Doç. Dr. Meltem Bostancı’nın kaleme aldığı “Suriyeli Sığınmacı Sorunu Ve Basına Yansımalar” adlı kitap, Anahtar Kitaplar Yayınevi tarafından 2017 yılında yayımlanmıştır. Kitap aşağıda kısaca özetlenen üç bölümden oluşmaktadır;
BİRİNCİ BÖLÜM: SOĞUK SAVAŞ SONRASI ULUSLARASI ORTAM
Yazar bu bölümde;
-Soğuk savaşın bitimiyle beraber SSCB’nin dağılmasının, Almanya’nın birleşmesinin, Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın bölünmelerinin ve yirminin üzerinde devletin kurulmasının uluslarası barışçıl ortamı bozduğunu,
-11 Eylül saldırılarının ABD’nin işine geldiğini ve bu saldırılar bahane edilerek Irak’ın işgal edilmesinin ABD’nin Ortadoğu üzerinde yapmak istediği stratejiler için uygun bir zemin hazırladığını,
-Dünya ham petrol rezervinin yüzde 65’inin Ortadoğu’da bulunmasının süper güç dediğimiz devletlerin bu bölgeye yönelik politikalarında önemli bir etken oluşturduğunu,
– ABD’nin dünyanın süper gücü olma yolunda soğuk savaş dönemi sonrası büyük bir ilerleme kaydettiğini ve Rusya’nın buna karşın politikalar geliştirdiğini
ifade etmekte ve başta ABD, Rusya, Almanya, İngiltere, İran ve Çin gibi büyük güçlerin Ortadoğu’ya yönelik izledikleri politikaları ele almaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM: 2000 SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE DIŞ POLİTİKADA ORTADOĞU
Yazar bu bölümde AK Parti hükümetlerinin iktidara gelmesiyle Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri için “Model Ülke” hedefi doğrultusunda “Komşularla Sıfır Sorun” politikasını uygulamaya başladığını ancak “Arap Baharı” sürecinin politika değişimine gidilmesini mecbur kıldığını ifade etmektedir.
Yazara göre; Arap Baharı, bölgeyi istikrarsızlığa ve kargaşa ortamına sürüklemiş ve mezhepsel çatışma, bu dönemin gördüğümüz en önemli sosyal ve siyasal sorunu ve bölge dışı aktörlerin zamanla bu süreci istedikleri gibi yönlendirebildikleri bir dönem haline gelmiştir. Arap Bahar’ının etkisi altında başlayan Suriye krizi, uluslarası bir sorun haline gelmiş, Suriye’de Şii-Sünni gerilimine zemin hazırlanmış, Suriyeli sığınmacı sorununu doğurmuş ve Suriye’nin kuzeyinde PKK/YPG terör örgütüne geniş bir hareket alanı sağlamıştır. Yazar, bugün geldiğimiz nokta itibariyle Türkiye’nin Suriye krizinden kaynaklanan sorunların hafifletilmesi için geniş kapsamlı stratejiler ve politikalar üretmesi gerektiğini ifade etmektedir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASI, SURİYELİ SĞINMACI SORUNU VE BASIN
Yazar; 1998-2011 yılları arasında Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin bahar dönemini yaşadığını ifade etmektedir. Yani tarih boyunca iki ülke arasındaki ilişkiler, 1998-2011 arası dönem dışında genel olarak sorunlu geçmiştir.
Yazar, Türkiye-Suriye ilişkilerinin en sorunlu alanlarını; “Hatay Sorunu”, “Su Sorunu” ve “PKK Sorunu” olarak saymaktadır Yazara göre;. 1998 yılında Türkiye ve Suriye arasında imzalanan Adana Mutabakatını, iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi açısından yeni açılmış bir sayfa olarak nitelendirmek doğru olur. İki ülke arasındaki ilişkiler, 2002 yılında AK Partinin iktidara gelmesi ve hükümetin komşularla sıfır sorun politikasını uygulamaya koymasıyla daha da gelişmiştir.
Türkiye-Suriye ilişkilerinin en parlak dönemi olarak nitelendirebileceğimiz süreçte Ortadoğu’da Arap Baharı süreci başladı. Birçok Arap ülkesinde halkın demokratik ve ekonomik hak ve hürriyet talepleri için kendi deyimimle “Demokratik Çığlık” hareketleri başladı ve Türkiye, halkların ve demokrasinin yanında yer aldı. Arap Baharından sonraki dış politikalarında Türkiye’nin bu duruşu belirleyici bir rol oynadı.
