Dini

İslamilik Problemi

islamilik problemi 5ed3f5282e002Teşekkür

Bu çalışmayı ortaya çıkaran sorular zihnimde ilk defa “İslami Yorum Dergisi”ni çıkarırken oluşmuştur. Ve cevapları da acemi arayışlar şeklinde ilk olarak orada verilmeye çalışılmıştır. Soruların ortaya çıkışında ve cevaplarının oluşumunda katkılarını göz ardı edemeyeceğim İslami Yorum Dergisi’ndeki sevgili dostlarıma…
Sorunun gerçek boyutlarını görmem, ancak felsefeyle tanışmamla mümkün olmuştur. Beni felsefeyle tanıştıran, felsefe alanında hocalık yapan ve çalışmanın her aşamasında tartışma imkanı bulduğum, fikirlerinden bolca istifade ettiğim sevgili dostum Abuzer Dişkaya’ya…

Dostluklarıyla cesaret veren ve fikirlerinden faydalanma imkanı bulduğum dostum ağabeyim Ümit Aktaş’a ve Salı grubundaki değerli dostlarıma…
Teşekkürü bir borç bilirim.

İÇİNDEKİLER
Gİrİş 7
İslamilik Problemi nedir? 7
Problemi tartışırken izlenecek yola ve usule dair notlar 14
İslamilik problemi nasıl ortaya çıkmıştır? 25
Modern dönem öncesi akıl ve klasik dönem bilgi paradigması 28
Modern dönemde akıl ve bilgi paradigması 32
Paradigma değişikliğinin sonuçları 38
Paradigma değişikliğinin İslam’a etkileri 43
İslam düşüncesinin tedvini ve klasik bilgi paradigması 45
Klasik dönem bilgi paradigması ve Mu’tezile 56
Klasik dönem bilgi paradigması ve Eş’arilik 60
Modern paradigma ile birlikte İslam düşüncesininin girdiği çıkmaz 64
Çözüm önerileri 67
Selefi ve radikal İslami gurupların algıları ve çözüm önerileri 67
Sosyal bilimcilerin, siyasetçilerin, teknokratların algıları ve çözüm önerileri 73
Modernist düşünürlerin algıları ve çözüm önerileri 75
Modernizmin çıkmazı: Değerler alanında boşluk 91
Modernizmin “değerler” sorunu 92
Modernizmle yüzleşme 103
Modern dönemde metafizik bilgi ve din 104
İslam ve Metafizik bilgi 108
Yeni bilgi paradigmasına göre yeni bir okuyuş 113
“İslami Bilgi” mümkün müdür? 113
1- Tanrı anlayışı: 114
2- Evren tasavvuru: 115
3- Ölüm sonrası: 119
İslami bilginin özellikleri 122
İslami bilgi ve farklı İslam yorumları 131
Vahiy kanalıyla gelen (İslami) bilginin kavramlardaki anlam oluşumuna etkisi 135
Kavramlarda anlam oluşumu 135
Kavramlardaki anlam oluşumunda İslam’ın etkisi ve rolü 141
Kavramların müesses hale gelmesinde İslam’ın etkisi ve rolü 150
Kavram oluşumu bağlamında Kur’an ile kurulacak ilişki 153
“Allah kelamı” yanında “insan yorumu”nun epistemolojisi 157
“İnsan yorumu” kavramının epistemolojisi 158
İslam bilgi sisteminde “insan yorumu”nun yeri ve epistemolojisi 159
İslam’a uygun bir sosyal düzen nasıl oluşur? 167
Tarihin derinliklerinden bir örnek: Hz. Ömer 168
Kur’an’ın iniş sürecinde İslami sosyal düzenin oluşumu 170
İyileri sürdürmek, eksikleri tamamlamak, yanlışları düzeltmek! 172
Dikkat edilmesi gereken hususlar 176

Gİrİş
İslamilik Problemi nedir?

