Lord Edward ve Leydi Charlotte Malory’nin tatlı yeğenleri Regina Ashton, geçmişindeki acı verici bir sır nedeniyle duygusuz ve kendini beğenmiş bir çapkına dönüşmüş Nicholas Eden tarafından kaçırılır. Reggie şerefine leke süren ve bütün kadınsı tutkularını uyandıran bu altın saçlı serseriyle evlenmek zorunda kalır. Ancak Reggie’nin güzelliği Nicholas’ın da baştan çıkmasına ve elbette pek çok yanlış anlamaya neden olur…
***
Londra 1871
Brendi şişesini tutarı parmaklar uzun ve zarifti. Selena Eddington elleri söz konusu olduğunda kendisiyle gurur duyardı. Fırsatını yakaladığı her an elleriyle gösteriş yapardı. Bardağını alıp götürmek yerine, Nicholas’a şişeyi uzattı. Yaptığı hareketin elbette başka bir amacı daha vardı; Nicholas rahat mavi kanepeye uzanmıştı ve Selena önünde durduğunda arkasına aldığı şömine ateşinin ışığı, muslin elbisesi içinden kıvrımlarını fazlasıyla belli ediyordu.
Nicholas Eden gibi bir zampara böylesine enfes bir vücudu elbette takdir ederdi.
Selena’nın brendiyi doldururken bardağı tutan sol elinde irice bir yakut yüzük parladı. Evlilik yüzüğü. İki yıldır dul olmasına rağmen, yüzüğü hâlâ gururla takıyordu. Bir sürü yakut da boynundaki kolyedeydi ama göz alıcı taşlar bile güzelliğini ortaya seren derin dekoltesinin şatafatını gölgeleyemiyordu. Üzerindeki koyu eflatun tonundaki elbise, yakutlarıyla zarif bir biçimde uyumluydu.
“Nicky, beni dinliyor musun?”
Nicholas’ın yüzüne, Selena’nın anbean daha da rahatsız olduğu endişeli bir bakış hâkimdi. Söylediklerinin bir kelimesini bile dinlemiyordu, içinde Selena’nın olmadığı derin düşüncelere dalmıştı. Öyle ki Selena brendisini doldururken yüzüne bile bakmamıştı.
“Dürüst olmak gerekirse Nicky, sadece ikimizin olduğu bir odada beni bir başıma bırakmanda övünülecek bir şey yok.”
Nicholas kafasını kaldırıp kendisine bakana kadar Önünde dikildi.
“Sorun ne, tatlım?” Selena’nın ela gözleri bir anda parladı. Eğer sevimsiz öfkeli yanını görmesine cesaret edebilmiş olsaydı, Nicholas’ı çoktan ayağının altını almış olurdu. Ne kadar kışkırtıcı, ne kadar umursamaz, ne kadar… imkânsız biriydi! Keşke bu kadar iyi bir av olmasaydı.
Selena dikkatli bir tavırla, sonunda şöyle dedi: “Balo, Nicky, Balodan konuşuyorum ama dikkat etmiyorsun bile. Dilersen konuyu değiştireyim, tabii yarın gece beni almaya geç kalmayacağına söz verirsen.”
“Ne balosu?”
Selena nefesini tuttu, kelimenin tam anlamıyla şaşkına dönmüştü. Nicholas hiç de ilgisiz biri olmamıştı. İnsanı çileden çıkaran bu adamın, şu anda kendisinin ne konuştuğuna dair hiçbir fikri yoktu.
“Dalga geçme benimle, Nicky. Shepford balosu. Dön gözle beklediğimi biliyorsun.”
“Ahh, evet,” dedi adam ifadesizce, “Tüm baloları geride bırakan şu balo ve bu sezonun sadece başlangıcı.”
Selena ses tonunu fark etmemiş gibi davrandı. “Ayrıca, Shepford Düşesi’nden ne kadar uzun zamandır davet beklediğimi biliyorsun. Bu balonun yıllarca konuşulacağı muhakkak. Özetle önemli olan herkes orada olacak.”
“Yani?”
Selena içinden yavaşça beşe kadar saydı. “Yani saniye bile geç kalsam ölürüm.”
Adamın dudakları o tanıdık alaycı gülümsemeyle kıvrıldı. “Çok sık ölüyorsun, tatlım. Cemiyet şamatasını bu kadar ciddiye almamalısın,”
“Senin gibi mi olmalıyım?”
Elinden gelse bunun cevabını kendisi anında verirdi Selena. Öfkesi artık patlama noktasına ulaşmıştı ve bunun sonuçlan bir felaket olurdu. Selena, karşısındaki adamın bir insanda oluşan aşırı bir duyguyu nasıl kınayacağını çok iyi biliyordu – gerçi konu kendisi olduğunda, her ne kadar nahoş da olsa Nicholas öfkesini kolayca dışa vururdu.
Nicholas umursamazca omuz silktİ. “Bana tuhaf diyebilirsin, tatlım ama ben şu hiç kimseyi takmayanlardanım.”
Ne kadar da doğruydu. Canının istediğini görmezden gelir ve aşağılardı. Hoşlandığı herhangi biriyle ve hatta cemiyet tarafından aşağılanan ünlü serserilerle de arkadaşlık ederdi. Asla ve asla kimseye yaltaklanmazdı. İnsanların dediği kadar vardı, tam bir küstahtı. Ancak yıkıcı derece etkileyici de olabiliyordu – tabii istediği zaman.Mucizevî şekilde Selena sinirlerine hâkim oldu. “Ne olursa olsun Nicky, Shepford balosunda bana eşlik edeceğine söz verdin.”
“Öyle mi?” dedi Nicky tembelce.
“Evet, söz verdin. Ve beni almaya gelmekte gecikmeyeceğine dair de söz verdin, değil mi?”
Nicky yine omuz silkti. “Böyle bir şey için nasıl söz verebilirim, tatlım? Geleceği şimdiden göremem. Yarın için geç kalmama neden olacak herhangi bir şeyin çıkıp çıkmayacağını şimdiden kestiremem.”
Selena neredeyse çığlık atacaktı. Vurdumduymazlığı dışında, gecikmesine neden olacak herhangi bir şey yoktu ve bunu ikisi de gayet iyi biliyordu.
Selena hızla karar verdi ve ilgisizce konuştu: “pekalâ, Nicky. Bu benim için çok önemli olduğundan ve sana güvenemeyeceğimden kendime eşlik edecek başka birini bulacağım. Ayrıca senin bir şekilde baloya gelmeni umut edeceğim.” Aynı oyunu ona karşı oynuyordu.
“Bu kadar kısa sürede mî?”
“Bu konuda şüphen mi var?” diye meydan okudu Selena.
Nicholas bakışlarını memnuniyetle üzerinde gezdirerek gülümsedi. “Aslında, hayır. Aksine yerime başkasını bulursan başının daha az belaya gireceğine inanıyorum.”
Selena, bu sözlerin kendisini nasıl etkilediğini belli etmeden ona arkasını döndü. Bu bir uyarı mıydı? Tanrım, kendinden nasıl da emindi! Selena ilişkilerini bir birirebilse ancak o zaman hak ettiği cezayı vermiş olurdu. Bugüne kadar hiçbir metresi bunu ona yapmamıştı.
Nicholas daima ilişkiyi bitiren taraf” olmuştu. Her zaman kontrolü elinde tutandı. Selena onu terk etse o zaman tepkisi kim bilir nasıl olurdu? Bu onu öfkeden deliye mi çevirirdi? Bu üzerinde düşünülmesi gereken ciddi bir husustu.
Nicholas Eden hafifçe gerindi ve Selena’nın kadehini alışını, ardından da ateşin önündeki kalın kürk halıya, yanı başına uzanışını seyretti. Nicholas’m dudakları alayla kıvrıldı. Karşısındaki kadının hali ne kadar da baştan çıkarıcıydı ve elbette ki bunun bilincindeydi. Selena her zaman ne yaptığını çok iyi bilirdi.
Arkadaştan olan Marie’nin şehirdeki evindeydiler, Merie ve onun şimdiki sevgilisiyle yedikleri şık yemek sonrası, bir saati aşkın süre iskambil oynamışlar ve ardından bu sevimli oturma odasına çekilmişlerdi. Marie ve sevgilisi, Selena ve Nicholas’ı baş başa bırakarak üst kattaki odalardan birine kapanmışlardı. Bunun gibi daha kaç gece geçmişti? Sabit olan tek şey, kontesin her seferinde başka bir sevgilisinin olduğu gerçeğiydi. Kont olan kocası şehirde olmadığında, kontes hayatını tehlikeli şekilde hızlı yaşıyordu.Buna rağmen, bu gece farklı olan başka bir şey vardı. Oda her zamanki gibi romantikti; ateş yanıyor, köşedeki yağ lambası hafifçe ışık veriyordu. Hizmetçiler de bu gece için itinayla çalışmışlar ve sonra da görevlerinin gereği olarak odalarına çekilmişlerdi, Selena ise hiç olmadığı kadar baştan çıkarıcıydı. Ama bu gece Nicholas sıkılmıştı. İşte durum bu kadar basitti. Bir yılan gibi kıvrılan Selena’ya katılmak gibi bir isteği yoktu.
Selena’ya olan ilgisini kaybettiğinin bir süredir farkındaydı. Özellikle bu gece onunla yatağa gitmek istememesi, bu ilişkiyi bitirmesi yönündeki hislerini doğruluyordu. Birliktelikleri neredeyse üç aydır devam ediyordu ve bu, Nicholas’ın bugüne kadar yaşadığı bütün ilişkilerden daha uzundu. Belki de bu yüzden, yani onun yerine başka birini bulmamasına rağmen, ilişkilerini bitirip ondan ayrılmaya bu kadar hazırdı. Selena’ya hissettiklerini şu ana kadar başka biri için hissetmemişti. Tek tük olsa da kocalarına âşık olan ve bu yüzden cazibesine kapılmayan kadınlar dışında, Selena tanıdığı tüm kadınları gölgede bırakırdı. Ama av alanı sadece kocalarından sıkılmış evli kadınlarla sınırlı değildi, gerçekten hiç değildi. Ancak bu tatlı kadınları ilk ya da ikinci baharlarında yalnız bırakmaya gönlü el vermiyordu. Ona karşı koyamayan masum genç kızların da Nicholas’tan kurtuluşları yoktu. Sevişmeye istekli oldukları ve ilişkileri ailelerinin dikkatinden kaçtığı sürece, onlara bu iyiliği yapar ve onlara eşlik ederdi. Bunlar onun en kısa ama kesinlikle en tehlikeli oynaşmalarıydı.
Haşan genç zamanlarında üç bakireyle hayatın tadını çıkarmıştı. Bunlardan biri dükün kızıydı, acilen ikinci dereceden kuzeniyle evlendirilmişti. Diğer ikisi de benzer şekilde skandallar patlak vermeden hemen önce birer erkeğe yamanmıştı.
Ne bu üç masum kızın bekâretini almakla gururlanmış, ne de tek hataları önüne gelenle yatan bu kadınlarla evlenen adamları yaralamaktan keyif almıştı. Ne var ki suçlu da hissetmiyordu. Sosyeteye yabancı olan bu kızlar, evlilik vaadi olmaksızın kendilerini verecek kadar aptallarsa işler de buna uygun şekilde devam ederdi. Asillerin eşleri ise ne yaptıklarının gayet farkındaydı.
Nicholas’ın, kendi zevklerine ulaşabilmek adına kimi incittiğini hiç önemsemeyen biri olduğu söylenirdi. Bu belki doğruydu, belki de değildi. Kimse bundan emin olacak kadar Nicholas’ı iyi tanımazdı. Hatta kendisi bile, yaptığı bazı şeyleri neden yaptığı konusunda tereddütlere sahipti.
Her durumda da şöhretinin bedelini ödemişti. Sosyal açıdan kendisinden yüksek kademede bulunan ve unvan sahibi babalar, onu kızlarıyla evlenecek biri olarak görmez ve evliliğe uygun bulmazlardı. Nicholas, sadece oldukça cesur ve zengin koca arayan insanlar için evlilik listelerinde adı geçecek bir adaydı.
Zaten evlenmek için de eş aramıyordu. Unvanının taşıdığı şerefi gelecek nesillere taşımaya ve genç bir leydiye teklifte bulunmaya hakkı olmadığım uzun süredir biliyordu. Ne olursa olsun asla evlenmeyecekti. Kimse Montieth Vikontu’nun neden hekâr hayatına mahkûm olduğunu bilmiyordu ancak hâlâ onu değiştirebileceğine inanan sayısız İyimser vardı.
Selena Eddingtonda işte bu iyimserlerden biriydi. Bunu belli etmemek içîn özen gösteriyordu ama bir kadının ne zaman sadece unvanı peşinde olduğunu da anlardı. Selena ilk evliliğini bir baronla yaptıktan sonra artık gözü daha da yükseklerdeydi. Yuvarlak yüzünü saran kısa siyah saçları son modaya uygundu ve göz alıcı bukleleriyle olağanüstü güzellikteydi. İnci beyazı teni, anlamlı bakan ela gözlerini daha da derinleştiriyordu. Yirmi dört yaşında, büyüleyici ve baştan çıkarıcı güzellikte bir kadındı. Nicholas’ın var olan arzusunu kaybetmesi kesinlikle onun suçu değildi.
Şu ana kadar hiçbir kadın, tutkusunu onun kadar uzun süre canlı tutmayı başaramamıştı. Ancak bu ilişkinin bitmesini umuyordu. Her şeyi yapmışlardı. Henüz yeni bir avı gözüne kestirmeden önce, bu ilişkiyi bitirme isteği onu şaşırtan tek şeydi. Bu kararı, yeni biri ilgisini çekene kadar sosyeteyi meşgul edecekti ve Nicholas bu durumdan nefret ediyordu.
Belki yarınki balo buna vesile olurdu. Sezon yeni açıldığından, orada bir sürü genç kız olacaktı. Nicholas iç geçirdi.
Tatsız tuzsuz geçen yedi seneden sonra, yirmi yedi yaşında biri olarak genç masumlara düşkünlüğünü yitirmişti.
Bu gecelik Selena’yı terk etmeyecekti, bunda kararlıydı. Şu an dargın olduğundan ve öfkeden kendini kaybetme ihtimaline karşılık bu gece Seiena’dan ayrılmayacaktı. Bundan özellikle kaçınacaktı. Yapısı gereği aşırı tutkulu ve hırçın olduğundan, duygusal anlardan kaçınırdı. Kadınlar onun aşırı Öfkesine asla dayanamazdı. Gözyaşlarına boğulurlardı ki bu da hoş bir durum değildi. Hayır, baloda buluştuklarında ona her şeyi anlatacaktı. Selena baloda olay çıkaramazdı. Selena kadehini ateşin hizasında tuttu ve kehribar rengi sıvının, Nicholas’ın aşın uçlarda gezdiği zaman gözlerinde beliren gölgeyle tam olarak aynı renkte olduğu gerçeği karşısında hayrete düştü. Gözleri ilk peşinden koşmaya başladığı zaman da altın şansı renkteydi ancak bir şeyden şikâyet ettiğinde veya memnun olduğunda da bu renge bürünürdü. Özel bir şey hissetmediği zaman, sakin ve umursamaz olduğu anlarda, gözleri neredeyse kırmızıya çalan bir kahverengi tonuna dönerdi. İnsanı daima rahatsız ederdi o gözler, çünkü anlam veremediği bir şekilde gözleri hep parlardı. Sıkıntı veren göklerini, esmer teni ve uzun koyu kirpikleri tamamlıyordu. Ten rengi buğday rengindeydi ancak çoğu zaman dışarıda olduğundan bronzlaş-mıştı. Bu tekin olmayan görüntüsünden onu, akın rengi ışıltıları olan kahverengi saçları kurtarıyordu.
Bu kadar yakışıklı olması nedeniyle, bir kızın onu sadece bir kez görmesi bile kalbinin heyecanla çarpmasına neden olurdu ve bundan gerçekten nefret ederdi Selena. Buna çoğu kez şahit olmuştu. Genç kızlar onun karşısında serseme dönerdi. Yaşlı kadınlar ise arsız tekliflerde bulunurdu. İdare edilmesi çok zordu, buna şüphe yoktu. Reşit olmamış güzel kızlar bile kendilerini tereddütsüz önüne atıyorlardı. Etkileyici olan sadece yüzü değildi. Onun bu yıkıcı etkisini yok edecek kadar kısa ve hatta hamal olamaz mıydı sanki? Ama hayır, o sanki moda kendisi İçin yaratılmış gibi daracık pantolonlar ve ceketler giyerek son modaya uygun yaşardı. Vücudu muhteşemdi – kaslı ama abartılı değildi, boyu uzun ama kararındaydı ve bir atletin çevikliğine sahipti.
Keşke böyle olmasaydı. Selena’nın kalbi, o baktığında artık eskisi gibi hızla çarpmıyordu. Bu işi evliliğe götürmekte kararlıydı ve bunun nedeni, sadece hayatında gördüğü en yakışıklı adam olması değildi elbette. O Montiethler’in dördüncü Eden Vikontu’ydu ve bununla birlikte muazzam bir servete sahipti.
Peki ama bunu nasıl yapacaktı? Ona olan ilgisini yitirdiği açıkça belliydi ve bir şeyler yapılmalıydı. Aşklarını yeniden alevlendirmek için ne yapabilirdi? Hyde Park’ta çıplak mı yürümeliydi? Daha çok mu skandallara karışmalıydı? Whites veya Brooks’a mı gitmeliydi – ki bu onu gerçekten çok şaşırtırdı. Hiçbir koşulda kadınlara, tamamen erkeklere açık olan bu yerlere gitme izni verilmezdi. Belki de onu görmezden gelmeye başlamalıydı. Ya da hatta… ahh, evet, onu başka bir adam için terk etmeliydi! Bu onu öldürürdü! Guruna yenilirdi, daha fazla dayanamazdı. Bu onu kıskançlıktan çıldırtır ve evlenme teklif ederdi.
Selena bu düşünce karşısında heyecanlandı. Bu işe yarayacaktı. Yaramalıydı. Zaten denemek dışında başka seçneği de yoktu. İşe yaramazsa da kaybedeceği bir şey yoktu, çünkü Nicholas’ı çoktan kaybetmiş görünüyordu. Cesaretini topladı ve ona baktı; Nicholas ellerini kafasının arkasına almış, kanepede uzanır haldeydi. Uyumuştu! İnanılır gibi değil! Daha evvel böylesine hakarete uğramamıştı. İki…