Roman (Yabancı)

Yüz Yaşında (Camdan Atlayıp Kaybolan Adam)

yuz yasinda camdan atlayip kaybolan adam 5ed3fdd759304–  Dünyada 2 Milyonun üzerinde satan roman!

Maceralarla geçen uzun bir yaşamın ardından Allan kendini bir huzurevinde bulmuştur ve bu tesisin artık hayattaki son durağı olduğuna inanmaktadır. Tek sorun, sağlığının onu terk etmeyi reddetmesidir.

Sonunda bir gün 100 yaşına basar. Herkes onu huzurevinin büyük salonundaki kutlamada beklemektedir: Belediye başkanı, basın ve tesisin tüm çalışanları. Fakat Allan bu törene katılmayı istemez. Bir karar verir:
Camdan atlayacak ve…

Ve Allan ikinci değil bu sefer üçüncü baharında, kendini geçmişindeki maceraları aratmayacak bir serüvenin içinde bulur. Kendinden bir hayli “genç” olan 67 yaşındaki sinsi hırsız Julius, pek çok meslekte neredeyse uzman olan Benny, yol üstünde sığındıkları evin ağzı bozuk sahibesi orta yaşlı Güzellik ve onun sirk kaçkını olan minik Sonya’sıyla (koskoca bir fil) İsveç yollarında büyük bir kaçış başlar. Yanlarında Allan’ın “tesadüfen” ele geçirdiği içi para dolu bir bavul, peşlerinde de Kova, Cıvata, Patron ve benzerlerinden mürekkep tuhaf bir suç örgütü vardır…

Tabii bir de Allan’ın o uzun mu uzun geçmişi! 100 yaşındaki adamımız Allan Karlsson; General Franco, Harry Truman, Çan Kay Şek, Stalin gibi dünya liderlerinin bazen dostu olmuş bazen de onların hışmına uğramıştır. 20. yüzyılın o acılı tarihi, Allan’ın kişiliğinde absürt ve tesadüfi bir hikâyeye dönüşür.

Hiç kimse, en sevdiği koltuğa oturup da bastonuna da­yanarak ve tütün çiğneyerek hikâyeler anlatan büyükba­bam kadar büyüleyemezdi seyircilerini.

“Ama büyükbaba… bu… bu gerçekten oldu mu?” derdik biz torunları, büyük bir şaşkınlıkla.

“Çocuklar, sadece gerçekleri söyleyenleri dinlemeye değmez,” diye cevap verirdi büyükbabam.

Bu kitap ona adanmıştır.

Jonas Jonasson

1. Bölüm

2 Mayıs 2005, Pazartesi

Bunu pekâlâ önceden tasarlamış olabileceği ve kararını etrafındakilere rahatlıkla bildirebilecek kadar cesur dav­ranabileceği düşünülebilir ama Allan Karlsson hiçbir şey üzerinde uzun uzadıya düşünmezdi.

Yani bu fikir yaşlı adamın aklına geleli henüz birkaç da­kika bile olmamıştı ki, Allan, Malmköping ilçe merkezin­deki Huzur Evi’nin giriş katında bulunan odasının camını açtı ve dışarı adımını atıverdi.

Söz konusu hareketi yapabilmek için epeyce çaba sarf etmesi gerekmişti ve bu pek şaşırtıcı sayılmazdı çünkü o gün Allan’ın 100. yaş günüydü. Huzur Evi’nin salonun­da verilecek olan partiye bir saatten az bir zaman kalmıştı. Belediye başkanı orada olacaktı. Yerel basın da. Ve diğer yaşlılar. Tabii bir de acımasız Hemşire Alice’in emrindeki tüm diğer görevliler.

–  Orada bulunmaya niyeti olmayan tek kişi, olayın baş- kahramanıydı.

2. Bölüm

2 Mayıs 2005, Pazartesi

Allan Karlsson, Huzur Evi’nin bir yanında baştan sona uzanan menekşelerin oluşturduğu sınırda tereddütle dur­du. Üzerinde kahverengi bir ceket, kahverengi bir panto­lon ve ayaklarında da kahverengi pantuflaları vardı. Giyi­mine kuşamına özen gösteren züppelerden değildi -ki bu yaşta züppe olmak zaten bir hayli zordu. Sadece doğum gününden kaçmaya çalışıyordu -ki bu yaşta bu da zordu, hatta aslında bu yaşa gelmek de zordu.

Allan şapkasını ve ayakkabılarını almak için emekleye emekleye tekrar pencereden içeri süzülme zahmetine gi­rip girmemeyi düşündü ama cüzdanının iç cebinde oldu­ğunu görünce bununla yetinmeye karar verdi. Hem zaten Hemşire Alice de pek çok kez güçlü bir altıncı hisse sahip olduğunu göstermişti (Allan votkasını nereye saklarsa sak­lasın her seferinde buluyordu) ve şu anda şüpheli bir şey­lerin döndüğünü hissederek ortalıkta dolaşıyor olabilirdi.

Çıktığım yola devam etmem en iyisi, diye karar verdi Allan titrek dizleriyle sınırı geçerken. Cüzdanında yanlış hatırlamıyorsa biriktirmiş olduğu birkaç yüz kronu vardı ve bu gayet iyi bir şeydi, zira insanlarla arasına mesafe koy­mak elbette bedavaya olacak bir iş değildi.

Böylece başını çevirip, daha birkaç dakika önce içeri­sinde olduğu Huzur Evi’ne baktı. Birkaç dakika öncesine kadar burasının yeryüzündeki son ikametgâhı olacağını düşünmüştü hep. Sonra da başka bir zamanda ve başka bir yerde ölebileceğine karar vermişti.

Yüzlük ihtiyar, çiş terlikleriyle (onlara bu ad veriliyor, çünkü belli bir yaşı geçmiş erkekler ayakkabılarının ucun­dan öteye çiş yapmakta zorlanıyorlar) yola koyuldu. Önce bir parkın içinden, sonra da arada bir pazarın kurulduğu açık bir alanın yanından geçti. Pazarın kurulduğu zaman­lar dışında ilçe merkezi son derece huzurlu ve sessiz bir yer olurdu. Allan birkaç yüz metre daha ilerleyerek ilçe­nin medarı iftiharı olan Ortaçağ’dan kalma kiliseye var­dı ve dizlerini dinlendirmek için, mezar taşlarının yanına konmuş olan sıraya oturdu. İlçede yaşayanlar aşırı dindar kimseler olmadığı için, Allan burada bir süre huzuru bo­zulmadan yapayalnız oturabilirdi. Oturduğu yerin tam karşısındaki taşın altında yatmakta olan Henning Algots- son adında biriyle aynı yıl doğmuş olması ise son derece ironikti. Ama aralarında büyük bir fark vardı; Henning bundan tam altmış bir yıl önce ruhunu teslim etmişti.

Allan meraklı biri olsaydı, bu adamın neden daha otuz dokuz yaşındayken ölmüş olduğunu düşünmeye başlaya­bilirdi; ama o, insanların işlerine karışmamak için elinden geleni yapar ve çoğunlukla da bunda başarılı olurdu.

Huzur Evi’nde oturup da her şeyi bırakıp kolayca öle- bileceğini düşünürken yanıldığını anladı. Çünkü ne olur­sa olsun tüm acı ve ağrılarına rağmen Hemşire Alice’ten kaçmayı başarmak, toprağın yedi kat altında yatmaktan çok daha ilginç ve eğitici bir deneyim olmalıydı.

Doğum günü çocuğu dizlerindeki ağrılara rağmen ayağa kalktı ve Henning Algotsson ile vedalaştıktan sonra planlı kaçışına devam etti.

Kilisenin bahçesinde karşısına taş bir duvar çıkana ka­dar güneye doğru ilerlemeye devam etti. Duvar aslında bir metreden yüksek değildi ama Allan yüz yaşında bir ihti­yardı, bir yüksek atlamacı değil. Duvarın diğer yanında Malmköping Seyahat Merkezi vardı, böylece yaşlı adam cılız ve titrek bacaklarının onu nereye götürdüğünü fark ediverdi. Yıllar, hem de çok uzun yıllar önce Himalayalar’ı geçmişti. O çok sıkıntılı olmuştu işte, diye düşündü Allan, Seyahat Merkezi ile arasında kalan son engelin önünde dururken. Zihnini sadece bu konuya odakladı ve bir süre sonra karşısındaki duvar küçülmeye başladı, küçücük kal­dığı anda da Allan yaşına ve dizlerine aldırmadan üzerin­den geçip gitti.

Malmköping’de pek kargaşa olmazdı, bu güneşli gün de bir istisna değildi. Allan alelacele yüzüncü doğum günü partisine katılmama kararı verdiği andan bu yana tek bir kişiyle bile karşılaşmamıştı. Terlikli ayaklarını sürüye sü­rüye içeri girdiğinde Seyahat Merkezi’nin bekleme salonu da neredeyse terk edilmiş gibiydi. Neredeyse. Odanın tam ortasında sırtları birbirine dönük iki bank vardı ve üzer­lerinde oturan kimse yoktu. Sağ tarafta iki bilet gişesi var­dı; bunlardan biri kapalıydı, diğerinin arkasında ise küçük yuvarlak gözlükleri olan ufak tefek bir adam oturuyordu. Adamın seyrelmiş saçları bir yana doğru taranmıştı ve üze­rinde iş yeleği vardı. Allan içeri girerken adam gözlerini bilgisayar ekranından kaldırarak asabi gözlerle ona baktı. Belki de bugünün ne kadar yoğun geçtiğini düşünüyordu; Allan içerideki tek yolcu olmadığını o anda fark etti. Bir köşede sarı, uzun, yağlı saçları ve bakımsız sakalları olan, kot ceketinin sırtında da Bir Daha Asla yazan ince yapılı genç bir adam duruyordu.

Genç adam muhtemelen okuryazar değildi, çünkü tu­runcu zemin üzerine siyah harflerle yazılmış olan “Arızalı” ibaresi kendisine bir şey ifade etmiyormuş gibi engelliler tuvaletinin kapısını kurcalamakla meşguldü.

Bir süre sonra nasıl olduysa yandaki tuvaletin kapısına geçti ama bu kez de başka bir sorunu vardı. Gencin teker­lekli, büyük gri bavulundan ayrılmak istemediği anlaşılı­yordu ama tuvalet ikisi için çok dardı. Çocuk ya bavulu dışarıda bırakarak içeri girip huzura kavuşacaktı ya da ba­vulu içeri sokup kendi dışarıda kalacaktı, Allan bunu gö­rebiliyordu.

Fakat Allan çocuğun işine karışmanın kendisini çok yoracağını düşündü. Gücünü, açık olan bilet gişesine ula­şabilmek için bacaklarını kaldırmaya harcamalıydı; küçük adımlarını sürükleyerek ilerledi ve camın arkasındaki ufak tefek adama birkaç dakika içerisinde kalkacak herhangi bir toplu taşıma aracı olup olmadığını sordu, nereye gideceği önemli değildi. Böyle bir yolculuk imkânı mevcutsa, ma­liyeti ne kadar olurdu?

Ufak tefek adam yorgun görünüyordu. Ve muhtemelen Allan’ın söylediklerini dinlerken yarısında dikkati dağıl­mıştı, zira birkaç saniye düşündükten sonra şunu sordu:

“Ya siz efendim, bir yolculuğa çıkmayı mı planlıyorsu­nuz?”

Allan bir kez daha girişimde bulunarak adama tam ola­rak ne istemiş olduğunu hatırlattı; nereye gideceği önemli değildi, her yer olabilirdi, ama asıl önemli olan a) yola çıkış zamanı ve b) bu yolculuğun maliyetiydi.

Ufak tefek adam birkaç saniye boyunca konuşmadan önündeki tarifeleri inceledi ve Allan’ın beklediği kelime­leri söyledi.

“202 numaralı otobüs üç dakika sonra Strangnas’a hare­ket edecek. Bu uygun mu?”

