne diyorsun! ölmüş mü?” diye haykırdı. “Allah kahretsin, dün o kadar koşturdum, engel olamadım. Alçaklar, hainler şerefsizler! … Neyle vurmuşlar Samim?”
“Tabancayla. Kanlar içinde yere yıkılmış. Hemen hazırlan, araba aşağıda bekliyor. Bab ı Âli’ye gidiyoruz. Yolda anlatırım.”
Sermet alelacele ayağına bir pantolon, sırtına bir mintan ve uzun bir ceket geçirdi. Başına fesini taktı. Merdivenleri indiler. Sermet’in annesi telaş içindeydi.
“Oğlum ne olmuş? Anlatsana. Kimi vurmuşlar?”
“Ne anlatayım anne, Hasan Ağabey’i vurmuşlar.” ” “Vah vah, yazık olmuş. Ona kıyanların Allah belasını versin. Aman evladım ne olursun sen kendine dikkat et. Maazallah başına bir şey gelirse ben kahrolurum.”
“Merak etme anne. Benim başıma hiçbir şey gelmez.”
Kapıda onları bekleyen arabaya bindiler.
“Çabuk çek kardeşim, Bab ı Âli’ye gidiyoruz,” dedi Samim.
Tekerlekler arnavutkaldırımının üzerinde gürültüyle dönmeye başladı.
“Anlat Samim. Nasıl olmuş? Kim vurmuş Hasan Ağabey’i, yakalamışlar mı katili?”
Ahmet Samim’in sesi titriyor, ağzı kuruyordu.
“Dün öğleden sonra,” diye, söze başladı, “Hasan Ağabey gazetedeki İşlerini bitirdiği sıralarda Mülkiye’den arkadaşı Kaymakam Ertuğrul Şakir Bey kendisini görmeye gelmiş, ‘istersen gel,’ demiş. ‘Birlikte Beyoğlu’na çıkalım. Yakın dostum Hadi Paşa Hicaz Valiliği’ne atandı. Tokatlıyan Oteli’nde buluşacağız. Onu mutlaka kutlamalıyım.’
“Hasan Ağabey, ‘Hay hay,’ demiş. ‘Ben de Britanya Oteli’nde bir dostumu göreceğim, birlikte gideriz.’
“Serbesti gazetesinden çıkıp Büyük Postane’nin arkasından dolaşarak Eminönü’ne yürümüş, oradan da tramvaya atlayarak Galatasaray’a gelmişler. Okulun karşısındaki kundura boyacısına uğramışlar. Bir de bakmışlar ki. Celal Sahir Bey ile Ahrar Fırkası Genel Sekreteri Nurettin Ferah Bey ayakkabılarını boyatıyorlar. Dördü de birbirlerini tanıyan, seven dostlar oldukları için ‘Haydi,’ demişler, ‘birlikte Tokatlıyan’a gidelim. Hem Hadi Paşa’yı kutlar, hem de birer çay içeriz.’”
“Samim’ciğim, ben bunları zaten biliyorum. Ayrıntıları bırak da cinayeti anlat.”
“Oraya geliyorum işte. Dört arkadaş birlikte Tokatlıyan’a gitmişler. Ama Hadi Paşa’yı bulamamışlar. Caddeye bakan salonda oturup çaylarım içmişler. Çaydan sonra Hasan Ağabey hep birlikte Britanya Oteli’ne gitmeyi önermiş. Kalkıp oraya gitmişler. Otelde kalan Reşit Bey dördünün de dostuymuş. Orada da birer çay içmişler. Reşit Bey, ‘Aman Hasan,’ demiş, ‘çok dikkatli ol. Bunlar sana bir şey yapabilirler. Yazılarında çok ileri gidiyorsun. İttihatçılardan her şey beklenir.’
“Hasan Ağabey, ‘Biliyorum,’ demiş, ‘benim idamıma karar vermişler ama aldırmıyorum.’ Üç arkadaşı da çok şaşırmış. ‘Aman, nasıl olur,’ demişler. ‘Bu da nereden çıktı?’
“Hasan Ağabey, ‘Tam bir ay önce imzasız bir mektup aldım. Zarfın üzerinde Manastır damgası vardı. Şunlar yazılıymış o mektupta:
“‘imzamı koymaktan çekinmemi takdir edersiniz. Hatta bu mektubu da kendi elyazımla yazmıyorum. Hükümetimizi tutan komite, zattalinizin ve sizin peşinizden gelip de bize muhalefet eden kalem sahiplerinin idamına kesin surette karar vermiş bulunuyor. Bunu sağlam kaynaklardan öğrendim. Size bu karart bildirmekle vicdani görevimi yaptığıma inanıyorum. Tedbirli olunuz. Cenabı Hakkın himayesi üzerinizden eksik olmasın,
“Evet, evet,” dedi Sermet. “Hasan Ağabey bir süre önce bu mektuptan bana da söz etmişti. Biz bunu şantaj sanmıştık.”
…