Dünya büyük bir süratle değişiyor.
Yakın zamanlara kadar değişim daha çok teknolojik alandaydı ve teknoloji sahibi ülkelerin (Batı’nın) dünya liderliğini her geçen gün daha fazla pekiştirmesine yol açıyordu. Ama son yıllarda ekonomik ve siyasi alana da nüfuz etmiş durumda ve artık güçlülerin lehine işlemiyor. Dünyanın en büyük ekonomileri kriz ile boğuşmaktalar. Artan gelir adaletsizliği, yoksulluk ve işsizlik siyasi gerilimi artırıyor. Dünyanın en mutlu ve refah seviyesi en yüksek toplumlarından, gösteri ve çatışma haberleri gelir oldu. Siyasi stres kaçınılmaz olarak devletlerin reflekslerini de etkiliyor. Onları daha katı tutum takınmaya itiyor ve otoriterleştiriyor. Bugüne kadar insan hakları ve özgürlükler alanında örnek gösterilen ülkeler, bugün üzerlerindeki baskıya dayanamayarak özgürlükler aleyhine yasalar çıkarmaya başladılar.
Son yüzyıllarda insanlığın fikri öncülüğünü devralmış ve her türlü probleme akılcı çözümler geliştirmesiyle meşhur olan bu ülkeler, artık sermayeyi tüketmiş bir görüntü veriyorlar. Zaten bu sıkıntılar daha başlamadan kısa bir süre önce, insanlığın ulaşmış olduğu seviyenin son nokta olduğunu, “Tarihin Sonu” tezleriyle ilan etme eğilimi içerisine girmişlerdi. Ve bu yaklaşım bir teze dönüştürülmeden önce; taa Sovyetler Birliği’nin yıkılıp soğuk savaş döneminin bittiği yıllarda, bir zafer narası olarak yükselmeye çoktan başlamıştı.
Eğer “tarihin sonu” söylemlerinin ortaya çıkışı, fikri alanda Batı’nın sermayeyi gerçekten tükettiği anlamına geliyorsa ne olacak? Buna sevinmeli mi, yoksa üzülmeli miyiz?
Bu yadırgatacak soruları sormamızın sebebi, dikkatleri önemli bir sorun üzerine çekmek içindir. Modernizmin ortaya çıkışı ile birlikte Batı, diğer kültürlere karşı belirgin bir üstünlük sağlamıştı. Diğer medeniyet havzalarında modern dönemlerin problemlerine dönük fikir üretilemezken, Batı hemen her alanda fikri öncülüğü eline geçirmişti. Elbette bu durumun, Batı kaynaklı emperyalist faaliyetlerle ve hegemonya zihniyetiyle çok yakın ilgisi vardı. Hatta bu mesele üzerine, her biri Batı’nın suç hanesine yazılacak birçok şey de söylenebilirdi. Ama meseleyi bu noktasından tutarak ele almak, kendi durumumuza gerekçe üretmekten başka bir işe yaramaz. Sorunumuzu görmemizi engeller. Gerekçesi ne olursa olsun vakıa şudur ki, modern dönemlerin başından beri fikri gelişimin öncüsü Batı’dır. Kabul etsin veya etmesin, bugün dünya üzerindeki her birey (az veya çok) Batı zihniyetinin ürettiği değerlerle yaşamaktadır. Birçok kişi bu durumdan rahatsız değildir. Rahatsız olanlar ise yeri geldiğinde bolca eleştirmelerine rağmen, eleştirilerine konu olmayan birçok alanda Batı zihniyeti sayesinde elde ettikleri kazanımlara göre yaşamakta ve onlardan ödün vermeye de yanaşmamaktadır. Demokrasi karşıtı çoğu kimsenin krallıklar dönemine geri dönmek istemeyeceği; modern hukuktan şikayetçi çoğu kimsenin kadim kültürlerin hukukuna razı olmayacağı; kapitalizmden muzdarip çoğu kimsenin, onun imkanlarını bırakıp feodal dönemlerin mülk sistemini ve geçim imkanlarını talep etmeyeceği örneklerinde olduğu gibi…
O halde yadırgatıcı sorulara geri dönelim! Batı gerçekten fikri üretiminin son noktasına gelmişse ve “tarihin sonu” ifadesi gerçekten bir tükenmişliği ifade ediyorsa ne olacak? İnsanlığın karşı karşıya kaldığı, yeni yeni ve türlü türlü sıkıntılar nasıl çözülecek? Fikri alanda insanlığın öncülüğünü kim yapacak?
