PROF.DR. FUAT KÖPRÜLÜ, “Çeşitli açılardan ele alınmış monografiler bulunmadıkça edebiyat tarihi zayıf ve eksik hatta yanlış yazılacaktır.” demektedir. Edebiyatımıza ait boşlukları nasıl monografiler dolduruyorsa, monografilerin boşluğunu da ilgili yazarın eserlerinin yanında onun yakın çevresinin ona dair anlattıkları doldurmaktadır. Ben de bu amaca hizmet etmesi ve güzel insanları tanıtmak gayesiyle oluşturduğum bu çalışmayı kitaplaştırmayı tasarladım.
Elinizdeki eser 1997 yılında yüksek lisans tezimi hazırlarken dosyalaşmaya başladı. Üzerine çalıştığım yazarın eserlerini okuduktan sonra ona dair birşeylerin eksik kaldığını hissetmiştim. Bunun üzerine ilk başvuru kaynağımın onu tanıyanlar olduğunu. düşünmüştüm. Haliyle aklıma gelen ilk isim onun eşi oldu. O günden bu yana kitabı oluşturan yazıları derlemeye başladım.
Tabii ister istemez bir kısım yazılar kitabın dışında kaldı. Kitabı oluşturan yazıların seçiminde tek ölçütümüz, anlatılan yazara ait detaydı. Yani yazarlarımızı en detaylı anlatan yazıları almayı tercih ettim. Çünkü bazı yazılar ve röportajlarda konunun dışına çıkıldığı görülmekte, bu 8 ~ eşlerinin gözllyle edebiyatçılanmız da kitabın içeriğine uygun düşmemekteydi. Kitabı oluşturan yazılardaki söyleyiş hususiyetleri ve dönemlerine ait imla korunmuştur.
Yazıların diline ve imlasına herhangi bir müdahale yapılmamış ve değiştirme yoluna gidilmemiştir. Bu eseren derleyicisi ben olmakla beraber asıl sahipleri yazıları yazan, röportajları yapan, anlatan ve anlatılan değerli edebiyatçılardır.
Bu değerli insanlar içerisinde özellikle bir kişiyi anmak isterim. O kişi de, edebiyatçılarımızın birçoğunun eşiyle röportaj yaparak bizlere yararlı bir kaynak bırakan sayın Sermed Sami Uysal beydir. Bu eserleriyle özellikle şükrana layık bir yazarımızdır.
Eğer o 1954 yılında Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “Eşlerine Göre Ediplerimiz” başlıklı seri röportajları yapmasaydı, bugün o yazarlarımızın bir kısmına ait bilgiler belki de bize ulaşmayacaktı. Kendisine sağlıklı bir ömür diliyor, bu röportajların bir kısmını yayınlamamıza izin verdiği için tekrar tekrar teşekkür ediyoruz.
Ayrıca zikretmekte yarar gördüğüm bir başka seri röportaj da Güney dergisinde 1969-72 yılları arasında yayımlanmıştır. Bu röportajların çoğunu müstear adlarla Metin Eloğlu yapmıştır. Kendisini de rahmet ve minnetle anıyoruz. işte o değerli insanları tanıtmayı kendime borç bildiğimden, elimdeki dosyayı kitaplaştırmak istedim.
Eksikleri kusurları bizden, güzellikleri o zarif insanlardan olmak üzere bu kitap ortaya çıktı. Elinizdeki kitabın hazırlanmasında yardımlarını gördüğüm Ayşe Çakır hanıma, kıymetli yazarımız Mehmet Nuri Yardım beye teşekkür borçluyum. Dileğim bu kitabın faydalı olmasıdır.
ŞINASİ’nin eşi anlatıyor: Şinasi’nin boşadığı eşi, onun terbiye ve ilminin altında yetişmiş, olgunlaşmış, kültür sahibi olmuş bir kadındı. Bu hanım, Şinasi’ye kalben kırgın bulunuyordu ve bunda da haklı idi.
Çünkü Şinasi lstanbul’u terk ettiği günden, İstanbul’ a dönerek kendisini boşadığı güne kadar sokağa çıkmamış ve aslında Sultan IL Mahmut zevcelerinden “Tiryal Hanım” dairesinde yetiştirilmiş nadir güzellikte ve olgunlukta olduğu halde, kocasının yokluğu sırasında velinimetinin sarayına bile gitmemiş.
Böylelikle hayat arkadaşının emrinde olduğunu ·10 ~ eşlerinin gözüyle edebiyatçılarımız maddeten isbat etmiş, ma’nen sadakat ve vefakarlığında sebat eylemiş, kadınlık namus ve haysiyetini ve zevcelik hukukunu ne kadar gerekiyorsa, o kadar korumuş.
Kabahati ise Fuat Paşa’ya -o da kocası ile Fuat Paşa arasındaki samimiyetten haberdar olması dolayısıyla kocasının İstanbul’a dönmesine aracılık etmesini rica eder mahiyette- yazdığı istirhamnameden ibaret bulunmuştur. Hanım, merhumdan hiç bahsetmiyordu. Ben de kendisini o gün ikinci defa olarak görüyordum.
Aramızda henüz bir konuşma bile olmamıştı. Yüklükte bir de ufak bir “armoni” bulunuyordu. Hanım bunu çıkararak, kassam katibine hitaben, “Bunu da mezada koyunuz. Kaça çıkarsa bana yazınız. Çünkü merhumun pek sevdiği armonisi idi. Yadigar olmak üzere burada kalmasını arzu ediyorum.” dedi. Bu vesilenin yarattığı fırsatı kaçırmadan, hemen: “Merhum musiki bilir mi idi?” diye sordum. Cevap olarak: “Pek ziyade ilgisi vardı.
Hatta pek çok şarkıları notaya almıştı. Ben notayı kendisinden öğrendim.” dedi. Bu cevaptan cesaret alarak: “Sizi üzmeyeceğini bilsem bir şey öğr~nmek isterdim. Merhumun çalışma tarzını öğrenmek istiyorum. Bu büyük adam nasıl çalışırdı, nasıl yazardı?
Özellikle evdeki hali nasıldı? Bana kısaca bile olsun hatırınızda kalanları söyleyebilir misiniz?” niyazında bulunduğumda, mahzun bir tavırla: “Peki söyleyeyim: Zihnen meşgul olmadığı va – kitlerde pek çabuk neşelenirdi. Az söylerdi. Nükte yapmasını sevdiği için bir söz söylediği vakit tesirini muhatabının yüzünde görmek isterdi.
Onun nükte severliğine aynıyla karşılık verilirse adeta neş’elenirdi. Zihnen meşgul olduğu zamanları pek çoktu. Bunu da evden içeriye girdiği zaman görünüşünden belli ederdi. Tabii ev halkı da ona göre bir hal takınırdı.