Suriye’de 1970’ten bu yana Esad ailesi ülkeyi yönetmektedir. 30 yıl kadar süreyle ülkeyi sert bir şekilde yöneten Hafız Esad, 2000 yılında vefat etmiş ve yerine oğlu Beşar Esad Cumhurbaşkanı olmuştur. Suriye halkı, Arap Baharını bir nevi fırsat olarak görmüş ve halk hareketi Suriye’de de başlamıştır. Tabi burada önemli olan Beşar Esad’ın demokratik taleplere karşı ne yapacağıydı. Türkiye bu konuda Esad’a birçok kez reform çağrısı yaptı ama Esad bekleneni yapmadı ve silah yoluyla halk hareketini bastırmaya çalıştı. Bunun neticesinde de Suriye’de olaylar kontrolden çıkıp bir iç savaş haline dönüştü.
11 Ağustos 2011 tarihinde Başbakan Erdoğan: “Ben lafı eğip bükmeyi sevmem, samimi bir ifadeyi burada kullanmak istiyorum; deniz tükenmektedir, bu yol çıkmaz sokaktır. Dökülen kan, halkınızla aranızdaki bağı kopartıyor. Her damla kan, uluslarası toplumu size karşı önlem almaya biraz daha yaklaştırıyor.” demiştir.
Ancak Suriye yönetimi tarafından bu çağrıya uyulmayınca, dönemin Dışişleri bakanı Davutoğlu, 15 Ağustos’ta “Artık Suriye ile konuşulacak bir şey kalmamıştır” demiş ve 1998-2011 yılları arasındaki Türkiye-Suriye arasındaki ilişkilerin bahar dönemi sona ererek iki ülke arasındaki tüm ilişkiler/anlaşmalar dondurulmuştur.
Sonrasında Suriye’deki olaylar uluslararası bir boyut kazandı ve birçok ülke doğrudan veya dolaylı olarak bu savaşa müdahil oldu. Şüphesiz Türkiye, komşu Suriye’deki olaylardan en fazla etkilenen ülkelerin başında gelir. Türkiye’nin etkilendiği en büyük iki sorun; Suriyeli sığınmacı sorunu ve Güvenlik sorunudur (Güney sınırlarında kurulmak istenen Kürt Devleti).
Bu dönemde, “Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeliler aracılığıyla yaşanmakta olan insan hareketliliğini yönetebilmek, ulusal ve uluslararası hukuka uygun bir göç yönetim sistemini ortaya koymak ve politikalar yürütebilmek adına İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kurulmuştur.”
Bu dönemde Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle göç alan bir ülke haline gelmiş ve sığınmacılara hiçbir ön koşul olmadan geçici koruma sağlamıştır. Sığınmacılar ise genellikle Türkiye’yi Avrupa’ya, ABD’ye ve diğer ülkelere ulaşmak amacıyla bir bağlantı yolu olarak görmüşlerdir. Bu durum da AB’yi Türkiye ile ortak hareket etmeye zorlamış ve bundan dolayı Türkiye ile AB arasında geri kabul anlaşması imzalanmıştır.
Suriyeli sığınmacılar konusunda kamuoyu oluşturmada güçlü bir konuma sahip olan medyanın etkilerine gelecek olursak;
Medyanın kamuoyu oluşturmada çok etkin bir rolü vardır ki hemen hemen her yere yazılı, görsel ve yazınsal olarak ulaşabilir. Bundan dolayı da medya, halka aktaracağı gelişmelerin insanların zihinlerinde oluşturacağı algının farkında olarak “objektif” bir şekilde aktarmalıdır. Öyle ki Suriyeli sığınmacı sorunu, sosyolojik açıdan daha hassas bir konu olduğundan medyanın buradaki konumu daha da önemli hale gelmektedir.
Yazara göre Türk medyası, sığınmacılar konusunda yaptığı haberlerde genel olarak sığınmacılar için “vatan haini, cahil, pis, terörist ” gibi ırkçı ve ayrımcı başlıklar altında haber yapmaktadır ve bu da “biz” ve “onlar” şeklideki ayrımın ortaya çıkmasına ve Türkler ile Suriyeliler arasında gelirimin oluşmasına sebep olmaktadır. Yazar, medyanın bu konuda Suriyelilerin “misafir” olduğunu unutmadan ve gerilim yaratacak ifadeler kullanmadan haber yapmaları gerektiğini söylemektedir.
Yazar ayrıca 2015 yılında Bodrum açıklarında mültecileri taşıyan teknenin batması sonucu üç yaşındaki Aylan Kurdi’nin cansız bedeninin sahile vurduğu fotoğrafı Türk medyasının tüm dünyaya servis etmesini, dünya genelinde sığınmacılara karşı yaklaşım konusunda olumlu bir kırılma noktası olarak görmektedir.
Ethem DAPLAN – SASAM stajyeri
Kırıkkale Üniversitesi Arapça Mütercim Tercümanlık Bölümü Öğrencisi
sahipkiran Hakkında
Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz;
a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek,
b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak,
c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak,
ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek,
amacıyla kurulmuştur.