Daha çok Fransa’daki toplumsal dönüşümleri göz önünde bulundurarak kaleme aldığım bu kitabı yazmamın üzerinden yirmi beş yıldan fazla zaman geçti. Birinci Enternasyonalin, İşçi Enternasyonalinin kuruluşuna katılan kuşakla, Paris Komününün kılıç artığı eylemcileri henüz yaşıyorlardı; ve çevrelerinde gericiliğin zafer çığlıklarını duya duya bu insanlar sosyalist devrim hareketine inançlarını yitirmişlerdi.
Toplumsal devrim düşüncesi bir tek Hankistler (merkezi devlet komünizmi yandaşlan) arasında yaşıyordu, bir de Birinci Enternasyonalin, devletsiz anarko-komünizm ya da kolektivizm ilkelerine bağlılıklarını sımsıkı sürdüren bir avuç anarşisti arasında yaşıyordu. Bu kitapta ben işte bu düşünceleri -yani sermayenin ve devletin boyunduruğundan kurtulmuş topluluğun alabileceği önlemlere ilişkin anlayışımızı- açıkladım.
Kuşkusuz toplumsal yeniden yapılanmanın ayrıntılı planlarına yönelik bir taslak çizebilmenin mümkün olduğunu düşlemiyordum. Aklımdan geçen, toplumsal devrimin karşısına çıkacak devasa sorunlar üzerinde devrimcilerin düşünebilmelerini sağlamaya yönelik bir planı genel hatlarıyla ve kabataslak sunmaktı. İspanya’da, bu kitapta açıklanan düşünceler işçilerce hemen benimsendi. “Ekmeğin Fethi” (kitaba bu adı takmışlardı) [1] işçiler -daha çok da anarşistler arasında- sık kullanılan bir tür deyim oldu.
Merkezi devletin her zaman en büyük kötülük kaynağı olarak görüldüğü bu ülkede, toplumsal devrimin özgür komünler yoluyla hayata geçirilmesi tam bir onayla karşılandı. Ne var ki Avrupa’da gericilik gitgide güç kazanıyordu.
Bütün ülkelerin sosyal demokratları işçilere, bundan böyle -yani devlet güçlerinin yüksek gelişme düzeyine eriştiği koşullarda- devrimin olanaksız olduğunu telkin ediyorlar, halihazırdaki “sermaye konsantrasyonumun kapitalist sayısını büyük ölçüde azaltmayacağını ve küçük sanayi ile küçük ticareti yok etmeyeceğini aşılıyorlardı. Bu telkinler ve propagandalar üstün geldi.
Toplumsal devrimin yakın olduğuna duyulan inanç gitgide zayıfladı. İş o hale geldi ki, bizim arkadaşlarımız arasında bile, toplumsal devrimin alacağı biçimler üzerine kafa yormanın gereksiz olduğunu söyleyebilenler çıktı. “Ne zaman olacak bu devrim?
İki yüz sene sonra mı?” diyorlardı. Oysa Dünya Savaşı son beş yılında bu türden umutsuz düşüncelerin ne kadar yanlış olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bir yandan, gerek müttefiklerde, gerek Almanya’da savaş, devrim falan olmaksızın devlet sosyalizm Ve son olarak bizde, Rusya’da, iki yıldır, yüz elli milyonluk bir halkın ekonomik yaşamının komünist ilkelere dayalı olarak çok geniş ölçekte yeniden yapılandırılması girişimleri sürüyor.
Bu girişimler sırasında, merkezileşmiş bürokratik karakterli devleti yeniden yapılandırırken düşülen büyük yanlışlar, kapitalist üretim ve tüketim tarzından toplumsal tarza gerçek, canlı bir geçişi sağlayacak koşullar üzerine çok önceden kafa yormaya başlamak gerektiğini açıkça göstermiştir [2] . Ama hayat ilk başarısız girişimde çakılıp kalmadığı için; bunu kaçınılmaz olarak bütün ülkelerde aynı yöndeki başka dönüşümler -kimi ülkelerde çoğu zaten başlamış dönüşümler- izlediği için, her sosyalist doğal olarak kendine ve insanlığa karşı bir borç duygusu içindeydi:
Kapitalist olmayan, daha güzel bir toplumsal yapıya geçişin şu anda yaşamakta olduğumuz korkunç acılar, hastalıklar, yitikler, akıl almaz yıkımlar olmaksızın sağlanabileceği koşulların araştırılmasına zihinsel ve bedensel varlığının tüm gücünü, enerjisini harcama borcu… 1864 yılında Fransız ve İngiliz işçilerince kurulan ilk İşçi Enternasyonali’nin gündemini özellikle kapitalizmden komünizme geçişin koşullarını irdelemek oluşturuyordu. Ama burjuvazi ve iç entrikalar bu büyük gücü yerle bir ettiler; bunun üzerine ilkinin yerini İkinci Enternasyonal aldı.
Ancak bu, Birinci Enternasyonalden farklı olarak işçilerin değil, sosyal demokrat partilerin birliğiyle oluşmuştu ve önüne hedef olarak önce “iktidarın ele geçirilmesi”ni koymuştu; sosyalist dönüşüm ise bu iktidar aracılığıyla ve daha sonra gerçekleştirilecekti. Bizden de, toplumun merkezden yönergelerle değil, yerinde, aşağıdan yukarı yapılandırılması gerektiğinden söz edenler boş hayal peşinde koşmakla suçlandırıldılar.
Geçmiş, geçmişte kaldı; o bakımdan biz bu tartışmaları bir yana bırakıyor ve geleceğe bakıyoruz. Geleceğe değer veren, gelecekte başarılı, canlı bir toplumsal devrim görmek isteyen herkes, böyle bir devrimin başarıyla gerçekleşeceği koşullar üzerine ciddi ciddi düşünmek, kafa yormak zorundadır. Bilimin üzerine düşen, toplumun mevcut güçlerini ve yeniden yapılanma imkanlarını irdelemektir;
bizim yapmamız gerekense, yaşamın koşullarını -kitaplara, broşürlere göre değil- köylerde, işliklerde, fabrikalarda, demiryollarında, madenlerde… bizzat yaşamın içine girerek, yaşama katılarak araştırmak, öğrenmektir. Bizim hem eski düzenin direnme gücünü, ona bu gücü veren mekanizmaları tanımamız hem de yeni düzeni kuracak yeni ve yapıcı güçleri uyarmamız, uyandırmamız gerekir.
Bu kitapta, yeniden yapılanma konusunda izlenebilecek olası doğrultulardan biri gösterilmiştir. Bir başka olası -yine anarşist- doğrultu ise, arkadaşlarımızdan sendikalist Puje (Pouget) tarafından “Devrimi Nasıl Yapaca ğız?” adlı kitapta gösterilmistir.
Arkadaşımız bu kitabında sosyal devrime profesyonel sendika birlikleri açısından bakmakta ve sendikalistlerin sosyal devrimi nasıl anladıklarım açıklamaktadır. Bu kitabın da yakında Rusçaya çevrileceğini umuyorum [3] .
Keza, Proudhon’un sosyal devrimi nasıl anladığına ilişkin görüşleri -en azından, bu görüşlerin Gilom tarafından yapılan özetlemesi [4] – ve Proudhon’un Amerika’daki takipçisi Edward Bellamy’nin [5]”Eşitlik” adlı kitabı en nihayet Rusçaya çevrilir diye umuyorum.
Bir başka umudumuz da, Rusya’da artık Alman sosyal demokratlarına duyulan puta taparca düşkünlüğün zayıflaması ve İngiltere’de (munitsipal sosyalizm [6] , gildey sosyalizmi [7] (7)), Latin ülkelerinde (komünalizm vb.) neler olup bittiğine ilgi duyulmasıdır. Hayatın; toprağın, sanayinin, ticaretin kamulaştırılması gibi sorunların yanma getirip koyduğu bu sorunlar üzerine sahip olunan genel bilgi çok yetersiz. Hayat artık derin değişiklikler istiyor.
Eskiden olduğu gibi yaşamdan habersiz olmaya devam edersek, her yeni girişimimiz kaçınılmaz olarak başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Şu anda kitabımı yeniden okurken ne gibi duygular içinde bulunduğumu herkes kolayca anlayacaktır sanırım.
Egemenlerin buyruklarına körü körüne uymanın değil, herkesin katılacağı, özgür işbirliği ilkeleri üzerinde yükselteceğimiz sağlam yapıya konulacak çok sayıdaki taştan biri olur, dilerim bu kitap.