John Saul, yirmiden fazlası en çok satanlar listesine girmeye hak kazanmış gerilim romanlarının yanı sıra, New York Times’in en çok satanlar listesine giren altı bölümlük The Blackstone Chronicles’in yazarıdır. Halen Seattle’da, Washington ve Hawaii’de yaşamını sürdürmektedir
Evliliklerin parçalanmak üzere olduğu noktada, Ted ve Janet Conway’e halalarından asırlık bir ev miras kalır. Conway’ler çocuklarını da alarak, ikinci bir şans yakalamış olmanın heyecanıyla Louisianan’nın küçük bir kasabası olan St. Albans’a giderler. Önlerinde yeni bir hayat uzanmaktadır.
Ne var ki, uzun zaman terk edilmiş duran Viktorya tarzı büyük malikanenin içinde Conway soyadının karanlık geçmişinin anahtarları yatmaktadır – intaharlar; garip kaybolmalar, voodoo ayinleri ve cinayet söylentileriyle dolu kanlı bir geçmiş. Conway’ler, bir kere ortaya çıktığında yaşayan her ruhu sindirmekle tehdit eden bu sırlardan habersizdirler. Coway ismini taşıyan her nesli, cehennemin derinliklerinden gelen bir hesaplaşma günü beklemektedir.
GİRİŞ
Yaşıyor.
Hâlâ yasıyordu.
Onu içinde hissedebiliyordu. Yine hareket ediyor, dönüyor, karnında kıvranıyordu.
Ölmesini istiyordu.
İstiyor ve dua ediyordu. Onu içinde ilk hissettiği arıda da dizlerinin üzerine çökmüş, içindeki kötülükten kendisini kurtarması için Tanrıya yakarmıştıuzıın günler ve daha da uzun geceler boyu süren umutsuz dualar. Uyumaınalıydı, sürekli tetikte olmalıydı. Birkaç huzurlu saniye boyunca kurtulmak için bile olsa kötülüğe karşı ihtiyatini asla bırakmamalıydı. Terden nemlenmiş çarşaflar üzerinde uyanık yatıyor ve camın ardındaki böcek vızıltısını dinliyordu. Her gecenin en karanlık saatlerinde yalağından kalkmış, camı açıp kana susamışları içeri bırakmayı düşünerek pencerenin yanına gitmiş ve karanlığın derinliklerine gözlerini dik
Bir defasında, paramparça olan tırnaklarıyla sinekliği yırtıp perdeyi lime lime etmiş, geceliğini bir sevgilisineymiş gibi yırtıp açmış ve işkence görmüş bedenini, derisine yoğun, pis bir öbek halinde konmak için gecenin derinliklerinden uçup gelen küçük yaratıklar sürüsüne sunmuştu: kancalarıyla tenini delip ü/erine yapışmışlar; kendisinden fışkının yağlı terin içinde sürünmüşler; delici iğnelerini her yerine bat irmiş kırdı Kanını ve onunla beraber de her hücresine hükmeden kötülüğü emip çıkarmalarını isterken titremesine sebep olan bir acı hissetmişti.
Ama içindeki kötülük her zamanki gibi kazanmıştı. Kendi isteğine rağmen böcekleri üzerinden atmış, pencereyi çarparak kapatmış ve zehirden arınmak için saatler boyunca kaynar duşun altında durmuştu.
Yatağına dönmüş, kendine ve yanında yatan adama, ama en çok da vücuduna hükmeden hastalığa lanetler yağdırmıştı.
Hastalık!
Evet bir hastalıktı: En silik anılarını bile bastırmış olduğu iğrenç günahlarına karşılık onu cezalandırmak amacıyla verilmiş bir hastalık. Unutmuş olduğu günahlarının yerine, sadece onu her gün biraz daha yiyip bitiren çürümüşlüğü ve yaşadığı korkunç dehşeti kalmıştı,
“Yüce Tanrım, beni neden kendinden malınım eltin?”
Bu kelimelerhavayı bile parçalaması gereken bu korkunç, keder dolu çığlık dudaklarından bir bebeğin inlemesi gibi zayıf, acınacak bir sesle dökülmüştü. Ama bu bile içindeki yaratığı çılgına çevirmeye yetmişti. Onu çığlıklar arasında düşe kalka evden dışarı çıkmaya zorladı; orada dengesini kaybedip yolun kenarındaki ssı1 kaldırıma dizlerinin üzerine kapaklandı. Perisi soyulmuş dizleri acıyla zonkluyordu. İnleyerek yere serildi ve mutlu, kısacık bir on için Ölmek üzere olduğunu zannetti. Ama içindeki hiddet hafifledi ve düzensiz soluğu bir süre sonra durulup yerini ritmik nefes alışına bıraktı. Kurtuluş anı henüz uzaktı. Büyük bir çaba ile ayağa kalktı ve gözlerini eve dikmiş bir halde durdu.
Yüksek tepeli çatısıyla, etrafını etek gibi sarmalayan geniş verandasıyla ve cehresini geçmişten kalan bir şapka gibi süsleyen kepenkleri ile evinin güzel olduğunu düşünmüştü bir zamanlar. Şimdiyse bu göz boyamanın gerçekten ne olduğunu görebiliyordu; içeride bulunan sapkınlığı sadece kısmen örten bir peçe; yukarı kayarak bir fahişenin salaş yüzünü ortaya çıkaran bir maske.
Benim gibi bir fahişe.
Davetsiz kelimeler, bilinçaltının derinliklerinden boğazını düğümleyen bir hıçkırık eşliğinde yüksel
İçindeki iğrençlik gücünü deniyordu ve kadının vücudu şiddetle sarsıldı.
Acıyla ileri doğru sendeledi. Verandayave ardındaki mağaram s ı odalara giden merdivenin dibinde durdu.
İçeride değil…
(lir şeyin farklı olduğuna, dışarıya kaçtıktan sonraki saniyelerde bir şeylerin değişmiş olduğuna dair o kesin inanç arkasını dönmesine sebep oldu.
Arkasında…
Kadın, sanki görünmeyen bir gücün etkisi allında, ellerinin yardımıyla yavaş yavaş evin arkasına doğru yürümeye başladı. Güneş, şimdi lam tepesinde, derisini acılan, konundan başlayıp gövdesinin geri kalanına; kollarından ve bacaklarından aşağıya doğru yayılan isilikler oluşturuyorsanki içerden kazıyarak vücudunun dokularından kurtulmak için uğraşan pençeleri varmış gibi kadını yakıp kavuruyordu.
Birden onu gördü.
Bilerini, sanki karşısındaki görüntüyü silmek. halta mümkün olsa kendi gözlerini oyup çıkarmak için yüzüne doğru bilinçsizce kaldırdı. Derken, kollan iki yanına düştü. Kadın, gözlerini kırpmadan, dallarını evin ötesindeki alana kadar genişletmiş eski manolya ağacının dibindeki şeye baktı.
Oydu.
Evlendiği adam.
Kendisini bu eve getirmiş olan adam.
Ona hastalığı bulaştırmış olan adam.
Kendisi hiç ulaşamayacağını bildiği bir kurtuluş için dua ettiğinde yanında bilinçsizce yatmış olan o adam.
Arlık yoktu. Vücudu çıplak, en ulak bir giysiden yoksun, ağacın en alçak dalından aşağı sallanıyordu. Boynuna onu sıkıca saran kalın bir sicim bağlıydı.
Başı tuhaf bir açıyla sallanıyordu ve cansız gözleri, kadının ruhunun kalıntılarını donduran bir bakışla kendisine kilitlenmişti.
Kendi karnını deşmek için kullanmış olduğu bıçağı hâlâ sağ elinin donmuş parmaklarıyla (uluyordu ve iç organları sallanan ayaklarının dibindeki kan gölünün içindeydi.
Bir sinek sürüsü daha şimdiden adamın deşilmiş cesedine konmuştu; yakında yumurtaları çatlayacak ve içlerinden, onunla beslenecek milyonlarca kurtçuk çıkacaktı.
O. kaçış yolunu bulmuştu.
Onu yapayalnız bırakmıştı.
Hastalıkla baş başa. tek başına.
Kadın kusma isteği ve duyduğu dehşetten bedenini sarsan bir spazmla neredeyse ikiye katlanmış bir hakle göriinlüyc arkasını döndü ve evin güvenli çatısı altına doğru, düşe kalka yürümeye başladı.
Kendi kendine mırıldanıyordu. Kendisinin bile anlayamadığı kelimeler dökülüyordu dudaklarından. Parlak öğle güneşinden kurtulduğu anda bütün vücudu tir tir titriyordu.
Saklan.
Saklanmak /orundayım. Adamdan saklanmalıyım.
O şeyden saklanmalıyım.
İçindeki çürümüş şey yeniden canlandı ve kadın, artık nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmez bir halde, içerideki iğrençliğin emirlerine boyun eğdi
Önünde bir kapı açıldı. Kadın sendeledi, düştü ve gölgeli karanlığın içine daldı. Siyahlığın kendini sarmaladığını hissetti ve ölümün rahatlığına açtı kollarını..
Bedeni bodrum yerinin soğukluğuna çarptı. Harekeletmeden yattı. Kendi isteğine karşı kalbi bir defa daha çarpmaya; ciğerleri kendilerini bir defa daha havayla doldurmaya başladı.
Ve şimdi de son ıstıraphep geleceğini bildiği 0 korkunç ıstırap.
Derinliklerinin içinden beyaz, sıcak bir şey olarak ortaya çıktı; dağılan ve yanan, her bir sinirini ateş ley ip korkunç bir cehenneme çeviren bir şey. Tüm ûcudurtu sararken boğazından fırlayan bir çığlığa ve hemen arkasından da kusmuğa dönüşlü.
Bedenindeki her kas kramplarla kasıldı. Tüm vücudu sanki görünmeyen bir işkencecinin acıması/ aletlerine maruz kalıyor, elleri ve ayaklarından dön yana çekiliyordu; giderek büyüyen bir acı içinde adeta boğuluyordu.
“HAAYIURRR .. .” Çektiği bütün acılar lek bir çığlık biçiminde içinden fırladı, ardından ortalıyı umutsuz bir sessizlik kapladı.
Ateş azalıp acısı dinene kadar uzun bir süre hareket edemeden yattı. Hastalığın eskiden varolduğu yerde şimdi kocaman bir boşluk vardı.
Kendini zorla ayağa kaldırıp bacaklarının arasında yatan küçük şeye baktı. Hâlâ kanlı dokularla kaplı küçük bebek, kollarını, sanki kadına ulaşmak istiyormuşçasına uzatıyordu.
Kadın ona baktı, sonra da uzandı, onu yerden aldı.
Onu sol koluna yatırdı ve sağ elinin parmaklarıyla küçük yüzünü okşadı.
Ardından, gözlerini bebekten ayırmadan, parmaklarını küçücük boğazına götürdü.
Sıkmaya başladı.
Parmakları ince boğazın etrafına kenetlenirken. ruhunu doldurup rahatlatan o tanıdık sözleri söylerken duydu kendini.
“Cennetteki Yüce Tanrımız…”
Bebek karşı koymaya çalışıyordu, parmakları içgüdüsel olarak kadınınkilere yapıştı.
“…Günahlarımızı bağışla, bize kötülük edenleri bağışladığımız gibi…”
Bebeğin küçük parmaklan güçlerini kaybediyordu: karşı koyamıyordu.
“Bizi kötülüklerden koru.”
Küçük parmaklar kadının ellerini bıraktı Bebek. ellerinde hareketsiz yatıyordu.
“Amin.”
Onu günbatımından hemen sonra buldular.
Hâlâ dua ediyor, hâlâ Ölü bebeği kollarında sallıyordu.
Çotuğu kucağından aldıklarında, onu evden götürüp ambulansa soktuklarında hiç karşı koymadı. Hiç.
Ambulans uzaklaşırken arkasına bakmadı.
Yüzü huzurluydu: kendi kendine sessizce bir şarkı mırıldanıyordu.
Sonunda gerçekten kurtulmuştu.
BÖLÜM 1
Janet Conway kasiyer daha tek bir kelime bile etmemişken gözlerindeki aşağılamayı gördü. Kasiyer telefonu kaldırıp da Janet’ın uzun zaman önce ‘karşıdaki ses’ oarak adlandırmış olduğu şeyi dinlerken, kendisi cüzdanındaki nakit parayı saymaya başlamıştı bile. Karşıdaki ses her zaman aynıydı. Son derece hoş, son derece mantıklı. Öylesine lamdık geliyordu ki, ona ait yüzü bile kolaylıkla resmedebilirdi olan silik hatlara sahip ve tüm duygulardan yoksun yüzlerden. Karşıdaki ses ‘in söyleyeceği sözler son noktayı koyacaktı: “Limitiniz tükenmiş.”
Utancından yüzünün kızardığını hissetti. Şimdiye kadar buna alışmış olmalıydın, dedi kendi kendisine. Bunca yıldan sonra buna hazır olmayı öğrenmeliydin. Kasiyerin gözlerine bakmaktan kaçınarak alışveriş sepetinde oluşturmuş olduğu küçük malzeme yığınını gözden geçirdi: beş tüp boyaüçü mavinin tonları. Aslında sadece kobalt tonuna ihtiyacı vardı ve fırçaların ikisi olmadan da yapabilirdi pekala, ama diğer fırça kesinlikle gerekliydi.
Bu gece yemek yemekten daha mı gerekli’.’ Kızarıklığı arttı, aşağılık duygusu kızgınlığa dö nüşüyordu. Bakışları tezgâhın üzerindeki ressam gereçlerinden uzaklaşıp genç adama kaydı ikizlerinden ancak iki üç yaş büyüklü kendisinden daha da çok sıkılmış görünüyordu. “Sizin halanız değil.” dedi adama. “Benim de değil, ” diye ekleyebilirdi, ama sustu. “Kirli çamaşırlarımızı uluorta göstermediğimizi biliyorsun, “annesinin sesi beş yıl önce kanserden ölmüştü—kulaklarında yankılanıyordu. Gerçek duygularını gizleyebileceğim umarak kasiyere zorla gülümsemeye çalıştı. “Hininim ufak bir hala olmuştur,” dedi e bir yandan da kafasında annesinin kendisini onaylayan hayalini canlandırdı.
“Öğleden sonra gelip bunları alırım.” Dükkandan çıkıp bunaltıcı Louisiana sabahına dalarken kasiyerin bakışlarım .sırtında hissediyordu ve genç adamın da en az kendisi kadar iyi bildiğini biliyordu geri gelmeyeceğini. Belki haftaya bir gün, ama kesinlikle bugün değil.
liski Toyota’sının motorundan çıkan garip sesi dinlerken bir yandan da çalışması için dua ediyordu. Kredi karlının tamircide, sanat malzemesi satan bira/ önceki dükkanda olduğundan daha şanslı olmayacağını biliyordu. Motor sonunda bir patırtıyla hayat bulurken tuttuğunu fark etmemiş olduğu nefesi bıraktı.
Bir sonraki durağının market olması gerektiğini ve çocukların onu beklediğini bilmesine rağmen arabasını tam ters istikamete sürdü. Kredi kartı meselesi ile hemen şimdi ilgilenmek istiyordu. Ted’in işten eve gelmesini bekleyemeyeceği kadar önemli bir meseleydi. Tabii, eğer eve gelirse, diye geçirdi aklından her gün yaptığı gibi.
Majestik Oteli belki de bir zamanlar gerçekten………..