“Tuluhan Tekelioğlu’nun kitabında, kırk yaşındaki kadınların hikâyelerinden kesitler bulacaksınız. İlk bakışta bambaşka hayatlar yaşayan, farklı farklı kesimlerden gelen ama sanılanın aksine, ne çok ortak noktası olan kadınlar bunlar. Hayatı bir yolculuk gibi yaşayan, aramaktan vazgeçmeyen, her sabahı taze bir dem, yeni bir ilham bilen kadınlar bunlar. Cesur ve tanıdık, mütevazı ve iddialılar… Bize yalnız olmadığımızı gösteriyor, sözleri ve samimiyetleriyle yüreğimizi ısıtıyorlar… Zira Kırk yaş kadınlar için keskin bir dönemeç, önemli bir viraj. Fiziksel olarak değil, daha ziyade ruhsal olarak. Bu öyle bir dönüşüm ki, etkisi dışarıda değil, içeride, ta derinde hissediliyor…”
Elif Şafak
“Ama 40 yaş öyle bir eşiktir, basmaktan kaçınamazsın!
Peki, sonra ne olur? Tuluhan işte bu gerçeği irdeliyor. Çok farklı kesimler, semtler ve kültürlerden 40 kadınla buluştu. Ortaya bir film, sergi ve kitap çıktı. Tuluhan daha önce de “Ayaküstü Cevaplar” başlıklı muhteşem bir video yerleştirme sergisi açmıştı. 40’ında 40 Kadın da aynı etkileyicilikte! Çünkü yaptığı işler sadece anlatıma dayanmıyor, sözün gerçeği sakladığı yerde hikâyeler, mimikler ve jestler çok şey anlatıyor.”
Haşmet Babaoğlu
***
“BEN DEĞİŞTİM, HER ŞEY DEĞİŞTİ”
Hayatlarının bir kesitinde onlarla buluştum. Birçoğu kamerayı ilk kez görüyor, ona ilk kez bakıyordu. Çekinenler oldu önce. Ama kelimeler dökülmeye başlayınca ağızlarından, gerisi hızla geldi. Öyle ki bir volkandan taşar gibi anlattı bazıları, hayatlarının tehlikeye gireceğini bile bile…
Anlattıklarını yazarken seslerini, seslerinin değişen vurgusunu, kahkahalarım, gülümseyen bakışlarının arkasına sakladıkları gözyaşlarını yemden yaşadım. Evlerinin kokusu, eşyalarının dokusu, biz konuşurken içerden başım uzatan çocukları geçti gözümün önünden.
Bazen sessizce konuştular, kalplerinin en derininde sakladıklarım itiraf ederken. Bazıları sık sık aradı, haberdar etti hayatındaki gelişmelerden.
40’ında 40 kadım bulmam, konuşmam, onları yazmaya karar vermemse, çok yakın bir arkadaşımın bana söylediği şu cümleyle başladı:
“Kendimi ifade etmeyi 40 yaşında öğrendim.”
Üniversite okumuş, iş sahibi, evli, İstanbul’da yaşayan, güzel bir kadından duyulabilecek en şaşırtcı söz diye düşünmüştüm önce. Ama sonra bu cümle, tam bir buçuk sene sürecek çalışmamın başlangıcı oldu. Çünkü ben de 40’ıma yaklaşıyordum. Ve içimde bir şeyler oluyordu.
Tanımak, anlamak bazen ne zor kendimizi… Derinliklerimize, dehlizlerimize, kuytu köşelerimize inmek yürek istiyor. Bazılarımız bunu bile fark edemeden, yaşıyor ve ölüyor… Ama bazılarımız fark ediyor. Bunu fark ettiği anda da istemediği hayatı değiştirmek, anlayıp da artık sabır göstermemek ve gidişata bir “dur”demek istiyor. Bir çeşit cesaret, kendine güven ve neşe hali ile yaşadığı hayatı dürtmek istiyor. Yalnız kalmaktan korkmadan, içindeki değişim isteğine “hayır” demeden. Pek çok şeyin, kendi değerinin ve sahip olduklarımn da farkında olarak…
Yeteeer diyor!
Bu bir dönüm noktası, bir eşik.
Kadında bu eşiğin zaman olarak karşılığı ise, 40 yaş!
Hassas bir dönem 40! Atlatılması gereken… Ve atlatıldığında da zorluğun bittiği, ruhun rahatladığı, belki de pek çok şeyin geride bırakıldığı dönem.
40, kadının kendi duygularını cesaretle yaşamaya başladığı dönem. Her şeyi daha basit, kadın olmaktan korkmadan ama sakinlikle yaşamak istediği yaş…
Bunu ben değil, 40 yaşım doldurmuş yüzlerce kadın söyledi… 40’ıyla çekim yapabilmeyi başardım. Belgeseli ve anlattıklarım bu kitaba sığdırmak hiç kolay olmadı.
Onlar için de kolay olmamış bu eşikten atlamak. Üzerinde uzun uzun düşünerek yaptıkları seçimlerin karşılığında ödedikleri ağır bedeller var.
Erkekler, Evlilik, Aşk…
“Ben değiştim, her şey değişti. Eşim £Bu değişim de nereden çıktı,’ deseydi, onu da değiştirirdim,” diyor, 40 kadından biri… Şen kahkahaların arkasında hüzünlü hayatlar, bu seçimlerin yaşatüğı zorluklar da var. İster yurtdışında okumuş olsun, ister hiç okumamış, hepsindeki ortak duygu aynı!
Her tenden, meslekten, başka başka hayatlardan gelen, çocuklu-çocuksuz, evli-bekâr, boşanmış, çalışan-çalışmayan, esmeri, kumralı, her birinin kalbine dokunan, acıtan olay farklı. Aile kurmayı istememiş veya gecikmiş olan için yalnızlık büyük acı. Bir erkek arkadaşı, eşi veya sevgilisi yoksa, 40’ındaki kadın derin bir yalnızlığın içine gömülüyor. Bu daha çok orta-üst sınıfta kendini gösteriyor.
Avrupa Kültür Başkenti seçilen 2010’un İstanbul’unda hâlâ okuma ve yazma bilmeyen kadınların olduğunu gördüm. Ama bir cesaretle, “Artık altın günlerine değil, okuma yazma öğrenmeye gideceğim,” demiş bazıları. Hâlâ çocuk sahibi olmak için çabalayanları da gördüm 40 yaşındaki kadınlarda. Erkekler, evlilik, ilişkiler ve aşk hâlâ sorguladıkları arasında.
40’ındaki kadın, kendi yaşıtı erkeklerden farklı olarak daha çok aşk arıyor. Bağımlı değil, bağlı oluyor. Sevmeyi, sevişmeyi önemsiyor. Beklentisi, kaprisi, yükü olmadan duygularını önemsiyor. Aşk yoksa evliliğinin içinde, onu da sorgulamaya başlıyor. Kadınlık ve dişilik, 40’ına kadar kadının fark edemediği, fark edip de yaşayamadığı en temel şeylerden biri. Hatta aralarından biri, “Erkeksi düşüncelerimden ancak bu yaşımda silkelendim,” itirafında bulunuyor.
40’a gelen kadın deneme ve yanılmaları geride bırakıyor. Yaşadıklarına bir anlam kazandırma çabası başlıyor ve hayatını tepetaklak etme pahasına, bu kararlılığından vazgeçmiyor.
Öyle itiraflarla karşılaştım ki bunları anlatmamak olmazdı. Ama istedim ki onlar kendilerini size bu kitapta anlatsınlar…
Bir sabah Üsküdar’da, bir sabah Akatlar’daydık. Pendik’ten Fatih’e, Bostancı’dan Sarıyer’e, Kartal’dan Sefaköy’e, bir hayattan başkasına giderken trafikte 360 saat geçirmişiz. Direksiyonda Haşim Yetim, her kadının duygusunu nefes almadan kamerasına aktaran İsmail Kavrakoğlu, bir göz odada yaşayanları, o zor ışık şartlarında bile ustaca çeken fotoğraf sanatçısı Ozan Kutsal’la beraber, İstanbul trafiğinde uzun günler geçirdik. Nişanlı olan İsmail, bir ara “Eyvah yoksa evlenmesem mi?” demeye başlamıştı ki çekimler sona erdi. Çünkü 40’ında 40 kadının her söylediği, erkekleri şaşırtacak kadar cesur ve kalptendi.Yoğun, yakın plan hayatlarına girdim. Onlarla kendilerini en rahat hissettikleri mekânda, kendi evlerinde konuştum. Domuz gribinin neredeyse her eve girdiği iddia edilen kışın en soğuk günlerinde, hep birlikte, hastalanmadan çekimleri tamamlamayı başardık. Kapıdan girdiğimizde köfteler, börek ve çöreklerle karşılandık.
“Senin için daha kolay olur. Kendi değişimim anlat, ben de fotoğraflarım çekeyim,” diyen ama çalışmamın başından bu yana yapım desteğim esirgemeyen Sinan Çetin’e, Plato Okulu’na, montajda küçük dokunuşlarla, güzel şeylerin yapılabileceğini gösteren Jülide Çağıl’a, belgeselin yapım aşamasında uykusuz geceler geçiren Beran Pekol’a, desteği için Mustafa Taviloğlu’na, Taha Feyizli’ye, Alper Bağmeşli ve Nazlı Dalar’a, logomuzu tasarlayan Timuçin Unan’a, Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) ve Kadının İnsan Hakkı Derneği’ne, Kasım Zoto’ya, Eğitim Kültür Araştırma Vakfı (EKAV) ve İnci Aksoy’a, beni hiçbir çalışmamda yalnız bırakmayan AVON’a ve kitapta yer alan tüm kadınlara çok teşekkür ederim.
Tuluhan Tekelioğlu
2009-2010
KIRK YAŞ
Tuluhan Tekelioğlu’nun kitabında, kırk yaşındaki kadınların hikâyelerinden kesitler bulacaksınız. İlk bakışta bambaşka hayatlar yaşayan, farklı farklı kesimlerden gelen ama sanılanın aksine, ne çok ortak noktası olan kadınlar bunlar. Hayatı bir yolculuk gibi yaşayan, aramaktan vazgeçmeyen, her sabahı taze bir dem, yeni bir ilham bilen kadınlar bunlar. Cesur ve tanıdık, mütevazı ve iddialılar… Bize yalnız olmadığımızı gösteriyor, sözleri ve samimiyetleriyle yüreğimizi ısıüyorlar. Burada kuru kuru soyutlamalar ya da kallavi genellemeler yerine, hissedebileceğimiz, parmaklarımızın ucuyla dokunabileceğimiz, kendimizden göreceğimiz “kadın serüvenleri” var.
Zira kırk yaş kadınlar için keskin bir dönemeç, önemli bir viraj. Fiziksel olarak değil, daha ziyade ruhsal olarak. Bu öyle bir dönüşüm ki etkisi dışarıda değil, içeride, ta derinde hissediliyor. Ardından bir kişisel hesaplaşma başlıyor, kimsenin bilmediği bir iç muhasebe. Modern hayatın hızlı ritminde kırkına varan kadın nedense aniden “yavaşladığını” sanıyor. Bir treni kaçırdığına inanıyor, kendine geç kaldığına. Hayat boyu içinde ukde kalanları, yapmak isteyip de bir türlü başlayamadığı projeleri, biriken hayalleri hissediyor omuzlarında, olanca ağırlığıyla.
Aşk romamnda Ella’mn dediği gibi, “Kırkıma bastım ya arük her şeyin ‘daha’ fazlasına sahibim: Daha bilgili, daha olgun, daha sağduyuluyum. Ve yüzümde daha fazla kırışıklık var, saçımda daha fazla kır. Daha kırgınım ve daha yorgun…” Kırk yaş daha evvel hiçbir yaşın yapamadığı kadar etkiliyor kadınları. Tutup silkeliyor. Kırkına gelen kadının algıları sihirli bir değnek değmişçesine değişiyor. Kendine, sevdiklerine, dünyaya, hayata ve ölüme bakışı yenileniyor. Bunalımlar da daha derin yaşanıyor bu dönemeçte, hasretler ve serzenişler de, tutkular ve sevinçler de. Kırkına basan kadın önce moralini bozuyor, kendi elleriyle. Sonra başlıyor küllerinden doğmaya, kendim yemden inşa etmeye.
Çünkü…
Kırk sayısı tılsımlıdır. Boşuna değil, Nuh Tufanı’nın kırk gün sürmesi. Tufanda sular her yeri kapladı ama aynı zamanda bu topyekûn yıkım, birikmiş tüm kirleri sildi ve hayata taze bir solukla başlama fırsatı verdi. İslam tasavvufunda kırk sayısı bir mertebe aşmak için sarf edilen zamanı, manevi uyanışı temsil eder. Bilincin dört temel safhası vardır. Her bir safhanın on derecesi mevcuttur ki toplamda kırk eder. Hazreti İsa kırk gün kırk gece çölde çile çekti. Hazreti Muhammed peygamberlik çağrısını kırk yaşında işitti. Buda ıhlamur ağacının altında kırk gün tefekküre daldı. Ve tabii bir de “gönlü geniş ruhu gezginlerin kırk altın kuralı”nı unutmamalı.
Kırk yaşında insan hayat karşısında bambaşka bir vazife üstlenir, enerji halesi değişir. Kırk, ihtimallere ve tesadüflere en açık yaştır. Tesadüfen yepyeni insanlarla tamşır, bilmediğimiz kapıların önümüz sıra açıldığına tamk oluruz. Tesadüflerin tesadüfi olmadığı bilinciyle yürüyebilirsek şayet…
Yaşlanmaya gelince, onu da o kadar dert etmemek lazım. Kırk öyle kudretli bir sayıdır ki yüzümüzdeki kırışıklıklar da saçımızdaki aklar da yanında cılız kalır.
Elif Şafak
HAYATA “KIRK”INDAN BAŞLAMAK!
“Ne daha zenginim, ne daha sağlıklıyım, ne daha güzelim, ne daha bilgiliyim eskiye nazaran… Ama öyleymişim gibi geliyor!” Öylesine içten ve sevimli bir biçimde söylüyor ki bunu, gülümsemekten kendimi alamıyorum. Konuşabilsem, “Yanılıyorsun” diyeceğim; “en azından eskisinden daha güçlü ve kendinden emin olduğun açık! Bu başlı başına bir zenginlik!” Hâlâ genç bir kadın. 40 yaşında. Anlattığı şey de o zaten! Yaşının getirdiği farklı duygular. Sadece beden mi değişen? Sadece duygular mı farklılaşan? Hayır! Şimdi daha iyi anlıyorum ki, günümüzün kadınları için o yaş hayata yeniden başlama yaşı!
40’ında 40 Kadın!.. Çevremdeki kadınlardan iyi bilirim! Önce 30’a girmeyi dert ederler. Sonra o harala gürele içinde 30’un gelip geçtiğim anlamazlar. Son zamanlarda bir de 30’una gelince iyice “ufal da cebime gir” havasına girenler çıktı. Ama 40 yaş öyle bir eşiktir, basmaktan kaçınamazsın! Peki, sonra ne olur? Tuluhan işte bu gerçeği irdeliyor. Çok farklı kesimler, semtler ve kültürlerden 40 kadınla buluştu. Ortaya bir film, sergi ve kitap çıktı.
Tuluhan daha önce de “Ayaküstü Cevaplar” başlıklı muhteşem bir video yerleştirme sergisi açmıştı. 40’ında 40 Kadın da aynı etkileyicilikte! Çünkü yaptığı işler sadece anlatıma dayanmıyor, sözün gerçeği sakladığı yerde hikâyeler, mimikler ve jestler çok şey anlatıyor. 40 yaş… “Ben değiştim, her şey değişti; bu değişim de nereden çıktı deseydi eşim, onu da değiştirirdim,” diyor bir kadın. Öteki “Bu yaşa kadar rahat değildim, şimdi rahatladım,” diyor. Ama bu sözler yanıltmasın sizi! Dinleyince kafanıza dank ediyor ki, kadınların korkularım kırması nasıl zor ve ağır bedellere dayalı!