Roman (Yabancı)

Kötü Karma

kotu karma 5ed4071a6772c Öldükten Sonra Dünyaya Bir Daha Gelmek mi?

Yıldızların gecesi yaklaşıyor. Almanya’nın önde gelen program sunucusu Kim Lange’ye Alman TV Ödülü verilecektir. Utanç verici fiyasko gösterinin ardından Kim kocasını aldatır. Aynı akşam Rus Uzay İstasyonu’nundan bir parça tam da bizim seçkin sunucunun başına düşer.

Parıltılı bir ışık, tüm anıların bir film şeridi gibi akması ve yeni bir hayat. 6 ayakçık, yuvarlak bir kafa, abartılı uzun antenler. Kim şaşkınlık içindedir. Çekici bir bayandan, sıradan bir karıncaya dönüşmek! Öteki dünyada, hayatında ne kadar çok kötü karma biriktiğini öğrenir; kızını ihmal etmiş ve kocasını aldatmıştır. Bu yüzden birinci aşamaya dönmek zorundadır. Büyük karınca Budha’sı ortaya çıkar ve onu teselli etmeye çalışır. “Hitler ve yandaşları gibi gerçek kötü adamlar bedel ödemek için bağırsak mikrobu olarak yeniden doğmuşlardır.” Elbette bu, henüz yeni reenkarne olmuş biri için çok da teselli edici değildir. Dünyaya yeniden insan olarak gelebilmesi için iyi karmalar biriktirmelidir.

“Vay canına! Birçok kitap okutum fakat bu gerçekten elime geçen kitapların en iyisi. Görüyoruz ki fazla söze gerek yok. Kesinlikle muhteşem!”
-Ravi Unger- Amazon.com

“Dikkat çekici, absürd, komik, üzücü… Safier’in bu muhteşem karışımı tatsız romanların sınırlarını altüst ediyor.”
-Publishing Trends-

” Çılgınca, dahice, kesinlikle çok komik ve eğlenceli!”
-Bild-

***

1

Öldüğüm gün pek keyifli bir gün değildi. Ve bunun da en önemli sebebi ölmem değildi. Hatta şöyle demek gerekir: Ölümüm o gün içinde yaşanan berbat olaylar listesine zar zor altıncı sıradan girebildi. Lilly’nin uykulu gözlerle bana bakıp “Niye evde kalmıyorsun anne? Bugün, yaş günüm olduğunu biliyorsun değil mi?” demesi listede beşinci sıradaydı.

Bu soruya aklımdan şu cevabı vermek geçti: “Beş yıl önce senin doğum günün ile Alman Televizyonu Yayıncılık Ödülü tören gecesinin çakışacağını bilseydim seni daha erken doğururdum. Hem de sezaryenle!”

Fakat bunun yerine sessizce ona şu cevabı verdim: “Özür dilerim güzelim.”

Lilly’nin üzüntüyle Pumuckl desenli pijamasının kol kenarını kemirmesi görüntüsüne daha fazla dayanamadığını için her üzgün çocuğun yüzünde tekrar gülücükler açtıran o sihirli cümleyi kullandım: “Doğum günü hediyeni görmek ister misin?”

Ben bile daha görmemiştim. Ajanstaki yoğun iş temposu yüzünden aylardan beri alışverişe çıkamadığım için hediyeyi Alex almak zorunda kalmıştı. Alışveriş yapmayı özlediğim de söylenemezdi. Benim için market kuyruklarında bekleyerek değerli yaşam zamanını harcamaktan daha can sıkıcı bir şey olamazdı.

Elbiseden ayakkabıya ve hatta kozmetiğe kadar hayatın tüm o güzellikleri için alışverişe çıkmak zorunda değildim. Almanya’nın en önemli politik talk-showunun sunucusu Kim Lange olarak bunlar bana en iyi firmalar tarafından minnetle sağlanıyordu Gala dergisi beni “otuz yaş civarı en çekici kadınlar” grubundan sayarken başka bir bulvar gazetesi daha az nazik sayılabilecek bir şekilde, beni “kalın kalçalı irice esmer bir hatun” olarak tanımlamıştı.

O gazeteyle aramızda bir husumet vardı çünkü ailemin fotoğraflarını yayınlamalarını yasaklatmıştım.“Burada hediyesini almak isteyen dünyalar güzeli küçük bir hanım varmış” diye seslendim evin içinden. Bahçeden şu cevap geldi: “O zaman dünyalar güzeli küçük bayan buraya gelsin bakalım!”

Heyecanlanan kızımın elinden tutup “Ev ayakkabılarını giymen lazım” dedim.

“Onları giymek istemiyorum” diye mızmızlandı Lilly.

“Ama üşütürsün öyle!” diye uyardım.

“Dün de ayakkabılarımı giymedim. O zaman da üşütmedim” diye cevap verdi.

Daha ben bu absürd ama yine de kendi içinde tutarlı çocuk mantığına akıllıca bir karşı argüman geliştiremeden, Lilly sabahın çiği ile parıldayan bahçeye yalınayak koşuverdi.

Yenilmiş bir halde iç çekerek onun arkasından bahçeye geçtim. “Yakında bahar gelecek” kokusu vardı havada ve belki de bininci kez şaşkınlık ve gurur karışımı bir duyguyla kızıma devasa bahçesi olan harika bir

Potsdam Evi sunabildiğim için mutluydum. Ben bir Berlin apartmanında (Plattenbau) büyümüştüm. Oradaki bahçemiz Gernie, menekşe ve sigara izmaritleri ekili üç saksıdan ibaretti.

Alex bahçede elinde kendi yaptığı bir kobay faresi kafesiyle bekliyordu. Otuz üç yaşında olmasına rağmen hâlâ çok iyi görünüyordu. Brad Pitt’in, o bayık yatak odası bakışları olmayan genç versiyonu gibiydi.

Aramız düzgün olsaydı, herhalde dış görünüşü beni hâlâ çok etkiliyor olacaktı ancak şu zaman dilimi içinde ilişkimizin durumu Sovyetler Birliği’nin bin dokuz yüz seksen dokuzdaki hali gibiydi. İlişkimizin ömrü de aynı kaderi paylaşıyordu.

Alev başarılı bir kadınla evli olmayı kaldıramıyordu. Bense oyun parkında başka annelerden her gün “Başarının peşinde koşmak yerine çocuğuyla ilgilenmesinin ne kadar harika bir şey olduğunu” duymak zorunda kalıp günden güne bedbahtlaşan alıngan bir erkeğe katlanamıyordum.

Dolayısıyla aramızda “İşin bizlerden daha önemli” ile başlayıp genelde de “Sakın o tabağı fırlatma Kim!” ile biten konuşmalar baş göstermeye başlamıştı.

Önceleri bunları barışma seksi takip ederdi ancak son üç aydır o da olmadı. Bu da çok yazıktı çünkü günün performansına göre seksimiz vasatın üstüyle muhteşem arasında bir yerdeydi. Bu da önemli bir şeydi çünkü Alex’ten önce birlikte olduğum erkekler içimdeki Meksika dalgasını pek de harekete geçirebilmiş sayılmazlardı.

“İşte hediyen, küçük hanım” dedi Alex gülümseyerek kafesinin içinde uyuklayan hayvanı gösterirken. “Bir fare!” diye bağırdı Lilly mutlulukla.

“Hem de fena halde hamile bir fare?” diye geçirdim içimden.

Lilly büyük bir sevinçle yeni ev hayvanını incelerken Alex’i omzundan yakalayıp kenara çektim.

“Hayvan doğum yapmak üzere” dedim.

“Hayır Kim, sadece birazcık şişman,’ dedi geçiştirmeye çalışarak.

“Nereden buldun bunu?”

“Kooperatif Çiftligi’nden” diye arsız bir cevap geldi.

“Niye bir pet shoptan almadın?”

“Çünkü oradaki hayvanlar tıpkı senin televizyon karakterlerin gibi çemberin içinde dönüp duruyorlar da ondan.”

Güm! Bu atışın beni vurması gerekiyordu; ve vurdu da! Derin bir nefes alıp saatime baktım ve kızgın bir sesle “Otuz saniye sürmedi” dedim.

“Ne demek simdi “otuz saniye sürmedi” diye sordu şaşırarak Alex.

“Bugün ödül törenine gideceğimden dolayı sitem etmen otuz saniyeyi bulmadı.”

“Sitem etmiyorum Kim. Sadece önceliklerini sorguluyorum” diye karşılık verdi.

Tüm bunlar beni acayip sinirlendirdi çünkü bugün benimle birlikte ödül törenine gelmesini çok istiyordum. Ne de olsa meslek hayatımın en önemli anı olacaktı bu. Ve böyle bir anda da erkeğimin yanımda olması gerekiyordu! Tabii ben onun önceliklerini sorgulayamazdım çünkü onunki Lilly’nin yaş gününü organize etmekten ibaretti.

Ben de bunun üzerine “Şu aptal fare hamile!” dedim bozularak.

“O zaman hamilelik testi yap ona,” diye karşıladı A!ex kuru bir şekilde ve kafesinin yanına gitti. Fareyi çıkarıp mutluluktan uçan Lilly’nin kucağına bırakırken kızgın gözlerle onu izledim. Hayvanı karahindiba ile beslemeye başladılar. Ben de yanlarında duruyordum. Aslında küçük ailemizin içinde, süreçle birlikte devamlı müşterisi haline geldiğim çemberin dışındaki yerimdeydim ve bu güzel bir yer değildi.

Ve orada dururken kendi hamilelik testim geldi aklıma. Reglimin geciktiği altı gün boyunca neredeyse insanüstü bir çabayla bu gerçeği bastırmaya çalıştım. Yedinci günün sabahında dudaklarımdaki “Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin!” ile eczaneye fırlayıp bir hamilelik testi alarak eve geri döndüm. Heyecandan elimdeki testi tuvalete düşürüp tekrar eczaneye koşturarak yenisini alıp üzerine işedikten sonra o bir dakikalık beklemeye geçtim.

Dişçide bir dakika çok uzun bir zamandır. Müzik dinletisinde daha da uzun bir süredir ancak ikinci bir çizgi olacak mı olmayacak mı diye karar vermeye çalışan böyle aptal bir testteki bir dakika dünyanın en zorlu sabır sınavlarından bir tanesidir.

İkinci çizgiyi görmek ise benim için daha da zorlu bir olay oldu.

Aklıma kürtaj geldi ancak bunun düşüncesi bile dayanılmazdı. On dokuz yaşındayken İtalya tatilimiz sonrasında kürtaj olmak zorunda kalan arkadaşım Nina’nın ne kadar acı çektiğini görmüştüm. Bir talk show sunucusu olarak, böyle bir vicdan azabıyla Nina’dan daha az baş edebileceğimi anlamıştım.

Bunu, özgüvenimin yitip gittiği bir dokuz ay takip etti. Ben panik biriktirirken Alex sevecen bir şekilde benimle ilgilenip etrafımda dolanırken çocuk olayına inanılmaz sevinmişti. Bu beni nedense daha bir öfkelendirip kendimi kötü ebeveyn olarak hissettiriyordu.

Aslında tüm hamilelik olayı benim için acayip soyuttu. Ultrason görüntülerine bakıp kanımın içinden atılan tekmeleri hissediyordum.

Ancak içimde küçük bir insanın büyüdüğünü çok az ve kısa mutluluk anlarında hissedebilmişim.

Zamanımın çoğunu mide bulantısı ve hormon düzensizlikleriyle mücadele ederek geçiriyordum. Ve tabii “Uterüsünü hisset”men gereken hamilelik kurslarında.

Doğumdan altı hafta önce çalışmayı bırakıp zamanımı kıyıya vuran balinaların neler hissettiğini duyumsayarak salonumuz daki koltuğun üzerinde geçirdim. Zorlu günlerdi ve suyumun gelip de doğumun başlaması beni neredeyse rahatlatacaktı; tabii o anda markette kasa kuyruğunda bekliyor olmasaydım.

Doktorumun tavsiye ettiği üzere derhal soğuk zemine uzanıp yattım. Etrafımda toplanan müşteriler şöyle yorumlarda bulunuyorlardı: “Bu şu eski sunucu Kim Lange değil mi?” “İkinci bir kasa açtıkları sürece beni hiç ilgilendirmez!” ve hatta “Bu pisliği temizlemek zorunda kalmadığım için çok şanslıyım.”

Ambulans, ben birkaç imza verip de kasiyerin erkek sunucular hakkındaki önyargısını değiştirmeye çalışırken (“Hayır! Hepsi eşcinsel değil.”) ancak kırk üç dakika sonra gelebilmişti.

Doğum odasına alındıktan sonra yirmi beş saatlik bir doğum başladı. Korkunç sancı dalgalarının arasında ebe bana “Pozitif ol. Her sancı dalgasını mutlulukla karşıla!” diye gaz vermeye çalışıyordu. Acıdan çıldırmış bir halde “Bekle hele, şunu bir atlatayım seni geberteceğim, sersem tavuk seni!” diye geçiriyordum içimden.

Öleceğimi düşündüm. Alex ve onun o sakinleştirici tavırları olmasaydı herhalde asla başaramazdım. Güven verici bir şekilde “Yanındayım. Her zaman!” diye tekrarlıyordu sürekli. Elini o kadar çok sıkmışım ki parmaklarını haftalar sonrasında bile rahat hareket ettirememişti (Hemşireler bana daha sonra o stres dolu anlarda sevgili kocaların eşlerine karşı davranışlarını değerlendirdikleri bir puan sisteminden bahsetmişlerdi. Alex sansasyonel bir şekilde 9,7 puan almıştı. Genel ortalama ise 2,73 imiş).

Doktorlar, tüm o işkencelerden sonra doğum esnasında yamuk yumuk bir kütle haline gelmiş olan Lilly’yi karnımın üzerine yatırdıklarında bütün ağrılarım bir anda yok olmuştu. Doktorlar hâlâ benimle uğraştıklarından onu göremiyordum ancak yumuşak ve kırış kırış tenini hissedebilmiştim. Ve bu benim hayatımın en güzel anı olmuştu.

Şimdi ise, yani beş yıl sonrasında, Lilly bahçede önümde duruyordu ve ben onunla birlikte yaş gününü kutlayamayacaktım çünkü ödül töreni için Köln’e gitmeliydim.

Üzüntüyle yutkunarak, faresi için yeni bir isim bulmaya çalışan bebeğimin yanma gittim. (“Ya Pipi ya Püpschen ya da Barbara olacak”).

Onu öpüp şu sözü verdim: “Yarın bütün günü birlikte geçireceğiz.”

“Ödülü kazanırsan yarın bütün gün röportaj vermek zorunda kalacaksın” dedi Alex küçümseyerek.

“O zaman pazartesini birlikte geçiririz.” dedim alınarak.

“O gün de redaksiyon toplantın var,” diye karşıladı.

“Öyleyse de ekerim o toplantıyı.”

“Eminim.” dedi acı bir gülümsemeyle. İçimden ağzına bir dinamit lokumu sokmak geldi. Son olarak da şunu ekledi: “Çocuğa hiçbir zaman vakit ayıramıyorsun.”

Bunu duyan Lilly’nin gözlerinden şu okunuyordu: “Babam haklı.” Bu bakış iliklerime kadar işledi. Titremeye başladım.

Güvensiz bir şekilde Lilly’nin saçlarını okşayıp “Sana yemin ediyorum, yakın zamanda bütün bir günü harika bir şekilde birlikte geçireceğiz,” dedim.

Hafitçe gülümsedi. Alex bir şeyler daha söyleyecek gibi oldu ancak ona öyle bir bakış fırlattım ki fikrini değiştirdi. Büyük bir ihtimalle gözlerimden o dinamit fantezisini okuyabilmişti. Lilly’yi birkez daha sıkıca göğsüme bastırıp terası geçerek evin içine girdim ve derin bir nefes aldıktan sonra beni havaalanına götürecek olan taksiyi çağırdım.

O an, Lilly’ye verdiğim sözü yerine getirmenin ne kadar zor olacağını tahmin edemezdim tabii.

Casanova’nın Anılarından: Bit karınca o/arak yaşadığım yüz on üçüncü hayatımda bir grupla birlikte yeryüzüne çıktık. Kraliçenin emirleri doğrultusunda imparatorluğumuzun arazisini kolaçan edecektik, Kavurucıı sıcak altında güneşlen ısınmış taşlar arasında ilerlerken güneş bir anda korkunç bir şekilde karardı. Gözlerim gökyüzünü taradı ve üzerimize doğru durdurulamaz biçimde inen bir bayan sandaletinin tabanını gördüm. Sanki gökyüzü üzerimize düşüyordu. Ve o anda şunu düşündüm: Bir insan attığı adıma dikkat etmediğinden bir kez daha ölmek zorunda kalıyorum.”

Berbat anlar listesinin dördüncü sırasında havaalanı tuvaletindeki aynaya bakma anım vardı.

Bu anın berbat olmasının sebebi otuz iki yaşında birisi için göz kenarlarındaki kırışıklıkların çok fazla olduğunu yeniden fark etmiş olmam değildi.

Ayrıca sebep çalı gibi saçlarımın istediğim yöne yatmamakta direnmeleri de değildi. Bu sorunları çözmek için ödül töreninden Önce stilistim Lorelei ile iki saatlik bir randevum vardı. Berbat bir andı çünkü

Daniel Kohn’a yeterince çekici görünüp görünmeyeceğim sorusunu sorarken yakalamıştım kendimi.

Daniel ülkemizdeki diğer haber sunucularının aksine doğal bir çekiciliği olan neredeyse müstehcen sayılabilecek derecede yakışıklı esmer bir erkek güzeliydi ve o da “En İyi Haber Moderatörlüğü” dalında aday gösterilmişti. Kadınlar üzerindeki etkisinin farkındaydı ve bunu da sonuna kadar kullanmaktan geri durmazdı. Ve karşılaştığımız medya partilerinde her seferinde yanıma gelip gözlerimin içine derin derin bakarak “Benim olsan diğer tüm kadınlardan vazgeçerdim,” derdi.

 

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Son Çarem

Editor

Çöl

Editor

Bataklıkta Gece Yarısı

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası