78 kuşağı, 68 kuşağından teslim aldığı devrim ateşini tam ortasından tuttu. 100 metre koşucusu hızında, uzun bir maratona girişti! Öyle bir koşuydu ki, düşenler gülümseyerek yere yığıldılar. Koşanlar arkalarına bakmadılar. Savaşsız, sömürüsüz bir dünya hayali kurdular. Bu hayalin bedelini; canlarıyla, gelecekleriyle, geleceksizlikleriyle, dışlanmışlıklarıyla ödediler.
12 Eylül terörün kökünü kazırken, gençliğin de kökünü kazıdı. Sonraki kuşaklar, 1977-1980 arasına sıkışıp kalan 78’lileri hep terör sözcüğüyle özdeş andılar.
İstedik ki 78’liler; hayalleriyle, özverileriyle, hatalarıyla, karşılaştıkları kanlı engellerle ve deneyimleriyle yeni kuşaklara anlatılsın. Bu kitap size, 78’liler okyanusundan bir bardak su sunabilirse, ne mutlu bize…
Mustafa Balbay
ÖNSÖZ
Bir kuşağı anlatmak, dünyanın en zor işlerinden biri olsa gerek.
Öyle ya, o kuşağın içinde yer alan herkes kendi algıladığı, yaşadığı biçimde yorumlayacaktır her şeyi.
Hele o kuşak, onulmaz acılardan çağlar alan hayallere kadar her şeyi içine sığdırmışsa. iş daha da zorlaşacaktır.
68 kuşağı, dünyada ve Türkiye’de çok konuşuldu. Konuşulmaya da devam ediyor. Gençliğin her şeyi değiştirme, ama en kısa sürede değiştirme heyecanının ateşe dönüştüğü o kuşak, çok Önemli bir işlev üstlendi. İki büyük dünya savasının ardından, ülkeyi yönetenlerin toplumları istedikleri gibi ölüme sürükleyemeyeceğini haykırdı. O kuşağın ardılları yıllar sonra başka düşüncelere sahip olsalar bile, içindeki 68 közünü atamadı. Hep onunla yaşadı.
Bir de. 68 kuşağının hemen arkasından gelen, onların hayallerini avuçlarına alıp yüreğine dolduran bir kuşak var. 68 hareketi “her şeyi değiştirebiliriz” derken, sonraki kuşak “haydi yapalım” dedi. Hani yeniyetme bir genç. ağabeyinin yaptığı her şeyi mükemmel görür ve kayıtsız şartsız onun yolundan gitmeyi görev edinir ya; sonraki kuşak öyle düşündü.
Dünya nasıl değişirdi?
Devrimle…
Devrim nasıl yapılırdı?
Dünya nasıl yaptıysa…
Türkiye’de nasıl olabilirdi?
işte bu çok çatallı, belalı bir soruydu. Devrim ateşinin içine düşen herkesin yanıtını farklı verdiği bir soruydu bu. 68 kuşağı nın öne çıkan temsilcileri, idamdan kuşatma çatışmada yok etmeye kadar ölümün her türlüsünden bir örnek tadınca, sonraki kuşak “bu yolda ölüm de var”ı koltuğunun altına alıp yola çıktı.
Onlara 78 kuşağı adının verilmesinde ve bunun yaygınlaşmasında küçük de olsa katkısı bulunanlardan biriyim. Aradan geçen on yıllar içinde seçmiş yok olmadı. Deyim verindeyse fermente oldu. Zamanla acıların sızısı çökeldi. hüzünlü gülüşlere dönüştü
Çocukluğumda ilk Toprak Mahsulleri Ofisi’nin depolarında gördüğümü anımsıyorum; getirilen buğdayın kalitesini ölçmek için numune alınırdı. Buğday yığınlarının dibine dek bir alet gömülür. Dipten yukarı doğru buğday örnekleri ala ala yukarı çekilir Elinizde tuttuğunuz kitap biraz bu örneği çağrıştırıyor. Bir kuşağın tümüyle anlatımı değil ama, yaşadığı her şeyin tutam tutam aktarır.
4 5 yıl sürdürdükleri hayallerinin cezasını yıllarca çeken, bazen de canıyla ödeyen 78 kuşağını şu yelpaze içinde anlatmaya çalıştım:
Hayalleri neydi?
Her şeyiyle eşit bir dünya…
Bu hayallerini gerçekleştirme yolunda neyle karşılaştılar?
Katliam, katliam…
O günün koşullarında Ankara nasıldı?
Gençlikten uzak, bitip tükenmek bilmez çekişmeler…
Dünya nasıldı?
Soğuk savaşın tam bir buzlaşmaya dönüştüğü dönem…
12 Eylül ne getirdi?
Tam bir sol kırım…
80 li yıllar nasıl geçti?
12 Eylül’ün sonuçlarıyla…
2000’lerde ne oldu?
Arayış, arayış…
Kitabın başında bugüne kadar yaşadığımız coğrafyadaki gençlik hareketlerini de özetlemeye çalıştık.
Önemli sorunlarımızdan biri de” “kapak’ oldu Cumhuriyet Kitapları’nın da “vaziyetine hakan arkadaşımız. Deniz Som takıldı.
“Kardeşimizin kahramanınız da yokki fotoğrafını koyalım…”
Aslında her şey tarih babanın gözü önünde seyretmiş olsa da. 78 kuşağının bütün boyutlarını ortaya çıkarmak arkeolojik kazı gibi bir şey.
Benim yaptığım ne olabilir?
Daha Önce pek çok yerinden kazıya başlanmış bir antik kuşağın bir hava fotoğrafını çekmek belki.
Antik kuşak dedikse, her şeyiyle geride kalmış, bitmiş bit kuşak demedik. Büyük yönleriyle bugüne taşınmamış, oysa çok önemli değerleri olan bir kuşak…
Önemli değerler dedikse, satışa açık bir kuşak da değil. Zaten savundukları değerler, paranın satın alabileceği şeyler değildi.
78 kuşağı, heyecanlarıyla, özverileriyle, hatalarıyla, doğrularıyla tam bir kuşaktı.
Mustafa Balbay
Ekim 2008, Ankara
TÜRKİYE’DE GENÇLİK HAREKETLERİNİN KISA TARİHİ…
Türkiye’de gençlik hareketi deyince akla ilk gelen 1960’lar, 70’ler oluyor… Dönenle damgasını vurması bakımından bu. doğa! bir durum.
Bir tarihsel süreç olarak. Osmanlı’dan günümüze gençlik harekelerinin kilometre taşları nelerdir?
Bu alanda yapılmış ciddi araştırmalardan biri. Alpay Kabacalı.
Kabacalı’ya göre. bu topraklarda gençlik hareketlerinin geçmişi 1550 yılına kadar dayanıyor. O dönemde bu hareketlerin adı şuydu;
Suhte isyanları ya da medreseli ayaklanmaları…
Medreseliler, o donemin koşulları içinde kendilerini hem ayrıcalıklı hem de gidişe müdahale cime hakkına sahip kişiler olarak görüyorlardı. Halkın ekonomik yapısının bozulması, zenginlerin yaşam biçimleri, kendi yaşam koşullarının yoğunlukla içe dönük oluşu ayaklanmaların zeminini oluşturuyordu.
Ayaklananlar zamanla devlet ve halk dilinde “eşkıya” diye tanımlanacak düzeye ulaştı… Osmanlı yönetimi başlangıçta bunları derhal şiddetle bastırmak gerektiğini düşündü, bu yöntemleri kullandı. Bunun isteneni vermediğini görünce, bugün de yabancısı olmadığımız başka bir yönteme geçildi:
biraz diyalog kursak…
Ancak aradaki soğukluk diyalog kurma iklimini çoktan bitirmişti. Olmadı…
Bu kez yeniden şiddeti: şiddetli’ karşılık verme yöntemi benimsendi. Bu yolla medreselerde sıkı düzen kuruldu. Çoğunluk bu düzen içinde koşullara boyun eğdi ama. ayaklanmalar bitmedi.. Zamanla, medreseli ayaklanmaları, halkın içinden kimi kesimlerin katılımıyla biçim ve içerik değiştirdi. Osmanlı tarihinde önemli bir yer tutan isyanlar öne çıktı…
19. yüzyıla dek böyle devam etti…1839 Tanzimat fermanı her
alanda olduğu gibi eğitim sisteminde de değişiklikler yarattı. Bu değişiklikler gençlik hareketlerine yansıdı. Tanzimat önemli derişiklikler getirdi ama, bunlar şıp diye olmadı. Öncesi vardı…
I771e Deniz Mühendishanesi (Mühendishane i Bahri Hümayun). 1775’teKara Mühendishanesi .Mühendishane i Berri i Hümayun), 1827’de Askeri Tıbbiye (Tıbhane i Âmire), Mızıka Okulu (Muzika i hmayuni ve Harbi ve ıMekteb i Ulum i Harbiye) 1878’de Tıbbiye (Mektebi Tıbbiye i Şahane) kuruldu.
Bunlar Batılı anlamda eğilim veren başlıca eğitim kurumlar: olarak varlık posterine) e bağladılar. Ağırlıklı olarak askeri alandı eğitim veriyorlardı ama, askeri de olsa devletin ve toplumun büyük bir kesiminde dikkatle izleniyordu.
Tanzimat sonrasında bürokrat ve öğretmen yetiştiren okullar bunlara eklendi.
Bunlar da yetersiz kalmaya başlayınca 1859’da Mektebi Mülkiye kuruldu. 1867’de Galatasaray Sultanisi açıldı…