“Okuyucuyu aşk ve entrikanın doruklarına ulaştıran, ihtiras dolu bir öykü… Yazar aşırı dozda şehvetle, tarihsel renkli ayrıntıları harmanlıyor ve ortaya güçlü bir hikaye çıkarıyor… Tutku’yla doyumun tadına varın.” ROMANTIC TIMES
Passion adlı bir kadın. Onu tutkulu bir ilişkinin içine çekecek bir adam.
İki yıldır yas tutmakta olan genç ve güzel dul Passion Elizabeth Dare bir daha bir erkekle birlikte olmayı hayal bile etmemektedir, hele bir yabancıyla hiç. Ama Londra’daki Kristal Saray’ın ortasında kendini, bastırdığı arzularını uyandıran çekici bir adam tarafından gizli, ama ısrarlı bir şekilde baştan çıkarılırken bulur. Passion sevgisiz, sıradan bir evlilikten sonra bu sefer kendini mutluluğun ellerine bırakır.
Bu güzel yabancıyla karşılaşmalarının etkisiyle aklı başından giden Langley Kontu Mark Randolf onu tekrar görmek için sabırsızlanmaktadır. Coşkulu buluşmalar devam ederken, kont ve gizemli âşığı aralarında güzel ve az bulunan bir şeyin filizlendiğini fark ederler. Ama konta yönelik bir şantaj her şeyi mahveder. Bir skandal patlamak üzereyken, ikisi de sorumluluk ile arzuları arasında seçim yapmak zorundadır…
Ailelerine olan sevgileri mi, birbirlerine duydukları aşk mı?
OLAYLARA YOL AÇAN MEKTUP
12 Temmuz. 1824
Çok sevgili A bigail,
Neler oldu. bir bilsen Sana en sevdiğim ve en güvendiğim sırdaşım, çocukluk arkadaşım, manevi kardeşim olan sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Hem de kalbimin beynime hükmetmesi durumunda olabileceklere karşı beni açıkça ve dürüstçe uyarmıştın. Ne kadar haklıymışsın. Çünkü simdi ateşli arzularımın aptallığıma yanıyorum. Durumumu tahmin ettin mî? Ettiğinden eminim Yine de ben sana hemen anlatayım çünkü gözlerinin sırrımı keşfetmek için sayfanın alt tarafına kaydığını görür gibiyim.
Ben. Lucinda Margarita Hawkmore. gebeyim, inliyorum, kendi içinde fazla sıra dışı olmayan bir durum. Ama bekle canım, çünkü şimdi kuşlarını havaya kaldıracak sırrımı açıklıyorum. Solan güllerimi canlandırması için tuttuğum nefes kesici genç bahçıvanımı hatırlıyor musun? Hani yaramaz kahveıengi gözleri, kalınca bir çıkıntısı olan? Neyse, güllerimi canlandıramasa da, meyvesi bundan yedi ay sonra bütün ihtişamıyla rahmimden çıkacak, farklı türden tohumları ekmekte çok ustaydı.
Ama canım arkadaşım benî yerden yere vurma. Bildiğin gibi kendimi tamamen yeni âşığım Lord Fenworth ‘a adadım. Ve zaten bir Havkmore vârisi doğurduğum için George. her zamanki itaatkar, efendi tarzında, bu çocuğu da kendi çocuğu gibi sahiplenecektir. Yani o konuda bir sıkıntı yok. Fakat George. ondan olmayan çocuklara babalık yapmak zorunda kalmaması için önlem almamı rica etti.
Ona elimden geleni yapacağımı söyledim. Aslını istersen ben de artık başka çocuğun yükünü taşımak istemiyorum. Bildiğin gibi, bir tanesine zor tahammül ediyorum. Ama böyle şeylerden hiç anlamam. Abby’ciğim. o yüzden senin bana Öğretmen gerek. Gerçi, neyse ki önümüzdeki yedi ay rahatım zira sevgili Fenworth ‘umun kollarından ayrı olmaya dayanamam.
Artık sırrımı biliyorsun canım. Seninle George ‘dan başka bilen yok Bana acilen yaz ki, dununum hakkındaki düşüncelerini öğreneyim. Nazik suçlamalarını duyar gibi oluyorum. Ama her zamanki gibi beni affedeceğinden eminim.
Sevgilerimle,
Lucinda
Not: Bu mektubu yakacağına güveniyorum.
Birinci Bölüm
TUTKU
4 Mayıs, 1851 Londra, Kristal Saray
Eliyle göğsünü kavradı.
Passion Elizabeth Dare lavanta rengi elbisesini tutan gri eldivenli irice ele baktı. Hızlı nefesiyle bitlikte inip kalkıyordu. Siyah giysili bir kol beline dolanmış, onu sıkıca sarıyordu; o kadar sıkı sarıyordu ki, Passion ona arkadan dayanmış vücudu gayet iyi hissediyordu
Kimse görüyor muydu?
Hayır, misafirlerle ev sahipleri üç afacanın devirdiği saksı palmiyesini kaldırmakla meşguldüler, palmiye tam önüne devrilince korkudan bayılan yaşlıca kadını ayıltmakla meşguldüler, sergideki porselenlerin zarar görüp görmediğini kontrol etmekle meşguldüler. O daha palmiyenin devrildiğinin farkına varmadan biri tarafından hızla yoldan çekilen Passion’la ilgilenmeyecek kadar meşguldüler.
Kurtarıcının vücudu onun görünmesini engelliyordu Kurtarıcının elleri kımıldamıyordu ve Passion, şapkasının kenarından görmese de onun başının ileri dönük olduğunu hissetti. Kurtarıcı Passion’ın üzerindeki eline mi bakıyordu?
Passion yavaşça gözlerini kırptı. Rüyada mıydı? Bir yabancı.insanların içinde onu utanmazca kucaklamış vaziyetteydi. Peki, Passion neden bu kadar rahattı?
Onunla yüz yüze gelmek için dönerken, bakılan kurtarıcının gri eldivenli parmaklarını izledi. Parmaklar Passion’ın karnından ve göğsünden geçerek, göğüs ucunu kabarttı. Passion nefesini tutarak gözlerini kapattı. Sonra, kurtarıcının eli uzun, kesintisiz bir okşamayla koldan yukarı doğru ilerlerken, eldivenle elbise kolu arasında küçücük kıvılcım oluştu. Sıcak ürperti tenine nüfuz edip sinirlerini tutuşturdu. Sırtından aşağı inip karnında dolaştıktan sonra bacaklarını titretti.
Passion inlememek için kendini tuttu. Kurtarıcının parmakları omuzlarını kavramıştı. Göğüsleri sızlıyordu ve bacaklarının arasında ıslaklık hissetti. En son ne zaman arzusu uyanmıştı?
Çevresini alçak ama sürekli bir uğultu sarmıştı. Prens Albert’in dünyanın imal, mensucat ve sanattaki ilerlemesini sergilemek için harcadığı fevkalade emeği Kristal Saray’da idi. Porselen galerisinde kuzeni Charlotle ilk buluşmaya gelmişti, bir yabancı tarafından okşanmaya değil! Passion’ın gözleri açılıverdi.
Mavi. Gözlerine dikilmiş gözler canlı maviydiler. Bir keresinde penceresinin önünden geçtiğini gördüğü kelebeğin kanatları gibi mavi. Derin bir nefes aldı. Gözleri bu renk boyayabilir miydi? Bu derin bakışı yakalayabilir miydi? Silindir şapkasının altından ona çatılmış karakaşların Özel kıvrımını çizebilir miydi? Peki ya iri, şehvetle bükülmüş dudaklara ne demeliydi? Allah için, güzel bir adamdı.
Kurtarıcının elleri Passion’ın kollarından bileklerine inmeden Önce burun delikleri genişledi. Passion onun parmaklarım hızla atan nabzına bastırdığını hissetti. Kımıldayamıyordu. Konuşamıyordu. Kurtarıcının ateşli mavi gözleri yüz hatlarını incelerken, titreyerek duruyordu.
İnsanlar onların yanından geçiyorlardı. Arkada biri kahkaha atarak Passion’ı korkuttu. Kurtarıcı taşkın kahkahanın kaynağına hızlı, adeta kızgın bir bakış atıp Passion’ın bileklerini bıraktı. Uzun bir an gözlerini gözlerine dikti. Passion da donmuş halde onun bakışına karşılık verdi. Nihayet, kurtarıcı elini şapkasının kenarına götürdü. Başıyla selam verip, döndü ve yürüyerek uzaklaştı.
Passion nefesini koyuverdi. Kurtarıcı uzun boyluydu, Passion, kalabalığın içinde rahatça yol alan adamın geniş omuzlu sırtını izledi. Tanı onun kalabalığın içinde tamamen kaybolacağını düşünürken, adam durdu. Passion gerildi. Adam yavaşça dönüp büyük sergi salonunun öbür ucundan dosdoğru onun gözlerine bakınca Passion’ın gözleri büyüdü. Yüzündeki ifadeyi anlamlandıramıyordu. Adamın aklından neler geçiyordu?
Adam kararlı bir şekilde ona doğru yürümeye başlayınca Passion’ın kalbi göğsünden fırlayacak gibi çarpmaya başladı. Arkaya doğru iki titrek adım altıktan sonra dönüp bitişikteki sergiye karıştı. Omzunun üzerinden arkasına baktığında adamın, gözlerindeki kararlı, yırtıcı bakışla aralarındaki mesafeyi hızla kapatmaya devam ettiğini gördü,
Passion nereye gittiğini düşünmeden bir sergiden diğerine geçerek hızla ilerledi. Nihayet, koyu bir Alman aksanıyla konuşan bir adamı dinlemekte olan küçük bir topluluğun yanında durdu. Saatler. Adam İsviçre saatlerinden bahsediyordu. Passion arkasına baktı. Belli belirsiz bir hüsran yumruğu midesinde bir kere gümledi. Kalabalığı taradıktan sonra bembeyaz yüzüyle dönüp gözlerini bir sandıklı saate dikti.
Hüsran mı? Yelkovan ilerledi. Rahatlama, elbette. İç çekti. Kendini kandırmasına gerek yoktu. Adamın peşinden gelmesini istemişti. Ona dokunmasını istemişti. Bir kerecik daha.
İsviçre saatlerinden bahseden adam vızıltısını sürdürüyordu. Yelkovan yine ilerledi ve ağır sarkaç sallandı sağa, sola, sağa, sola. Passion gözlerini sarkaca dikmiş bakıyordu, derken görüntü bulanıklaştı. Evet, bir kerecik daha. Gözlerini kapatarak. delici mavi gözlerle gri eldivenli iri elleri hayalinde canlandırdı. Onda istek uyandıran elleri…
Bir dokunuş! Passion gözlerini açıverdi. Şapkasının kenarı görüşünü engellese de, onun kokusunu aldı. Adamın çıplak parmakları Passion’ın eldiveniyle kol ağzının arasındaki küçükleri açıklığa dokundular. Onu bulmuştu.
Parmak uçları bileğin iç tarafındaki ince tenin üzerinde yavaşça geziniyordu. Bileğini sıkıca tutan parmaklarından birini eldivenin içine sokup avucuna bastırınca, Passion dudağını ısırdı. Adam onun damarlarındaki kanın hızlandığını hiç şüphesiz hissediyordu
Saatleri anlatan adam hâlâ konuşuyordu. Büyük saat hâlâ tik tak ediyordu. Kimse görmüyordu. Passion tereddütlü bir biçimde başını çevirip ona baktı. Kurtarıcı onun hemen yanında durmuş, adamın koyu aksanlı konuşmasının her kelimesini dinlermiş gibi dikkatle saatçiye bakıyordu. Fakat parmağı, Passion’ın eteğinin katları ardında, yavaşça ve şehvetle avucunun kıvrım ve çizgilerinde dolaşıyordu. Passion avucunu onun parmağının üzerine kapatınca çenesindeki bir kasın seğirdiğini gördü.
Saatçinin konuşması nazik bir alkışla sona erdi. Ama Passion bakmaya devam ediyordu. Ağzından dökülen sözcükleri tutmayı düşünmek için geç kalmıştı. “Profilinin metal paraya basılması lazım.”
Kurtarıcı mavi gözlerini ona indirdi. “Vücudunu benimkine dayaman lazım.”
Passion’ın ağzı kurumuştu. İçi ise akış kanı aşmıştı. “Affedersin,’ diye fısıldadı, geri çekilerek.
“Hayır,” dedi kurtarıcı kayıtsızca. “Affedemem.”
Sesinin alçak tonu Passion’ın uyluğundaki bir kasın titremesine neden oldu. Dudaklarını yalayıp istemsiz bir şekilde yutkunarak, kurtarıcıya sırtını dönüp dolanan kalabalığa karışacak gücü topladı.
Yavaş yavaş Kristal Saray’ın ana galerisine girince, yüksek, kubbeli tavandan içeri giren parlak güneş ışığından dolayı bir an gözlerini kıstı. Halasının yanına dönmesi gerekiyordu. Oradan ayrılması gerekiyordu. Ama o dönüp arkasına baktı.
Kurtarıcı oradaydı, birkaç adım arkasından, acele etmeden onu takip ediyordu. Güzel ağzının bir kenarı hafif bir tebessüm şeklinde yukarı doğru kıvrılmıştı.
Passion diğerleri kadar kalabalık olmayan bir sergi salonuna saptı. Kadife kaplı bir platformda duran gümüş parçalar, üzerlerinden yansıttıkları ışıkla odaya parlaklık katıyorlardı. Passion bir köşeye geçerek, üzüm salkımları, yapraklar ve içki âlemine dalmış, hoplayıp zıplayan kır tanrılarıyla bezenmiş büyükçe bir kâsenin önünde durdu.
Kurtarıcı arkasında durmuş, eteğinin koruyucu kadarıyla iç eteklerini bacaklarına bastırıyordu. Passion dudağını ısırdı. Ne yapıyordu böyle? Neden ona mani olmuyordu?
Kurtarıcının parmakları Passion’ın sırtının ortasına tırmandılar. Passion’ın kollarındaki tüyler ürperdi ve göğüs uçları sertleşerek düğme gibi oldular. Yaptığı buydu. İstediği de buydu.
Passion’ın yanına geçen kurtarıcı kâseyi inceliyor gibi görünüyordu. Passion ona dikkatlice baktı. Uzun boylu, hatta iriydi ama hantal değildi. Tertemiz giyinmişti, ceketinin güzel kumaşı aşağı doğru incelen gövdesinin hatlarını vurguluyordu. Beyaz gömleği, mükemmelen bağlanmış kravatı ve koyu renk yeleğiyle tezat oluşturuyordu. Pantolonunun uzun bacakları parlak çizmelerinin üzerine kusursuzca dökülüyordu,
“Rıza gösteriyor musun?”
Passion gözlerini kaldırdı. Kurtarıcısı ona ateşli bir yoğunlukla bakıyordu. Arkalarında insanlar dolaşıyorlardı. Passion’ın umurunda değildi. “Evet.”
“Güzel.” Birden onun elini pantolonunun önüne çekti. Avucuna gelen sert ve iri sertleşme ona nefesini tutturdu. Kurtarıcının gözleri karardı. “Ben de rıza gösteriyorum.”
Passion’ın parmakları istem dışı bir şekilde kenetlendiler. Bunu yapmak istememişti. O kadar iriydi ki, Passion’ın parmakları sanki ondan ayrı hareket ediyorlardı.
Passion elini çekmeye çalıştı ama kurtarıcı ona sıkıca sarılmıştı. Tam arkalarında kalabalık bir insan grubu durunca, Passion’ın gözleri sessiz bir yakarış içinde büyüdü. Kurtarıcının ağzının kenarı o tebessümsü edayla kıvrıldı. Sonra yavaş ve temkinli bir şekilde Passion’ın elini kalın aletine sürttü.
Passion ise kımıldamadan durmuş onun gözlerine bakıyordu zira yapacağı herhangi bir hareketin veya çıkaracağı herhangi bir sesin dikkatli birinin hemen ilgisini çekeceğinden emindi. Dudağı titredi ve kurtarıcı gözlerini onun ağzına kenetledi.
“Korku mu, heyecan mı?” diye sordu alçak sesle.
“İkisi de.” Sözcük yumuşak bir telaş içinde çıkmıştı.
“Bu harikulade kâseyi mutlaka görmelisin,” dedi arkalarında bir kadın, yüksek sesle.
Kurtarıcı, Passion’ı bıraktı ama elini yine şapkasının kenarına götürürken parmaklarını onun göğsüne sürttü. İkisi birlikte geri çekilerek, hanımlardan oluşan küçük bir grubun, yanlarında bir beyle cicili bicili gümüş parçanın etrafını sarmasına müsaade ettiler.
Passion onların o korkunç şeye hayran oluşlarına baktı. Onlardan ne kadar farklı düşünüyordu ne kadar ayrıydı onlardan! Ama o, kız kardeşleriyle birlikte olduğu zamanlar hariç, kendini daima farklı hissederdi. Şimdi ise, bütün vücudu heyecanla titrerken, her zamankinden daha farklı hissediyordu. Sanki rüya âleminde dolaşıyordu. Kurtarıcısına baktı. Ama o gerçekti yanındaydı. Yabancı da olsa, onun bir parçasıydı.
Ceketini öne doğru çekmiş, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Bir nesnenin yanında durmuş, diğer insanlara bakışlarını izliyordu. Gözlerini ondan bir an olsun ayırmıyordu. Ne düşünüyor olabilirdi? Onun bir fahişe olduğunu mu? Ne tuhaf. O, Passion Elizabeth Dare saygılı evlat, sevgi dolu ki? kardeş, namuslu dul, candan yeğen ve yardımsever kuzen bir sürtük olsun!
Vücudunu yavaşça onunkine doğru eğdi. Ah, biraz görev ve ödevlerden uzaklaşmak için. Bu ihtirasa, bu arzuya boyun eğemez miydi? Sadece bu seferlik? Bu tehlikeli ama son derece gerekli görünüyordu
Passion, eldivenli parmak uçlarını onun pantolon bacağına sürterek yanından geçti. Arkasından geldiğini biliyordu. Dönerken uyluğundaki kasın gevşediğini hissetmişti. Passion kararına cesaretine şaşırdığı kadar şaşırmadı. Birden kendini BatŞeva veya Delila gibi hissetmeye başlamıştı. Bu kadınların sebep olukları yıkımı bilse de kendine mani olamıyordu.
Passion sergiden sergiye dolaşıyordu. Kurtarıcısı ise her an peşindeydi. Passion nereye gideceğini, ne yapacağını bilemez haldeydi. Tek istediği ona dokunmak ve aynı karşılığı almaktı. Nihayet gotik mobilya bölümünde durdu. Diğer sergiler gibi bunda da insanlar dolaşıyorlardı.
Salonun arka kısmına gidip bir köşeye dikilmiş devasa bir panonun önünde durdu. Pano oyularak bir ortaçağ kalesinin cephesine benzetilmişti. Onun yanında, tek kişilik dua için yapılmış, üzerine diz çökmek için yastığı bulunan, bir İtalyan parçası olan uzun birpriedieu’ duruyordu. Geniş tepesinde açık bir İncil vardı, Passion sandalyeye şöyle bir bakıp yanına gitti. Hafifçe üzerine eğildi. Açık sayfadaki sözler gözüne çarptı.
…