Evie’nin paranormal geçmişi bir türlü peşini bırakmıyor, Uluslararası Paranormal Tecrit Ajansı’nın yeni başkanı onu yine merkeze çağırıyor.
Kara Kraliçe korkunç krallığında insanlara işkence ediyor.
Doğaüstü yaratıklar tehlikeli ve gizemli kaderlerinden,
onları koruyacak bir kurtarıcı arıyorlar.
Tüm varlıkların geleceği Evie’nin ellerinde.
Paranormal dünya için zaman azalıyor.
Evie’nin macerası, paranormal ve Doğaüstü’nden sonra sonsuz ile son buluyor.
“Şimdiye kadar yazılmış en iyi vampir-kurtadam-doğaüstü yaratık serisi devam ediyor.”
-Newsday-
“Olağanüstü seriye eğlenceli, içten ve güçlü bir son.”
-Cynthia Hand-
Elena ve Jonah için Hayatım, neşem, iki küçük harikam…
Pembe Her Henkle Gider
Ejderhalar hakkında şunu peşinen söyleyeyim: Haklarında zerre kadar bilgi sahibi değildim.
Bu da restoranın arka sokağından rakun kovma işimi güçleştiriyordu. Maskeli mini haydutlar yerine karşıma omurgasındaki ve omuzlarındaki tüyleri çivi gibi dimdik, soluk renkli, sürüngenimsi bir vücut dikilmişti. Yüzü neredeyse kurtların-kine benziyordu, uzun burnunun iki yanında dudaklarının üstüne kıvrılan iki kapkalın ve sipsivri dişi vardı. Ha, pençelerini de unutmamalı. Jilet gibiydiler. “Sen rakun değilsin,” diye fısıldadım.
“Hayır, çocuk. Sıradan bir hayvan değilim ben.” Havadaki kömür kokusuna eşlik eden tiz, pürüzsüz ve yaşını belli etmeyen sesi, çöp konteynırlarının arasında bir ejderhanın takıldığı gerçeğinden daha çok çarpmıştı beni. Konuşuyordu. E herhalde Evie, elbette konuşacaktı. Kendine saygısı olan, çöp eşeleyen bir mitolojik ejder konuşmasın da kim konuşsun? Hem kızmış hem korkmuştum. Çok şükür, tekboynuzlar gibi insanın burnunun direğini sızlatmıyordu bu ejderha.
Ama tek boynuzlar da otçuldu.
Derin bir nefes aldı, göğsünde altın rengi bir ışık belirdi. Işığın, ruhuyla ilgili olmadığını hemen anladım. Ruh değil, ateşti bu. Bir koşu tutturup kapıdan içeri dalmaya, kızarmadan önce de kapıyı kapatmaya zamanım yoktu. Hoş, ejderhaya kapı da sökmezdi zaten. Sokağın diğer ucuna koşmayı deneyebilirdim ama bu yaratığın ne kadar hızlı olduğunu bilmiyordum. Şansımı dürüstlükten yana kullanmaya karar verdim. “Yiyecek misin beni?” diye sordum.
“Yememi ister misin?”
“Eee, pek sayılmaz aslında. Daha okulun kış dansı var, bir sürü plan yapmam lazım. Eh, planlar da kendi kendine olmuyor haliyle. O yüzden benim için ters bir zaman. Başka bir tarih belirlesek olmaz mı?” Geriye doğru bir adım attım. İnsanlar ejderhalarla savaşırdı, değil mi? Ben de altından kalkabilirdim bu işin. Tek ihtiyacım olan, tepeden tırnağa zırh kuşanmaktı. Bir de kılıç. Ya da bir gürz. Ya da göz yaşartıcı sprey.
Arkamdaki kapı açıldı, mutfağın aydınlığı sokağa dökülünce canımı kurtardığıma sevinerek çığlık attım.
“Hah, buradaymışsın,” dedi Nona. Başıyla ejderhaya selam verdi. “Siz tanışıyor musunuz?” diye sordum. Niye şaşırıyorsam. Orman ruhundan dolayı yerli halk, nasıl ki kasabada kol gezen paranormallerin topunu tanıyorsa, arka sokakta takılan ejderhayı da tanıyacaktı elbette. Bu buluşmanın da tıpkı öncekiler gibi açıklamasız kalacağından emindim.
Bir diğer deyişle, kendime yeni iş bakma zamanı gelmiş de geçiyordu.
“Evelyn, arkadaşlarına milkshake ikram ettim. Size iyi akşamlar.” Bana sakince gülümseyen Nona ejderhanın yanından geçti, daracık sokakta ilerleyip kasabanın ormanla birleştiği yere yürüdü. Ejderha ışıldayan, koyu pembe gözünü bana dikti, sonra göz kırptı.
Yeni iş falan kesmez, bana yeni bir kasaba lazımdı. Yanımdan muazzam bir rüzgâr geçti, bütün saçım ağzıma doldu. Ejderha birkaç kez zarifçe hopladı, sonra havada yılan gibi kıvrılarak Nona’nın peşinden gitti.
“Aman ne güzel,” diye mırıldandım, mutfağa girdim, kapıyı önce kapattım, sonra kilitledim. “Bizim Nona kendine yeni arkadaş bulmuş.” Havada asılı kalan duman kokusunu sinüslerimden temizlemek için derin derin nefes aldım, sonra kendime çeki düzen verip restorana girdim. Daha demin bir ejderhayla yüzleşmiş ama bir yerim kavrulmadan kurtulmuştum. Mücadeleye hazırdım.
“Tamam,” dedim köşedeki masaya oturup oradaki beş ergene ters ters bakarak, “dans için pembenin kötü bir seçim olduğunu söyleyen de kimmiş?”
Dosyalarımı evimizin eski püskü, çiçekli divanının üstüne fırlattım. “Pembe nötr bir renktir bir kere! Lacivertin neresi seçkinmiş? Hayatımda ‘Ay şu laciverte bak, ne kadar da seçkin!’ diyen bir kişiye bile rastlamadım.”
Arianna gözlerini devirdi. “Pembe nötr falan değil. Önüne konan tüm renkleri güzel gösterecek bir fon gerekiyor.” “Pembeyle hangi renk gitmez ki?”
“Mesela turuncu?”
“Eh, dansa turuncu giyip de gelen olursa kötü görünmeyi hak etmiştir zaten. Iyy.”
“Abartma. Lacivertle harikalar yaratabilirsin.”
Kanepeye, Arianna’nın yanına kendimi bıraktım. “Galiba. Gümüş rengiyle süslersem güzel olur. Yıldızlara ne dersin?” “Çok sıkıcı.”
“Ya kar taneleri?”
“Vay be, kış dansı için ne kadar da orijinal bir fikir.”
Her zamanki gibi, sesindeki alaycı tonu duymazdan geldim. Arianna’nın burada olmasına seviniyordum. Son zamanlarda yine yüzünü gören cennetlikti. “Şey… belki de daha hafif bir şeyler yapabilirim. Su ve sis temasına ne dersin?” diye sordum. “Bak bu hoşuma gitti.”
“Eskiz hazırlamama yardım eder misin?”
Öne kaykıldı, televizyonda Easton Heights’ı açtı. “O salak dansın dekorlarını tek başına yapacaksın. ‘Normal’ yaşantısına kendini vermek isteyen sensin, ben değil. Ben yerin bir metre seksen santim altında sonsuza dek uyumayı yeğlerim.”
“Şey, belki de şimdi söylemem yersiz kaçacak ama ilkbahar tiyatrosunda kostümlere yardımcı olman gerekebilir. Hatta elimden dikiş nakış gelmediği için adını gönüllüler listesine yazmış da olabilirim.”
İçini çekti, sihirli ceset elini dik dik şekil verdiği kırmızı-siyah saçlarında dolaştırdı. “Seni uykunda öldüreceğim.”
“Yeter ki canım acımasın.”
Dizinin açılış müziğini bir ağızdan mırıldanıyorduk ki kapı ardına dek açılıverdi, erkek arkadaşım içeri girdi, paltosunu çıkarıp sırt çantasını yere fırlattı, sonra ağzı kulaklarında gülümsedi. “Artık özgürüm! Yokken neler kaçırdım?” diye sordu. Lend’in soğuktan yanakları kızarmıştı, güldükçe sihirli koyu renk gözlerinin altındaki, sudan oluşmuş gözleri ışıldıyordu.
“Dans dekorasyonu için renk oylaması yaptık ama kaybettim, Easton Heights’ın tekrar gösterimlerden önceki son bölümünün başlamasına üç dakika var ve Arianna beni uykumda öldürecekmiş.”
“Aman, yeter ki canın acımasın.”
“Ben de aynısını söyledim!”
Lend beni kollarına alıp döndürdü, sonra kucağına alıp kanepeye oturttu. Noel tatili bir türlü gelmek bilmemişti. Geçen ayki deli saçması olayların üstüne (babamın bir peri olduğunu öğrenmek, intikam hisleriyle dolup taşan Jack tarafından Peri Patikaları’nda terk edilmek ve nihayet yolumu bulup Lend’e kavuşmak) beraberce zaman geçirip rahatlamaya ihtiyacımız vardı. Bunun hayatımla ilgili ihtiyaç duyduğum tek yanıt olduğunu düşünüyordum. Artık ne kadar ömrüm kaldığına, ne olup ne olmadığıma kafayı takmayacaktım. Burada ve şimdi ne olduğum önemliydi. Mutluydum da.
Lend, “Hepsi bu kadar mı?” diye sordu saçımla oynayarak. “Ha, bir de restoranın arkasındaki sokakta bir ejderha var, Nona’yla takılıyor.”
Lend bana bakıp kaşlarını çattı, sıcacık parmakları ensemde kaldı. “Dansın dekorunun renginden ya da dizinin yeni bölümünden daha mı önemsiz bu?”
“Önceliklerim var, Lend. Öncelikler.”
Tam dizi reklama girmişti ki sehpanın üstündeki UPTA iletişim aygıtım bipledi. Arianna dönüp dövecekmiş gibi baktı bana. “Hele dizi başlayınca bir çalsın, param parça etmezsem benim de adım Arianna değil,” dedi.
“Pardon! Raquel’e beni sadece cep telefonumdan aramasını söylemiştim. Telefonumun çok şirin, pembe ve iğrenç bir biple-me yerine havalı bir zil sesi var. UPTA için kılımı kıpırdatacak havamda da değilim hani.”
“Perilerle taşıma olmayınca bir anlamı yok zaten.” Lend her ne kadar belli etmese de, buna içten içe sevindiğini anlayabiliyordum.
Ne hissedeceğimi bilemez haldeydim. Tekrar Raquel’le çalışmak iyi olurdu ve UPTA’ya kendi istediğim şekilde yardım etmekte bir sakınca görmüyordum. Ne var ki bir daha asla perilerle bir yere gitmeyecektim. İçimde ufacık bir his Peri Patikaları’nı artık kendi başıma kullanabilir miyim diye meraklanıyordu. Fakat o his çok ama çok ufaktı ve benliğimin geri kalanı bunun zırdelilik olduğunu düşünüyor, o ufacık hissi eşek sudan gelene kadar dövmek istiyordu. O zifiri, boş karanlığa bir daha dönmeyecektim.
İletişim aygıtım tekrar bipledi. Arianna öyle pis baktı ki, aleti kaptığım gibi fırlayıp odama kaçtım; yoksa Arianna’nın aleti erken emekliye ayırması işten bile değildi.
Açıp, “Yapma be Raquel! Cep telefonumdan arasan olmaz mı!” dedim.
“Evelyn,” dedi kesinlikle Raquel’e ait olmayan, güçlü bir ses. “Aa… Kiminle görüşüyorum?”
“Ben süpervizör Anne-Laurie LeFevre. Artık üstünde Raqu-el değil ben varım; bana rapor vereceksin.”
“Pardon, neyi ne yapacakmışım?”
“Şu andan itibaren UPTA’da senin amirinim. Çalışma takvimin üzerinde tartışmamız, mevcut anlaşmanı gözden geçirmemiz gerekiyor. İcabına bakılması gereken birkaç da konu var.” “Yuh. Ağır ol biraz. İlk olarak, ben UPTA çalışanı değilim. O yüzden sen de amirim, süpervizörüm, falan filanım değilsin. İkincisi, ben sadece Raquel’le çalışırım. Sadece Raquel’le. Bunlardan haberi var mı? Onunla konuşmak istiyorum.”
“Raquel müsait değil; görev yeri değiştirildi.”
“Eh, benimki de öyle. Hayatıma geri döndüm. O yüzden sağ ol, ben almayayım. Bir daha da arayayım deme sakın.” Aleti kapatıp ters ters baktım. Tekrar bipledi. Duymazdan gelip Raquel’in numarasını çevirdim ancak hat düşmedi. Belki de görev yeri değişikliğiyle uğraşıyordu, o da ne demekse işte. Bir şekilde ona ulaşmalı, UPTA’nın yine ne haltlar karıştırdığını öğrenmeliydim. Tekrar onlarla çalışmaya başladığımda sözleşmeli olmuş, istediğim an ayrılabileceğim konusunda garanti almıştım. Belli ki birinin bundan haberi yoktu. Ama Raquel bu bu meseleyi çözerdi. “Evie! Reklamlar bitti!” diye bağırdı Ari-anna. Suratımı asıp iletişim aygıtını emektar çorap çekmeceme tıktım.
Ben içeri girdiğimde Lend ayağa kalktı, çantasını omzuna attı. “Nereye gidiyorsun sen ya?” Paltosunu kaptığım gibi arkama sakladım. Geleli şunun şurasında kaç dakika olmuştu? Hiçbir yere gitmesine izin veremezdim.
“Çok önemli birkaç işim var.”
“Bu dünyada Easton Heights izlemekten daha önemli ne olabilir?”
“Senin için Noel alışverişine çıkmak, olabilir mi mesela?”
Paltosunu eline tutuşturdum, kapıyı açtım. “Hiç acele etme.”
“Özleneceğimi bilmek ne güzel.”
“Hadi sana iyi eğlenceler!” Uzanıp onu ateşli biçimde öptüm, sonra kapı dışarı ettim, yüzümde aptal bir gülümsemeyle tekrar kanepeye oturdum. “Erkek arkadaşların en iyisi.”
“Kapa şu çeneni.” Arianna gözleri televizyona sabitlenmiş, heykel gibi duruyordu. Kapı sertçe çalındı. “Şu Lend’e de söyle, her seferinde kapıyı çalmasına gerek yok!”
“Bir şey mi unuttun?” deyip kapıyı açtım. Karşımda döpiyes giymiş, kısa boylu, zenci bir kadın görünce şaşırdım. Üstelik bu kılık değiştirmiş Lend falan da değildi. Basbayağı bir kadındı işte, sihirli kılığı falan yoktu. “Şey, kimi aradınız?” O anda arkasında, yanda duran adamın farkına vardım. Sihirli kılığının altında bir periydi.
Kadın “Evelyn,” der demez sesini deminki telefon görüşmemizden anımsadım. Hay biiip. Burada, şimdi, hem de en iyi vampir arkadaşımla kanepemize kurulmuşken olacak şey miydi bu? Burası, Raquel dışında bir UPTA görevlisini görmek isteyeceğim son yerdi.
Dik durdum, o Anne Her Ne Karın Ağrısıysa’yı buz gibi bakışlarımla yerine çiviledim. “Affedersin, buraya kafana estiği gibi gelebileceğini sana kim söyledi? En son baktığımda sizin için çalışmıyordum. Ha, hatta dur.”
Odama döndüm, iletişim aygıtımı aldım. “Al,” deyip eline tutuşturdum kadının. “Buna ihtiyacım kalmadı artık. Sadece Raquel’le konuşurum derken kastettiğim sadece Raquel’le konuşacağım. Bunu herkesle paylaşırsan sevinirim. Ha, bir de evime gelmek için bir daha peri kullanırsan, ikinize de elektrik veririm, ona göre.”
Kapıyı suratına çarptım, sonra panikle ellerimi ağzıma götürdüm. UPTA. Hem de buradaydı. ABD’nin özgür gezen paranormaller cennetinde. Hangi reformları yapmış olurlarsa olsunlar, dikkatlerini kasabama çekmek istemiyordum. Ya da paranormallerle dolup taşan restorana. Yerimi nasıl öğrenmişlerdi acaba? Böyle bir şeyi Raquel hayatta söylemezdi. Söyler miydi yoksa? Yo. Asla. Derhal David’i aramalıydım. Raquel’le konuşup ne biiip döndüğünü öğrenmeliydim. Arianna’nın ayağına asla bir takip bilekliği takılmamalıydı.
“Ne istiyormuş o kadın?” Arianna’nın sert sesi, korkusunu belli ediyordu.
“Ne bileyim,” diye fısıldadım. Kapıyı kapatır ve kapalı kalması için dua ederken kalbim ağzımdan fırlayıp gidecek gibi çarpıyordu.