Evet, diye düşündü Allan, uygundu. Bunun üzerine de, otobüsün terminal kapısının önündeki otobüs durağından kalkacağı ve bileti doğrudan doğruya sürücüden almasının daha doğru olacağı konusunda bilgilendirildi.

Allan ufak tefek adamın bilet satmıyorsa o camın arka­sında ne yaptığını merak etti ama bir şey söylemedi. Adam da muhtemelen orada otururken aynı şeyi düşünüyordu. Allan adama yardımından dolayı teşekkür etti ve telaş yü­zünden yanına almayı unuttuğu şapkasını hafifçe kaldır­mak üzere elini başına uzattı.

Yüzlük ihtiyar iki boş sıradan birine oturarak düşün­celeriyle baş başa kaldı. Huzur Evi’nde yapılacak o lanet olası doğum günü kutlaması saat üçte başlayacaktı, yani on iki dakika sonra. Artık Allan’ın oda kapısının vurulması an meselesiydi ve sonra da curcuna başlayacaktı.

Kutlaması yapılan kişi oturduğu yerde kendi kendi­ne gülümserken, göz ucuyla birinin yaklaştığını gördü. Bu sarı, uzun, yağlı saçları ve bakımsız sakalları olan, kot ceketinin sırtında da Bir Daha Asla yazan ince yapılı genç adamdı. Doğruca Allan’a doğru yürürken, büyük bavulu da arkasında dört tekerleğin üzerinde ilerliyordu. Allan bu uzun saçlı gençle sohbet etmek gibi bir durumla karşı kar­şıya kalacağını fark etti. Gerçi bu çok da kötü olmazdı, bu­günün gençlerinin neler düşündüğünü öğrenmiş olurdu.

Ve aralarında bir diyalog başladı, her ne kadar çok geliş­kin olmasa da. Genç adam Allan’ın birkaç metre ötesinde durdu, yaşlı adamı kısaca inceledikten sonra konuştu:

“Hey.”

Allan dostça bir tonlamayla kendisinin de iyi günler di­lediğini söyledi ve genç adama yardımcı olabileceği her­hangi bir konu olup olmadığını sordu. Vardı. Genç adam, Allan’dan bavuluna göz kulak olmasını istiyordu, bu sırada kendi de tuvalette huzura kavuşacaktı. Ya da kendi deyi­miyle:

“Sıçmam lazım.”

Allan nazik bir dille yaşlı ve yorgun gözlerinin hâlâ iyi durumda olduğunu belirterek bir bavula göz kulak olma­nın kendisi için pek de meşakkatli bir iş olmayacağını söy­ledi. Ama yetişmesi gereken bir otobüs olduğu için genç­ten biraz acele etmesini rica etmeyi de unutmadı.

Fakat genç adam Allan daha sözlerini bitirmeden hız­lı adımlarla tuvalete doğru ilerlemeye başladığı için onun söylediklerinin son kısmını duymadı.

Yüzlük ihtiyar başkalarının haklı ya da haksız sebeplerle canını sıkmalarına izin veren tiplerden değildi, bu gencin kaba tavrından da çok rahatsız olmamıştı. Ne var ki sözü geçen gence karşı herhangi bir sempati de duymuyordu ve muhtemelen bu durum birazdan meydana gelecek olay­larda belli bir rol oynayacaktı.

Zira şöyle oldu: Gencin tuvalet kapısını kapatmasından birkaç saniye sonra 202 numaralı otobüs terminal girişine yanaştı. Allan önce otobüse ardından bavula baktı, sonra tekrar otobüse ve tekrar bavula.

“Tekerlekleri var,” dedi kendi kendine. “Ayrıca çekmek için bir de kayışı.”

Ve böylece kendini bir hayli şaşırtarak -artık bunun söylenmesi gerekiyordu- hayata ‘evet’ diyen bir karar ver­di.

Otobüs sürücüsü yardımsever ve kibar bir adamdı. Bü­yük bavullu yaşlı adamın otobüse binmesine yardım etti.

Allan ona teşekkür ettikten sonra cüzdanını iç cebinden çıkardı. Sürücü ona Strangnas’a kadar gidip gitmeyeceğini sorarken, o da birikimlerini saydı. Altı yüz elli kronu ve bi­raz da bozukluğu vardı. Tutumlu davranması gerektiğini düşünerek elli kronluk banknotu aldı ve sordu:

“Sizce bu beni nereye kadar götürür?”

Sürücü neşeli bir tavırla, insanların gitmek istedikleri yerleri söyleyerek ona göre ödeme yapmalarına alışık oldu­ğunu, bu durumun ise tam tersi olduğunu söyledi. Sonra tablosuna bakarak kırk sekiz kronu olan bir kişinin otobüs­le Byringe İstasyonu’na kadar gidebileceğini söyledi.

Allan bunun kulağa hoş geldiğini düşündü. Biletini ve para üstü olan iki kronunu aldı. Kendisi sağ taraftaki ilk koltuğa otururken sürücü de yeni çalınmış olan büyük bavulu sürücü koltuğunun arka kısmındaki bagaj bölme­sine yerleştirdi. Yüzlük ihtiyar oturduğu yerden Seyahat Merkezi’nin bekleme odasını görebiliyordu. Sürücü oto­büsü vitese takıp hareket ettirirken tuvaletin kapısı hâlâ kapalıydı. Allan gencin dışarı çıkınca yaşayacağı hayal kı­rıklığını düşünerek içeride yeterince mutlu vakit geçirmiş olmasını diledi.

Strangnas’a giden otobüs bugün hiç kalabalık değil­di. Arka koltuğun hemen karşı sırasında Flen’den bin­miş orta yaşlı bir kadın, ortada biri hâlâ bebek arabasın­da olan iki çocuğuyla birlikte otobüse adeta savaş vererek Solberga’dan binmeyi başarmış olan genç bir anne ve en önde de Malmköping’den binmiş olan aşırı yaşlı bir adam oturuyordu.

Bu son kişi, o dört tekerlekli büyük gri bavulu neden çalmış olduğunu düşünerek oturmaya devam ediyordu. Bunu sadece mümkün olduğu için mi yapmıştı? Yoksa sa­hibi tam bir maganda olduğu için mi? Ya da bavulda bir çift ayakkabı ve bir şapka bulabileceğini umarak mı? Ya da zaten kaybedeceği hiçbir şey olmadığı için mi? Allan bunu neden yaptığını bilemiyordu. İnsan yaşamında uzatmalar oynamaya başlayınca birtakım özgürlüklere sahip olmak kolaylaşıyor, diye düşünerek kendini rahatlattı ve oturdu­ğu yere huzurla yerleşti.

Otobüs Björn Dam’den geçerken saat üçü vurdu. Allan günün şu ana kadar getirdiklerinden mutluydu. Öğleden sonra şekerlemesini yapmak için gözlerini yumdu.

Aynı anda Hemşire Alice de Malmköping’deki Huzur Evi’nin 1 numaralı odasının kapısını vurdu. Sonra tekrar tekrar vurdu.

“Münasebetsizlik yapma zamanı değil Allan. Belediye başkanı ve diğer herkes geldi. Duydun mu? Yine o şişenin dibini bulmadın değil mi Allan? Hemen dışarı çık Allan! Allan?”

Aynı anda Seyahat Merkezi’nde o an için çalışmakta olan tek tuvaletin kapısı açıldı. Dışarı çıkan genç oldukça rahatlamıştı. Bir eliyle kemerini sıkıp diğer elinin parmak­larını tarak olarak kullanırken bekleme odasının ortasına doğru ilerlemeye devam etti. Sonra boş sıralara bakarak durdu, başını hızla önce sağa sonra da sola çevirdi. Ve ba­ğırdı:

“Bu ağzına sıçtığımın yerinde ne boklar..

Bu sözlerin işe yaramayacağını anlayınca bu kez şansını farklı bir şekilde denedi:

“Öldün sen ihtiyar piç. Seni bir elime geçireyim.”

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Biri Sır Mı Dedi?

Editor

Ölü Canlar

Editor

Elit

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası