Gelinin yerine geçmek ne kadar zor olabilirdi ki…
Violet Brantford hayatı boyunca kendini hep Raeburn Dükü Adrian Winter’ın arzulu kollarında hayal etmiştir. Oysaki Dük, Violet’in şen şakrak, toplum önünde daha gösterişli tıpatıp ikizi Jeannette ile evlilik hazırlığı içindedir. Ancak Jeannette düğün törenine yalnızca dakikalar kala hayatını dükle birleştirme kararından vazgeçer. Dudu dilli Violet çok geçmeden kendini beyazlar içinde bulur; kardeşinin yerini almıştır. Kısa sürede cemiyet içinde parmakla gösterilen bir hanımefendi olan Violet hayal bile edemeyeceği fantezileri yaşarken gerçek kimliğini bir sır gibi saklamaya devam eder.
Adrian ise kendi düşüncesine göre ne yaptığının farkındadır. Her ne kadar Jeannette bencil ve aklı havada olsa da Winter ismini taşıyacak mükemmel bir eş görüntüsü çizmektedir. Fakat dünyalar tatlısı masum eşi onu her defasında şaşırtmakta ve mantık evliliğine dair beklentilerini kökünden değiştirmektedir. Planda yokken Dük’ün içine tarifsiz bir aşk ateşi düşer.
“Tarihi aşk romanı tutkunlarının bayılacağı yepyeni bir soluk.”Romance Reviews Today
“Mükemmel bir romantizm için muhteşem bileşenlere sahip. Fazlasıyla tatmin edici. Tam puan!”
Coffee Time Romance
Londra, TEMMUZ 1816
Ben. Adrian Philip George Stuart Fitzhugh, seni,Jcannctte Rose, eşim olarak…”
Violct, midesinin bulandığını hissetti, Adrian ve başpiskoposun önünde ya bayılacaktı ya da kusarak kendini rezil edecekti. Hem de herkesin önünde… Tüm Haut Ton halkı St. Paul Katedrali’nde toplanmış, yılın düğünü olarak düşünülen bu Özel ana şahitlik etmeye gelmişti.
Bin kişi katedral koridoruna sıralanmıştı. İki bin goz, İngiltere’nin en gözde bekarı Raeburn’un Altıncı Duka Adri-an Winter ile evlilik yemini eden, essiz güzellikteki Jeannette Brantford’a kilitlenmişti.
Ama isin kötü tarafı gelin Jeannette Rose Brantford değildi.
Gelin, Jeannette’in ona tıpatıp benzeyen İkiz kardeşi Jannctte Violet Brantford, ya da ailesinin ona seslendiği sekliyle Vîolet’ti, ve o anda Violet delirmek üzere olduğunu düşünüyordu.
Gözleri mavi ipek ayakkabılarını takıldı ve zarif ayakkabılarının altını saran mermer zemin üzerine işlenmiş karmaşık desenleri incelemeye başladı, Işık huzmeleri parlak bir sis gibi etrafında süzülüyordu. Mavi ve yeşil tonlarının buluştuğu mozaik pencerelerin önündeki mumların üzerinde, pencerelerden süzülen güneş ışığında ufak toz parçacıkları dans ediyordu.
Bu seremoni için hazırlanan kırmızı gül ve krem rengi gardenya buketlerinin kokusu burnunu doldurdu, bu fazlasıyla tatlı koku yalnızca rahatsızlığını arttırmaya yaramıştı. Yutkundu, boğazı sıcak kumlar kadar kuruydu. Gerginliğini belirtir şekilde sırtından ter akmaya başlamıştı ve bu durum onda omuzlarını kıpırdatma isteği uyandırıyordu.
Baş döndüren bir panikle, ben nedime olmalıydım diye duşündü. Gelen diğer insanlarla birlikte yan tarafla yerini almalıydı. Bunun yerine, koyu mermerden altın yaldızlı Barok kemerin altında, Adrian’ın yanında duruyordu. Üzerinde katedralin büyük kubbesi yükseliyordu. Aziz Paul’ün bayatım yansıtan resimler tepeden ona bakıyordu; Aziz Paul’ün onu azarlayan ve yaptıklarını onaylamayın şekilde ona baktığını düşündü Violet.
Kendisini sakinleştirmeye çalıştı.
Sakinleşmek mi?
Hayatının en büyük yalanının içine düşmüşken nasıl sakin kalmayı başarabilecekti ki? Birilerinin onun kim olduğunu fark etmesini ve parmağını uzatarak “Yalancı!” diye bağırmasını bekledi.
Ama ikiz kardeşinin de söylediği gibi insanlar ne görmek istiyorsa onu görüyorlardı. Onu buz mavisi ipekten uzun kolları, gül şekli oluşturan yüzlerce incinin yer aldığı kar gibi bembeyaz eteği ve incilerin yaprak oluşturarak geldiği açık yakasıyla zarif gelinliğinin içinde gören ailesi ve hizmetçileri onu Jcannette olarak kabul etmişti. Kimse ondan şüphelenmemişti, hatta kız kardeşinin hizmetçisi bile. Kızı çağırıp saçlarını tekrar baştan yapmasını isteyerek onu telaşa düşürmüş, hizmetçi kız küçük incileri ve parıldayan ufak safirleri Violet’in saçlarına yeniden yerleştirmek için büyük çaba harcamıştı.
Belki yüzüncü kez endişeyle aman Tanrım diye düşündü Violet. Nasıl böyle bir oyuna alet olmuştu? Bu sabah uyanana kadar her şey normaldi. Düğün gününde olabilecek kadar normal: Tüm ev halkı hararetli bir tekilde koşuşturup durmuştu. Eğer o gün kardeşinin değil de kendisinin evleneceğini bilse muhtemelen daha fazla heyecanlanacaktı. Kahvaltıda keşke yumurta ve tütsülenmiş balık yemeseydim diye düşündü. Yedikleri midesinde rahat durmuyordu.
Ne kadar da aptaldı! Bu asla yanına kalmayacaktı.
Buz gibi cildinin yanında sıcacık bir şekilde tezat oluşturan dükün güçlü ve erkeksi avuçlarında duran elleri titriyordu. Koridorda yürümeye başladığı andan itibaren ona sadece birkaç kez bakabilmişli, dükün gözlerinin içine bakmaya korkuyordu. Ancak yine de arada bir yanında duran adama bakmaktan kendisini alıkoyamıyordu. Damatlığı ona çok yakışmış, ona muhteşem ve güçlü bir hava vermişti.
Biliyor mu acaba? diye düşündü. Şüphelendi mi? Ah Tanrım ya şüphelendiyse? Tüm Ton halkının Önünde onu rezil eder miydi? Yoksa bas başa kalana kadar bekleyip sonra da nikahın hemen iptal edilmesini mi söylerdi? Her iki durumda da nasıl bir açıklama yapacaktı?
Tüm benliği yalan olan bir kadın ne söyleyebilirdi ki?
Bu sabah aklından ne geçiyordu? Jeannette’in onu böyle korkunç bir oyuna ortak etmesine nasıl izin vermişti? Benzer nedenlerden ötürü yıllar önce bir daha asla ikiz kardeşiyle yer değiştirmeyeceğine dair söz vermemiş miydi? Çünkü bu oyun her zaman sadece Violet’in başını belaya sokmuştu.
Neden böyle tehlikeli bir yola girmeye razı olmuştu?
Bunun sebebi Jcannctte’in seremoniye sadece iki saat kala zengin, yakışıklı ve saygıdeğer nişanlısıyla evlenme sözünden dönmesi miydi? Bu öyle korkunç bir skandal olurdu ki ailesi bu durumun yaratacağı utancın altından asla kalkamazdı.
Yoksa sebebi Adnan’ın Jeannette için ailesine yirmi bin pound vermesi miydi? Bu para onlara ilaç gibi gelmiş, ailesi bu parayı babasının ve serseri erkek kardeşi Darrin’in büyük borçların kapılmak için kullanmıştı.
Yoksa sebebi Adrian Winter’a aşık olması mıydı? Onu İki Sezon önce ilk kez katıldığı bir baloda görmüştü ve görür görmez aşık olmuştu. Karşılıksız olsa da, kendisine acı verse de onu sevmeye devam etmişti; hatta Adrian kız kardeşine evlilik teklifinde bulunduktan sonra bile. Halbuki Adrian, bilmeden onun kalbini çalmış ve onda kanayan bir yara açmıştı.
“Ebem… leydim,” diye fısıldadı başpiskopos, “sıra sizde.”
“Efendim? Ah. affedeniniz. Evet, tabii,” dedi sessizce, dalgın halde yakalandığı için utanmıştı.
Gözlerini kaldırdığında Adrian’ın meraklı ve şaşkın bakışlarıyla karşılaştı ve gözlerini hemen başka yöne çevirdi.
Başpiskopos, tekrar etmesi için Violet’e sözleri söylemeye başladı. “Ben, Jeannette Rose, seni, Adrian Philip George Stuart Fitzhugh, kocam olarak kabul ediyorum.”
“Ben, Jannetle Vi…” öksürerek boğazını temizledi. Nesi vardı böyle? Eğer kendisini kontrol etmeyi beceremezse hiç kimsenin şüphelenmesine gerek kalmayacak şekilde ele verecekti kendini. Tekrar dene, diye düşündü panikle, odaklan. Derin bir nefes aldı “Ben, Jeannette Rose, seni, Adrian Philip George…” zihni bomboştu. Ah kahretsin devamı neydi?
Başpiskopos nazikçe “Stuart Fitzhugh,” dedi.
“…Stuart Fitzhugh, kocam olarak kabul ediyorum…”
Başpiskopos bir sonraki cümleye geçti.
Violet dikkatle dinledi ve sırası geldiğinde kelimeleri tekrar etmeye başladı.”… Bundan sonra, iyi günde kötü günde…”
Bir kez daha gözlerini kaldırdı ve Adrian’ın zengin, samur gibi kahverengi gözlerindeki kararlı ifadeyi gördü.
“…hastalıkla sağlıkta…”
Her kelimeyi içinden gelerek söylüyordu, sinirlerinin yavaşça sakinleşmeye başladığını hissetti.
“… ölüm bizi ayırana kadar yanında olacağıma, seveceğime ve sadık kalacağıma…”
Onu seviyordu, ömrü boyunca onu el üstünde tutacaktı. Sadakat kısmına gelince… Bu kuralı daha şimdiden ihlal ettiğini düşünüyordu, ancak yine de gelecekte bunu telafi etmek için elinden geleni yapacaktı.
“… Tanrı’nın kutsal emirleri üzerine sana söz veriyorum.”
Başpiskopos yeniden konuşmaya başladı. Adrian, Violet’in sol elini kaldırarak bir saat önce Jeannette’in zorla geçirdiği muhteşem zümrüt ve pırlanta yüzüğün yanına narin bir altın yüzük yerleştirdi. Artık onun yüzüğüydü.
Adnan bal gibi tatlı ve ciddi bir ses tonuyla “Tanrı, Yüce İsa ve Kutsal Ruh adına, bu yüzükle seninle evleniyorum, vücudumla sana tapıyorum, tüm dünyevi varlıklarımı sana bahşediyorum. Amcn,” dedi.
“Şimdi dua edelim.” Başpiskopos dua kitabını açtı.
Violet bacakları titreyerek artık kocası olan adamın yanında diz çöktü. Başını eğdi, gözlerini kapattı ve Tanrı’ya onu affetmesi için dua etti, O da insandı, zayıftı ama yanındaki adamı hayal edebileceğinden çok daha fazla seviyordu. Kalbi böyle kararlı bir şekilde bağlılık ve doğrulukla doluyken bu yaptığı hala nasıl günah olabilirdi ki?
Başpiskopos onları kontrol etmeden seremoniyi tamamladığında Tanrı’nın dualarını kabul ettiğini ve onunla gizli bir işbirliği yaptığını düşünmeye başladı. ‘Tanrı’nın birleştirdiği bu insanları kimse ayırmasın.”
Adnan, sağ elinden tutarak Violet’in ayağa kalkmasına yardım etti. Bir elini beline dolayıp Violet’i kendisine çekince kızın içini bîr ürperti kapladı.
“Ekselansları.” diyerek gülümsedi başpiskopos, “gelini öpebilirsiniz.”
Adrian kendisine doğru yaklaşırken. Violet onun yüzündeki sert ve soğuk ifadeden bir anlam çıkarmaya çalıştı.
Yalnızca bir defe öpüşmüştü. On iki yaşındayken Btantford kuzenlerinden biri, bir elma ağacının gölgesinde ondan küçük bir öpücük çalmıştı. Öpüşmeyi hayal etmenin öpüşmenin kendisinden daha heyecan verici olduğunu düşünmüştü Violet.
Adrian’ın dudakları kendisininkine dokundu. Öpücüğü ılık ve yumuşak, aynı zamanda sen, ama nazikti. Bu öpücük ona aslında öpüşmenin nasıl bir şey olduğunu bilmediğini hatırlattı. Etrafındaki dünya, konuklar, başpiskopos, herkes bulanıklaşırken kulaklarını bir uğultu doldurdu; kanı damatlarında çılgın bir nehir gibi akmaya başladı. Daha fazlasını istediği için içgüdüsel olarak araladı dudaklarını. Kısa bir süre daha uzadı bu an, Violet’in ciğerlerindeki havayı çekip alan daha derin bir öpücüktü, zihnindeki tüm düşüncelerin kaybolduğunu hissetti
Birden sona erdi o an. Adrian geri çekildi ve Vıolet’in elini koluna doladı ve katedralin uzun koridorunda yürümeye başladılar.
“Gülümse sevgilim,” diye fısıldadı Adrian, “ölü gibi duruyorsun. Gerçi öpücüğüm yanaklarına renk getirmiş gibi görünüyor”
Öpücüğün bahsiyle Violet’in yanaklarındaki pembelik arttı Adrian istediği için yüzüne muhteşem bir gülümseme yerleştirdi ve katedralin koridorunda ilerlerken etrafını saran büyük kalabalığa gülümsedi. Kendi kendine mutlu görün diye söylendi. Jeannette gibi davran. Violet, rolünü oynamaya ve kendini titremekten alıkoymaya çalıştı.
Uzun koridor boyunca ilerlerken Adnan’ın hızına ayak uydurdu, katedrale sıralanmış işlemeli koyu renk meşe sandalyelerde oturan neşeli kalabalığı geride bırakarak katedralin büyük kubbeli koridorlarında kendisini tebrik etmek için bekleyen kalabalığın içine adım attılar.
Tanrıya şükür o an da sona erdi. Başpiskoposun yardımcılarından biri yanlarına gelerek Adrian’ı köşeye çekti ve dükün kulağına Violet’in duyamadığı birkaç kelime fısıldadı. Violet hiç sesini çıkarmadı. Adam onları yakınlardaki bir odaya götürerek nazikçe başpiskoposun onlarla konuşmaya geleceğini söyledi.
Sonra dışarı çıkarak kapıyı kapattı ve Adrian ile Violet’i yalnız bıraktı,
Violet yeni kocasına hızlı bir bakış attı ve davranışlarından neden orada olduklarına dair bir ipucu çıkarmaya çalıştı. Kızgın ya da Üzgün görünmüyordu. Gerçi istediği zaman duygularını saklamakta Üzerine yoktu. Onu birkaç aydır tanıyordu ve davranışlarını anlayabiliyordu
Yalanını anlamış mıydı? Peki ya başpiskopos? Bu yüzden mi rahip onları bu odaya getirmişti? Bildiği için mi? Herkes biliyor muydu?
Dizleri tutmuyordu, avuçları terden ıslanmıştı ve yakınlarda gördüğü bir sandalyeye çöktü. Diğer sandalyeye takıldı gözü. Büyük ceviz ağacından bir masanın Önünde duruyordu, on ve arka taraflarına melek figürleri İşlenmişti Masanın bacaklarında çocuk meleklerin resimleri vardı. Gözlükleri olmadan yakını iyi göremediğinden sandalyenin detaylarını göremiyordu. Baktığı her şey bulanıktı.
Koşullar farklı olsaydı ve gözlüğünü takabilseydi eğilip bu muhteşem masayı incelerdi. O sabah gözlüklerini ikizine vermek zorunda kalmıştı. Jeannette’ın görüşünde sorun olmadığı için elbette ki numaralı gözlüklere ihtiyacı yoktu.
Violet ise gözlükleri olmadığından bu görkemli mobilyayı inceleme fırsatını kaçırmıştı. Sanat aşkı düşünüldüğünde bu önemli bir kayıptı. Resim, heykel, mimari… Güzelliğin ve yaratıcı düşüncenin her alanı Violet’e büyült bir zevk veriyordu. Sanatın, müziğin ve edebiyatın insan ruhunu cennetin krallığına yüksekten birkaç şeyden biri olduğunu düşünüyordu.
Ancak o anda yakalanmamak gibi düşünmesi gereken daha önemli şeyler vardı.
“Belirtmeliyim ki,” diye söze girdi, ikizini taklit ederek, “hava korkunç derece sıcak.”
“Evlilik planları yaparken bu ihtimali göz önünde bulundurmuştuk diye hatırlıyorum,” dedi Adrian. “Seremoniyi temmuzun ortasında yapmayı sen istedin.”
Israr etmişti demek daha doğruydu. Violet o anı ve ailenin, özellikle de annesinin nasıl üzüldüğünü hatırladı. Jeannette. her kadının haziran gelini olabileceğini söyleyerek, ancak farklı bir kadının tüm Ton halkını Sezon sonunda iki hafta daha Londra’da kalmaya ikna edebileceğini savunmuştu. Düğünü her zaman hatırlanacaktı. Bu düğün, son kraliyet düğününden sonraki en önemli etkinlik olacaktı.
Adrian iki kadehe masanın üzerinde duran kristal şişeden şarap doldurdu ve birini Violet’e uzattı. “Al sevgilim, buna ihtiyacın var sanırım.” Violet aldıktan sonra kendi şarabından bir yudum aldı. Rahat bir ses tonuyla “İyi misin?” diye sordu.
“Neden sordun?”
“Seremonide bir süre için düşüp bayılacağını düşündüm. Resmen titrediğini hissettim.”
Bir cevap bulmak için düşünmeye başladı. Gerçeğe en yakın olan cevabı kullanmaya karar verdi. ‘Tahmin edebileceğin üzere gelin olmanın verdiği gerginlikten kaynaklanıyor. Sabahtan beri bitkin düştüm. Dün gece çok az uyudum, bugün de hiçbir şey yiyemedim. Ama şimdi daha iyiyim.” Söylediklerini kanıtlarcasına gülümsedi Adrian’a.
“Önemli bir şey olmadığı için rahatladım. Bugün geciktiğin için fikrini değiştirmiş olabileceğini düşündüm.”
Violet yutkundu, neredeyse ağzındaki şarabı tükürecekti. Jeannette’in kararındaki değişikliği hissetmiş miydi? Adrian, kardeşinin düşündüğünden daha gözlemci biriydi. Bu yüzden bu çılgın planın başarılı olacağını konusunda şüpheliydi.
“Nasıl yani?” diye sordu, zor nefes alıyordu,
“Yani, beni kilise mihrabında terk edeceğini düşündüm,”
Ne diyebilirdi ki? İçinde artan paniği bastırmaya çalışırken kendisini içgüdülerine bıraktı ve başını geriye doğru atarak bir kahkaha savurdu. “Saçmalama. Tabii ki seni terk etmeyecektim. Neden böyle bir şey yapayım ki?”
Adrian şaraptan bir yudum daha aldı, ikna olmuş gibi görünmüyordu.
“Saçım yüzünden,” diyerek oyuna devam etti Violct.
“Saçın mı?”
“Evet. Hizmetçim Jacobs istediğim şekli veremedi bir türlü. Saçlarım mükemmel olana kadar saatlerce beklemek zorunda kaldım. Gelinliğimin İçinde muhteşem görünmeden insanların içine çıkamazdım değil mi?”
Violet nefesini tutup bir cevap beklerken onun gözlerinin içine baktı.
Adrian bir anda rahatladı ve gözlerinde muzip bir ifade belirdi. “Hayır, tabii ki. Ama uğraşlarına değmiş, çok güzel görünüyorsun. Çok güzelsin” Yaklaştı ve Violet’in elini avuçlarına aldı. “Bir erkeğin sahip olabileceği en güzel gelinsin ” Dudaklarını Vıolet’in bileğine, cildini saran nazik mavi damarların üzerine bastırdı. Violet bir an titredi, ama bu defa gerginlikten değildi
Kapı açıldı ve başpiskopos içeri girdi. “Ekselanslarını beklettiğim için özür dilerim. Bu özel günde oyalanmak istemediğinizi biliyorum. Hemen yan odada kayıt defteri var. Onu imzaladığınız zaman buradaki işimiz bitiyor.”
Kayıt defteri mı? Violet, birlikteliklerini resmileştirmek için…