Hamasete çok açık bir alan olduğu için, bu sorular asla cevapsız kalmamıştır, kalmayacaktır. Hayata dair iddiası bulunan her ideoloji ve her kültür, bu boşluğu doldurmaya zaten dünden adaydır. Haddizatında bugün yaşanan sorunlar, onların seslerine vaktinde kulak verilmemesinin bir sonucudur. Hamaset söz konusu olduğunda kimse mangalda kül bırakmaz. Ne var ki şu sorular da bir türlü cevap bulmaz: “Madem böyle bir güçleri vardı, neden bugüne kadar bunu göstermediler? Batı zihniyeti sorunlara sürekli yeni yeni çözümler üretirken, onlar neden bu ‘eksik’ ve ‘problemler üreten’ çözümlerden daha iyisini ortaya koymadılar?”
* * *
Peki, ilk ortaya çıktığı andan son yüzyıllara kadar insanlığın fikri öncülüğünü yapmış olan bizler; İslam düşüncesinin temsilcileri ne durumdayız? Bu sıkıntılı süreçte insanlığa yeniden rehberlik yapmaya hazır mıyız?
Ne yazık ki şu an itibariyle bu sorulara da olumlu cevap vermemiz mümkün değildir. Batı’nın emperyalist faaliyetlerinin sonucu olarak yaşanan uzun bir sömürü dönemi ve ardından gelen (Batı destekli) diktatörlükler, İslam coğrafyasında düşünce gelişimini zorlaştırmıştır. Coğrafya insanı baskı ve sömürüden, çok yakın dönemlerde ve yavaş yavaş kurtulmaya başlamıştır. Ancak bu süreçte ortaya çıkan ilk tecrübeler, mesela öncü bir örnek olarak Türkiye;
Gelişmişliğini ve refahını kapitalizmi taklit ederek
Adaletini modern hukuk sistemini taklit ederek
Özgürlüklerini ise demokrasiyi taklit ederek
sağlamaya çalışmaktadır. Taklitteki başarı oranında da; özgürlüklerin olduğu, adaletin sağlandığı ve ekonominin iyileştiği bir toplumsal yapı ortaya çıkmaktadır.
Aslında İslam coğrafyası, dünyadaki değişime paralel, hatta ondan daha hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Her devrilen diktatörle birlikte, zihinlerdeki bir pranga daha kırılıyor. Halkların iradesini yeniden kuşanması anlamına gelen her gelişme, aynı zamanda zihnin önündeki engellerin de bir bir aşılması sonucunu doğuruyor. Bu gelişmelerin hepsi, bir doğumun yaklaştığının habercileridir. Dolayısıyla uzun vadede Müslümanlardan ümitvar olabiliriz. Ancak halihazırda ciddi bir gelişmeden de bahsedemeyiz. Şu an itibariyle İslam toplumları Modern Batı zihniyetinin esiri durumundadırlar. Modernizme en fazla karşı çıkan Müslümanlar bile ironik bir çelişki içerisindedirler. Bir yandan demokrasiye, kapitalizme ve modern hukuk sistemine karşı çıkmakta (retoriğini yapmakta) ama diğer yandan onların imkanlarından sonuna kadar yararlanmaktadırlar. Öte taraftan, “saadeti getirecek” ekonomik sistemin, yönetim modelinin ve hukuk sisteminin ne olduğu konusunda hiçbir fikir ortaya koymamaktadırlar. Bir ütopyanın peşine düşmüş romantikleri andırmaktadırlar.
Hasılı insanlığın bize en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde, fikir üretememe durumuyla karşı karşıyayız. Bu yüzden modern dünyanın bir öznesi haline gelemiyoruz ve bu yüzden insanlığa öncülük yapamıyoruz.
Karşı karşıya bulunduğumuz problemin iki boyutu bulunmaktadır:
Birinci boyut pratik yaşam alanında kendisini göstermekte ve İslam’a uygun bir sosyal düzenin oluşturulması sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Niteliği ve boyutları şu sorularla daha iyi anlaşılabilir:
İslam’ın değerlerinden doğmuş, onun bakış açısını yansıtan, ama; işsizlik, yoksulluk, gelir adaletsizliği, etnik milliyetçilik, farklı kültürlerin birlikte yaşaması, hak ve özgürlükler, adaletsizlik, haksızlık, ahlaksızlık gibi güncel bütün problemlere adil ve ikna edici çözümler içeren bir sosyal düzen nasıl oluşturulacaktır?
İslam nasıl bir yönetim biçimi, nasıl bir ekonomik sistem, nasıl bir hukuk sistemi öngörmekte ve hayatın farklı alanlarında karşılaşılacak sorunları nasıl çözmektedir?
Sorunun ikinci boyutu ise teorik düzlemdedir ve İslam’a uygun bilgi üretmenin imkanı olarak isimlendirilebilir. Bu sorunun niteliği ve boyutları ise şu sorularda ortaya çıkar:
Sosyoloji bilimi sayesinde daha önce insanlığın gündeminde olmayan yeni yeni sosyal alanların ortaya çıktığı ve bu alanlara dönük olarak yepyeni fikirlerin geliştiği günümüzde İslami bilgi mümkün müdür?
Sosyolojiye konu olan alanlarda fikir üretmek ve hatta fikri öncülüğü devralmak, “Müslüman” kalarak nasıl mümkün olacaktır?
İki boyutta ifade etmeye ve sorular eşliğinde çerçevesi hakkında fikir vermeye çalıştığımız probleme, biz; İslamilik problemi adını verdik. Ve bu çalışmayla birlikte hem İslam’a uygun bir sosyal düzenin hem de İslam’a uygun bilgi üretmenin nasıl mümkün olacağını irdelemeye çalıştık.
Maksadımız İslam’a uygun bir sosyal düzen çerçevesi çizmek değildir. İslam’a uygun bir yönetim modeli, bir ekonomik sistem veya bir hukuk sistemi önerecek değiliz. Çünkü bu alanlarda önerilerde bulunmak bir uzmanlık işidir. Müslümanların üzerine ittifak ettikleri bir usul / yöntem ortaya çıktığında, bu alanlara dönük öneriler geliştirmek uzmanları için gayet mümkün ve kolay olur. Dolayısıyla bu çalışma bir usul veya yöntem çalışması olacaktır.
* * *
Aslında son yüzyıllara kadarki tarih diliminde Müslümanlar için “fikri öncülük” diye bir sorun yoktu. İslam coğrafyası, dogmatizmin esiri haline gelmiş diğer kültürler karşısında belirgin farklar oluşturabiliyordu. Ama son yüzyıllarda Batı’da, pozitivizm ve rasyonalizm aracılığıyla dogmatizm yıkıldı (veya hayat sahasından uzaklaştırıldı). Böylece Batı, toplumların farklı problemleri ve ihtiyaçları üzerine akli çözümler üretme arayışına girdi. Elbette ürettiği çözümler sorunsuz değildi. Fakat bugün gelinen noktada insanlık, sosyal ve fikri problemlerin çözümü için yönünü oraya dönmüş bulunmaktadır. Mevcut durumda, daha ileri ve ikna edici çözümler üretebilen başka bir medeniyet de yoktur. Farklı alanlarda fikir üretmeye imkan verecek teorik bir zemin oluşturulamadığı ve bu teorik imkandan yola çıkarak insanlığın ihtiyaçlarına Batı’dan daha iyi ve daha ikna edici çözümler üretilemediği müddetçe, Müslümanlar da aynı tehdit ile yüzleşmek zorunda kalacaklardır.
Son yüzyıllara kadarki tarih diliminde Müslümanlar açısından, “sosyal düzenin İslam’a uygun hale getirilmesi” meselesi de büyük bir sorun değildi. Çünkü çağlara göre değişim hızı yavaştı. Hz. Ömer zamanında kurulmuş olan devlet düzeni ve sosyal düzen, Osmanlı Devletinin sonuna kadar ana hatlarıyla aynı kalmıştı. Böylece Müslümanlar, karşılaştıkları yeni şartların İslam’a uygun olup olmadığını tartışmak zorunda olmamışlardı. Ama bugün çok hızlı bir değişim süreciyle karşı karşıya bulunmaktayız. İnsanlık çok büyük bir süratle değişmekte ve gelişmektedir. Hayatın bütün alanlarında, bir önceki nesille bile kıyaslanması zor sosyal farklılıklar oluşmaktadır.
İnsan aynı insandır ama bu insanın tartıştığı meseleler, tartışma biçimi, problemleri ve ihtiyaçları tamamen değişmiştir. Can, mal, namus emniyeti, geçim, yönetim, eğitim, güvenlik gibi temel sosyal ihtiyaçlar değişmemiştir ama bu ihtiyaçların karşılanma biçimleri, ele alınış mantıkları, sosyal hayattaki ağırlıkları tamamen değişmiştir. Geçim ihtiyacının doğurduğu bir saha olan ekonomi, insanlık tarihinin hiç bir döneminde olmadığı kadar merkezi hale gelmiş ve aşırı derecede karmaşık bir hal almıştır. Devlet, hiç bir tarih diliminde olmadığı kadar hayatın içindedir ve bütün bireylere kadar uzanabilmektedir. Geçmişte sadece müstesna şahsiyetlerin ulaşabildiği bir imkan olan eğitim, artık bütün toplum fertlerinin temel ihtiyaçlarından birisidir. Artık, bırakın yüzlerce seneyi, 50 sene öncesinin sosyal düzeniyle bile toplumların ihtiyaçlarını adil bir şekilde karşılamaya imkan bulunmamaktadır. Öyle ki, herhangi bir coğrafyada 50 sene öncesinin sosyal düzeni yeniden uygulanmaya çalışılsa, toplum asla bu duruma razı edilemez.
Hızlı değişime ek olarak bir de, daha önce var olmayan yeni sosyal alanların ortaya çıkması söz konusudur. Sanayi insanlık için yepyeni bir olgudur. Sanayinin doğurduğu şehirleşme eskisinden tamamen farklıdır. Eskiden suç ve ceza dini emir ve yasaklar temelinde düzenleniyorken (yani her kanun aynı zamanda ahlaki bir norm niteliği taşıyorken), bugün; trafik, ticaret, bankacılık, şirket, sigorta, borsa, muhasebe, maliye, gümrük, memuriyet, devlet kurumları gibi dini normlarla düzenlenemeyecek birçok yeni alan doğmuştur. Ve buralardaki düzenlemeyi sağlamak üzere yeni bir alan olarak da hukuk doğmuştur. Basılı, sözlü ve görüntülü bütün çeşitleriyle medya tamamen yeni bir olgudur. Yeni alan o kadar çoktur ki, artık yeni alanlardan değil yeni alemlerden bahsetmek gibi bir durumla karşı karşıyayız. İnternet yeni ve sanal bir dünya olarak karşımızda durmaktadır. Daha şimdiden neredeyse vazgeçilmez bir hal almıştır.
Lafı daha fazla uzatmadan kısaca şöyle diyebiliriz: Var olan durumu bir önceki nesille kıyasladığımızda adına “değişim” diyebiliriz; ama 200 sene öncesiyle kıyasladığımızda değişim kelimesi yeterli gelmeyeceği için “başkalaşım” demek zorundayız. Artık sosyal hayat bambaşka bir hal almıştır. Önceki dönemlerin şeriatı ve usulleriyle bugünün yaşamını düzenleme imkanımız yoktur. İslamilik problemi aşılmak, İslam’a uygunluğun yeni bir kriteri oluşturulmak zorundadır.
* * *
İslamilik probleminin biri teorik (İslam’a uygun bilgi üretmenin imkanı), diğeri pratik (İslam’a uygun bir sosyal düzen oluşturmanın imkanı) iki veçhesi olduğunu ifade ettik.
Sorunun teorik veçhesinin çözümü için tarihi süreç içerisinde oldukça mesafe katedilmiştir. İslami bilginin bileşenleri üzerine birçok tartışmalar yapılmış, olası bütün anlama biçimleri farklı ekoller şeklinde vücut bulmuştur. Teorik düzlemde, bugün tartışılıp da geçmişte bir şekilde tartışılmamış mesele neredeyse yok gibidir. Sorunlu kısmı daha çok güncelliğinde ve pratiğe bakan yüzündedir.
Fakat pratik veçhesini oluşturan “İslami sosyal düzen” meselesi için aynı şeyler söylenemez. Hayat sürekli gelişerek akan bir süreç olduğu için, İslam’ın günümüzde bir sosyal düzen haline nasıl geleceği sorusu da hayatın değişimine paralel bir güncelleme gerektirir. Geçmişte ortaya çıkmış çözümlerden birçoğu, bugün “olduğu gibi” alınıp kullanılamazlar. Bu alanda son söz yoktur. Her günün kendi sözü olmak zorundadır. Geçmiş düşünce ve ekoller kendi zamanları için İslamilik problemini tartışmışlar, kimi eleştirilen kimi övülen sonuçlara ulaşarak İslam düşüncesini bugüne taşımışlardır. Bugünün Müslümanları da kendi zamanları için bu sorunu tartışmak ve kendi günlerine uygun çözümler oluşturmak zorundadırlar.
Yarının nesilleri bu çözümleri eleştirebilirler veya övebilirler. Ama bu gerilim, İslam düşüncesinin sonraki nesillere taşınmasının en dinamik yollarından biridir.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Necip Fazıl Kısakürek – Peygamber Halkası

Editor

Necip Fazıl Kısakürek – Batı Tefekkuru ve İslam Tasavvufu

Editor

Dua Reçetesi

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası