Vatan Haini miydi?
“Facialara kalkan olamadım ise de; siper sâika (paratoner) vazifesi gördüm” Bütün musibetleri üzerime çektim. Kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım. Dinine, devletine, vatanıma ve milletine hıyanet edenlerin aziz Allah’ın kahreden kudretli gücüne hedef olması için yakarıyorum
Memleketini Niçin Terketti?
Her tarafı istilâ eden inkılâb ve ihtiras içinde karşı koyma yahut başeğme imkânını bulamadım. Kamuoyuna sükûn ve durumda açıklık belirinceye kadar İstanbul’dan geçici olarak ayrılmaya karar verdim
Ve Gerçekler:
Elbet birgün hak kuvvete üstün gelecek ve necîb milletimiz hakikatleri öğrenecektir.
Torunları, Sultan Vahideddin’e Şahbaba derlerdi. Şahbaba, yukarıdaki satırları ölümünden birkaç gün önce yazmıştı..Son padişahın tarihteki rolü yıllarca tartışıldı ama o hiç katılmadı bu tartışmaya…Murat Bardakçı’nın titiz bir araştırmayla topladığı ve bugüne kadar hiçbir yerde yayımlanmamış belgelere dayanarak kaleme aldığı Şahbaba sadece Sultan Vahideddin’in değil, ailesinin ve yakın çevresinin de hikâyesi..
Hükümdarın kızı Sabiha Sultan’ın ifadesiyle, “Masalı andıran bir hayat yaşayıp başdöndürücü iniş-çıkışlar ve taşkın fırtınalar atlattıktan sonra pek de kolay olmayan bir şekilde ayakta kalabilen insanların” öyküsü…
Ben tarihçi değilim… Memleketiyle birlikte bedenen ve ruhen yıkılmış bahtsız bir hükümdarın kızıyım…
Bana dinimin İslâm olduğunu, ecdadımın kurduğu vatanın sevgisiyle beraber telkin ettiler… Bu iki akideyi kanımın içinde duyarak büyüdüm ve ihtiyarladım…
Gönlüm ister ki Türk Milleti tarihine karşı hürmetkar olsun, geçmiştekilerin hizmetlerini, büyüklüğünü unutmasın… Onlara tam kıymetlerini versin, Osmanlı Devleti’nin tarihte kazandığı azametli, vekarlı yeri küçümsemesin… Maziye karışan bedbaht hükümdarlara şimdiye kadar yüklenen ithamların yerinde olup olmadığını tam bir müsamaha ve titizlikle tedkik etsin…
Bugün Cumhuriyet kurulmuş, ailemiz vazifesini yapıp geçmiştir… Türk Milleti’nin bizleri artık dedikodu mevzuu etmesi ayıptır, çünki milletimiz için Osmanlı Tarihi iftihar edilecek bir mirastır… İmparatorluk ayrı bir devirdi, fakat o da Türk’ün idi, bugünkü Cumhuriyet de Türk’ün malıdır…
Taşıdığım kandan içimdeki imana kadar kendisine her şeyimle bağlı olduğum babamın kuvvetli varlığım o dünyayı terketmiş, ben bu yaşa gelmişken hâlâ duyarım…
Babamın yolunu şaşırtmaya uğraştılar… Bir kısmı kasden hareket ediyordu, bir kısmı ise gizli ellerle idare edilen zavallı ve zayıf ahlâklı insanlardı
Kanaatini ve sözünü bütün hayatında tutmasını bilen babam kendisine verilen söze de tam bir emniyetle inanmıştı…
Yazdıklarım sırf şahsî kanaatlerimdir… Hakikate nisbetleri hakkında iddiada bulunamam… Ama tarih için bu gibi tahliller elzemdir ve tarihe intikal etmiş kimseler hakkında umumî efkârı yanlış hükümlere sahip olmaktan korumak bir insanlık borcudur…
Saltanat ve hilâfetin ilgasından sonra Osmanlı hanedanı hakkında muhtelif risaleler, kitaplar neşredildi; gazete sütunlarında romanlaştırıları bir takım yazılar görüldü… Fakat bunların hiçbiri kanı ve tarihiyle Türk yurdunun ve Türk Milletinin bir cüz’ü olan son Osmanoğulları’nın hayat ve hüviyetlerini tedkik etmemiş, çekdiklerini bilememiş ve haklarında doğru bir fikir edinmeye lüzum bile görmemiştir…
Bu bir serencamdır… Türk saltanat ve hilâfet tarihinin son devirlerinin, saray hayatının son günlerinin ve nihayet son padişahın kızı olarak içinde geçirdiğim hayatın hikâyesidir…
Ben, aileme kanımla olduğu kadar ızdırabımla da bağlıyım.
Sultan Vahideddin’in kızı
Sabiha OSMANOĞLU’nun
(1894 1971)
bir mektup zarfının
arkasına yazdığı notlardan…
ÖNSÖZ
“…Facialara ve olaylara kalkan
olamadım ise de, paratoner vazifesi
gördüm. Bütün musibetleri üzerime
Çektim… Kendimi feda ederek vatanı
kurtarmaya çalıştım”
(Sultan Mehmed Vahideddin’in
hatıralarından)
Şahbaba, yapayalnız bir insanın öyküsüdür.
Şartların doğru karar vermesine imkân bırakmadığı, hatta olup bitenleri değerlendirmesine bile izin vermediği çaresiz bir insanın öyküsü… Huzuruna elpençe girildiği günlerin hemen ertesinde hain ilân ediliveren sarayın yalnız adamının, Osmanoğulları’nın son hükümdarı Mehmed Vahideddin’in, torunları arasındaki ismiyle Şahbaba’nın hikâyesi…
Tâc sahiplerinin gerçi hemen hepsi yalnızdır ve yalnız olmayan belki tek bir hükümdar bile yoktur ama aralarında derin bir mesafe de bulunsa, içlerini dökebilecekleri tektük dostlara sahiptirler.
Peki, Sultan Vahideddin’in hiç dostu olmadı mı?
Cevabı hükümdarın bizzat kendi kızı veriyor; Sabiha Sultan yayınlanmamış hatıralarında “…Babam, yaradılış itibariyle çekingen, çok mütevazı, muhiti çok dar, dostu, arkadaşı yok denecek kadar az bir insandı” diyor.1″
Vahideddin iktidar yıllarında da yalnızdı… Bu yüzdendir ki hep tek basına kaldı ve nihayet bir zamanlar sureta da olsa kendisinden yana görünenler tarafından bile terkedildi.
O, bütün bu olup bitenlerin galiba en başından beri farkındaydı… Bu idrak ediş, sürgünde yazdıklarında apaçık görünüyor… Mektuplarında tahtından ve memleketinden olmuş bir hükümdardan ziyade küskün, yalnızlığın darbesi altında ezilmiş, dönüş ümitleri yavaş yavaş erirken vatan ve aile hasretini alaturka şarkılar besteleyerek terennüm eden, herşeyiyle kadere teslim olmuş bir insan konuşmaktadır…
Vahideddin’in tarihteki rolü 70 küsur yıldan beri tartışılıyor ve daha çok zaman tartışılacak gibi…
Hayatının son dört yılında acımasız bir sürgünü bütün ağırlığıyla yaşayan, siyasetten ve hatta hayattan bile elinieteğini çekmiş olan sabık hükümdar bu kitapta söz konusu tartışmaya şimdiye kadar yayınlanmamış notlarıyla, mektuplarıyla ve natamam hatıratıyla, yani kendi kalemiyle katılıyor… “Hain miydi, yoksa vatansever mi?”, “Memleketini niçin terketti?”, “Mustafa Kemal için ne düşünüyordu?”, “İstiklâl Savaşı’nı nasıl değerlendirdi?” gibisinden yıllardır sorulan sorulara ve devam eden tartışmalara bizzat cevap veriyor.
Birkaç yıl önce çıkarttığım bir kitabın, Son Osmanlıların önsözünde de yazmıştım: Türkiye’de Osmanlı hanedanı, özellikle de son padişahlar üzerine yapılan yayınlar sadece iki yönde olmuştu: Ya medhederek göklere çıkarmışlardı, yahut eleştirmişlerdi… Hem de en ağır, en acımasız üslûpla…
Bu karalama faaliyeti aslında yalnız bizim değil, bütün Şark dünyasının âdetiydi. “Veyl mağlûba!” düsturunun çarkları dönmüş, Sultan Vahideddin de bütün Öteki mağlûplar gibi çarkların arasında kalmış ve nasibini almıştı.
Bir kesimin gözünde haindi. Birinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde tahta geçmiş olmasına rağmen, Türkiye’nin savaş neticesinde uğradığı musibetlerin sebebi bile neredeyse oydu.
Ama karşı tarafa göre İstiklal Harbi’nin gerçek mimarı ve büyük vatanseverdi… Onunla sevinip onunla üzülüyorlardı, zira mazlumdu…
Hiçbir zaman insanî tarafıyla, zaaflarıyla yahut geçmişte resmen dile getirilmemiş bile olsa varolan hayırlarıyla söz konusu edilmedi Vahideddin.
Kitapta, bunu yapmaya çalıştım…
Bu ihanet iddiasıyla ilgili olarak bir hususun gözardı edilmemesi gerekir: Ben sadece Sultan Vahideddin’in değil, hükmettiği toprağın çocuğu olan hiçbir hükümdarın memleketine ihanetinin mümkün olabileceğine inanmıyorum. Zira en demokratik monarşiyle idare edilen ileri ülkelerin hükümdarları bile iktidarın kendilerine Allah tarafından lûtfedildiğine inanırlar… Başlarında bulundukları memleket Allah’ın onlara ihsanı olan bir mülktür ve mülke ihanet diye bir kavram onlar için mevcut değildir… Sultan Vahideddin’in mütareke senelerinde Rauf Orbay’a söylediği rivayet edilen “Bir millet var, koyun sürüsü… Buna bir çoban lâzım, o da benim” mealindeki söz de bu mantığın ifadesidir’2′. Sultan Vahideddin’in bazı siyasi kararları belki hatadır, hatta büyük hatalardır ama bunların ihanet noktasına getirilmemeleri gerekir.
O halde, Sultan Vahideddin’in yetmiş küsur seneden beri hâlâ tartışılan politikasının temelinde nasıl bir düşünce yatıyordu? Cevabı yine kızı Sabiha Sultan’dan alalım:
“…Babam imparatorluğu kırk yıl boyunca idare eden ağabeyi Sultan Abdülhamid’in ‘İngiliz dostluğu, Fransız yakınlığı’politikasını benimsemişti. Esasen çözülmüş ve zayıflamış olan imparatorluğu toparlayıp dağılmaktan kurtarmak için amcam Abdülhamid, kendi tabiri ile ‘Ali’nin külahını Veli’ye, Veli’nin külahını Ali’ye giydirmekle otuz yıldır canım çıktı. Öyle kurtardık. Adamlar yani İttihadçılar kimseye danışmadan, hatta kendi aralarında bile istişare etmeden sanki yağma varmış da geç kalınacakmış gibi Balkan Harbi’ne ve arkasından Birinci Cihan Harbi’ne ve Alman dostluğuna kapılarak maceralara atıldılar ve bu hale getirdiler! Yazık değil mi?’derdi. …Babam da bu siyasetin devamı tarafdarı idi ve yazık ki tahta çıktığı zaman iş işten geçmişti…
…îç siyasette harp sonrası huzur en çok düşündüğü husustu. Dış politikada ise ancak İngilizler’le iyi münasebet kurarak harbin ağır kayıplarını telâfi edebileceğini düşünüyordu! Bunların çok kısa zamanda olamayacağını çok iyi biliyordu”
Sultan Vahideddin’in şimdiye kadar tek bir bilimsel makale’ ve yine tek bir kitap Tarık Mümtaz’ın eseri dışında ciddi şekilde ele alındığını, hakkında doyurucu bir yayın yapıldığını söyleyemeyiz.
Son padişahı konu alan ilk kitaplardan birini 1975’te Necip Fazıl Kısakürek yayınladı: “Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin”. Kitap, Mustafa Kemal’in manevî hatırasına hakaret edildiği gerekçesiyle çıkmasının akabinde toplatıldı.
Necip Fazıl’ın kitabı yazmadan önce hükümdarın kızı Sabiha Sultan’a müracaat ettiğini ama Sultan’ın isteği geri çevirdiğini eski başbakanlardan Suat Hayri Ürgüplü’nün notlarından öğreniyoruz.
Sultan Vahideddin’le ilgili olarak şimdiye kadar yazılanlar içerisinde gerçeklere en yakın olanı Damad Ferid Paşa’nın yaverlerinden Tarık Mümtaz Göztepe’nin 1978’de yayınlanan ve kendi şahsî hatıralarına dayanarak kaleme almış olduğu eseriydi… İki ayrı cilt halinde çıkan “Sultan Vahideddin Mütareke Gayyasında” ve “Sultan Vahideddin Gurbet Cehenneminde” adlı kitaplar, yer yer abartılı ifadelerine rağmen, öteki yayınlara göre, Vahideddinle ilgili en güvenilir kaynaklar olarak kaldı.
…