Cemiyet ilimlerinin araştırma alanına giren konular hakkında çok defa yanlış hükümler verildiği, en basit ilim görüş ve düşünüşüne aykırı meraklara saplanıp kalındığı görülür. Fizik, kozmografya, botanik…
konuları üzerinde konuşurken, konuların veya bunları araştırma metotlarının millî veya «gayri millî» olup olmadığını düşünmek kimsenin aklından geçmediği halde, felsefe, sosyoloji, edebiyat konuları üzerinde konuşan ve yazanlar sık sık bu terimleri dillerine dolarlar; çok defa mânası iyi anlaşılmayan bu «milli» kelimesi üzerine uzun uzun dil ve kalem savaşları alıp yürür.
«Milli» kelimesinin, millet isminden Arapça kaideye göre yapılmış ve milletle ilgili şeyler hakkında bir sıfat olarak kullanılması pek tabiidir; fakat çokluk, ondaki bu elle tutulur anlamın yerini, pek kaypak, sınırları belirsiz bir anlam alıyor.
Edebiyat eserlerini sadece, böyle asıl anlamını kaybetmiş, yahut bunu bulamamış bir
gibi yanlış ilim ve tenkit sonuçlarına götüren anlayışın sakat ve çarpık taraflarını görmemiz, gerçek ilim ve tenkidin faydalarına inanıyorsak, kelimeleri ve terimleri, onların doğru anlamlarını bilerek kullanmamız gerektir.
Ben burada düşünüşlerimi ortaya koymak ve münakaşa etmek için, cemiyet üzerinde araştırmalar yapan bir bilgi şubesinin, memleketimizde son yıllarda bir moda olan folklorun bazı meselelerinden hareket edeceğim; daha sonra da bunlarla ilgili edebiyat ve sanat sorularına dokunacağım. Her milletin folkloru da, tıpkı edebiyatı ve daha geniş mânada sanatı gibi, ancak bütün insanlık için müşterek unsurlarıyla milletlerarası bir ilmin mevzuudur.
Folkloru sadece mahallî hususiyet17 FOLKLOR VE EDEBİYAT 1982 lerin tasviri yapan bir bilgi diye anlamak yanlış olur. Bu mânada kaldıkça onu hattâ, cemiyet ilimleri için bilgi hazırlayan bir bilgi kolu diye de alamayız; çünkü bir Fransız veya Hint sosyolojisi yoktur; bu ilim için dünyanın her yerinde bir tek konu vardır: İnsan cemiyeti…
Folklor için de böyle… O yalnız bir tek cemiyetin hususiyetlerini öğrenmekle kaldığı takdirde gerçek anlamıyla sosyoloji araştırmalarına temel olacak malzemeyi veremeyecektir. Mahallî hususiyetler, belki, içine insanlığın müşterek malı olan birtakım ana unsurların döküldüğü kalıplardır. Meselâ dünya sanatlarının iptidaî şekillerini veren halk edebiyatı çeşitleri için hal böyledir; üslûp, yer ve şahıs isimleri…
bütün bunlar halk sanat eserlerinin kalıplarıdır; bunlar millî, hattâ daha dar anlamıyla mahallîdir; fakat bu kalıplara dökülen asıl ana fikirler: insanlığın ezelî meseleleri, ana duygular, dünyanın hangi tarafına gitseniz aynı kalır.
Bir Fransız masalını Hint masalına, bir Anadolu türküsünü Rhein boyu halk şarkılarından birine benzeten temalar bunlardır; folklor bilginleri bunların hangi milletten hangisine geçtiğini uzun uzun araştırırlar; dünyanın bin bir köşesinde, peynir ekmek yer gibi, ehemmiyetinin farkına varmadan anaların çocuklara anlattıkları ufacık bir masal için cilt cilt kitaplar yazarlar; bazı da, yıllar süren çalışmalardan sonra bir ufacık masalın ilk doğduğu yer keşfedilir gibi olur. Hattâ böyle keşiflerden, bazı gayretli bilginler, kendi milletlerinin eskiliğine, asilliğine, medeniyette bütün diğer milletlerden ileri olduğuna dair hükümler de çıkarırlar.
Fakat bu hükümler çok defa ikinci bir keşifle sarsılıp yıkılıverir; çünkü aynı masala daha eski bir vatan bulunmuştur. İlmin bu konularda bu yolda bocalamaları sürüp gidecektir. Asıl dâva, bu işlerle uğraşan ve hakikati görecek kadar gözleri açık olan gerçekten bilginlerin sık sık tekrarladıkları gibi,
herhangi bir kültür mahsulüne ilk ve en eski vatanı bulmak değil, bütün insanlık için müşterek olan değerleri belirtmek, bunların yayılışını, milletten millete, memleketten memlekete geçişini incelerken insan düşünüş ve duyuşunun gelişmesini görüp anlamaktır.