Roman (Yabancı)

Yetenek – Yedi Krallık Üçlemesi 1.Kitap

yetenek yedi krallik uclemesi 1 kitap 5ed3fe3e9dcfbKatsa sadece ellerini kullanarak bir insanı öldürebilme becerisine sahiptir. Olağanüstü bir hünerle doğan, nadir insanlardan birisi, bir Yetenekli’dir. Kralın yeğeni olduğu için ayrıcalıklı bir hayat yaşaması gerekirken, Öldürme Yeteneği sebebiyle kralın hizmetindeki bir kiralık katil olmak zorunda kalmıştır. Katsa, Savaşma Yeteneği olan Prens Po’yla tanışınca hayatının değişeceğinin henüz farkında değildir. Po’yla dost olacaklarını hayal etmemiştir. Kendi Yeteneği ile ilgili yeni bir gerçeğin açığa çıkacağını ve çok uzaklarda, dehşet verici bir tehlikenin kol gezdiğini ise aklından dahi geçirmemiştir.

“Yetenek, insanın içini titretecek bir romantizme sahip.”
LA Times

“İşte muhteşem bir kitap! Yarı vahşi Katsa’nın askerlerle, fırtınalarla ve kendi doğasıyla verdiği mücadele sırasında insanlığı öğrenmesi… Büyük bir hevesle okudum!”
Tamora Pierce

“Bu sürükleyici kitapla Cashore, çıtayı inanılmaz derecede yükseltmiş.”
Publishers Weekly

“İnce bir tutku ve yabani bir zarafet, gerçekçi kahramanlıklar ve sade bir güzellikle dolu bu öyküde hiçbir yenilgi kesin değil ve tüm
zaferlerin bir bedeli var. Her anlamda Yetenek dolu.”
Kirkus Reviews

“Etkileyici bir roman. Okurlar, bu incelikle yazılmış,muhteşem fantastik romanı okumaya doyamayacaklar.”
Booklist

“Olağanüstü bir hikâye, heyecan verici, vurucu ve rahat okunuyor. Hem fantastik hem de romans okurları bu kitaba bayılacaklar.”
SLJ

***

BİRİNCİ KISIM

KATİL LEYDİ

BÖLÜM BİR

Zindan neredeyse zifirî karanlıktı ama Katsa’nın zihninde bir harita vardı. Oll’un haritaları gibi şimdiye kadar doğru olduğunu ispatlamıştı. Katsa, elini soğuk duvara sürerek yanından geçtiği kapı ve koridorları sayıyordu. Dönmesi gerektiği yerde dönüp aşağı inen bir merdivenin olduğu açıklığın olması gereken yerde durdu. Çömeldi ve ellerini ileri doğru uzattı. Tuttuğu yerde nem ve yosundan kayganlaşan taş bir basamak ve onun altında da bir başkası vardı. Bu, Oll’un ona bahsettiği merdiven olmalıydı. Şimdi, kendisini arkadan ellerinde meşaleleriyle takip eden Oll ve Giddon’ın kaygan basamağı görüp dikkatlice yürümelerini ve çok fazla patırtı yapmamalarını umuyordu.

Katsa, sessizce merdivenlerden aşağı indi. Bir kez sola ve iki defa sağa döndü. Karanlığın, duvarlara asılı bir meşaleyle turuncuya dönmeye başladığı koridora girdiğinde sesler duymaya başladı. Meşalenin karşısında bir koridor vardı ve Oll’a göre buradaki koridorun sonundaki hücrenin önünde sayıları iki ila on arasında değişen bekçiler bekliyordu.

Bu bekçilerin işini halletmek Katsa’nın göreviydi.

Katsa ışığa ve kahkaha seslerine doğru yavaşça süzüldü. Durabilir ve kaç kişiyle karşılaşacağını daha iyi anlayabilmek için dinleyebilirdi ama zamanı yoktu. Başlığını geçirdi ve alelacele köşeyi döndü.

İlk dört kurban, vakit öldürmek için ellerinde, havaya ağır bir koku yayan içkileriyle aşağı inmiş ve sırtlarını duvara verip bağdaş kurarak oturmuştu. Katsa, adamların şakak ve boyunlarına o kadar sert ve ani vurdu ki dört adam da daha ne olup bittiğini fark edemeden boylu boyunca zemine yığıldılar.

Koridorun sonundaki hücre parmaklıklarının önünde oturan son bir bekçi kalmıştı. Bekçi, Katsa’yı görünce ayağa fırlamış ve kılıcını çekmişti. Katsa ona doğru yürüyor ve arkasında kalan meşalenin yüzünü ve özellikle de gözlerini gizlediğini biliyordu. Bundan faydalanıp adamın boyunu, hareketlerini ve ona doğru doğrulttuğu kılıcı tutan kolunun sağlamlığını kestirmeye çalışıyordu.

“Dur orada. Ne olduğun yeterince açık,” diye atıldı bekçi. Sesi pürüzsüzdü. Cesurdu. Uyarı amacıyla kılıcını havada savurdu. “Senden korkmuyorum.”

Bekçi, ona doğru hamle yaptı. Kılıçtan sakınmak için çömelen Katsa, ayağını savurdu ve şakağına yumruğunu gömdü. Bekçi yere düştü.

Üzerinden atladı ve parmaklıklara doğru koşup gözünü kısarak karanlığa baktı. Arka duvarın dibinde bir şeyin kımıldadığını duydu; olan biten kavgayı umursamak için fazla yorgun ve hasta görünüyordu. Kollarıyla bacaklarını sarmıştı ve başı dizlerinin arasındaydı. Titriyordu ve Katsa nefesini duyabiliyordu. Ona doğru gitti ve zayıf ışığın altında ona baktı. Beyaz saçları oldukça kısa kesilmişti. Kulağında parıldayan altını gördü. Oll’un haritası iyi iş görmüştü, bu adam Lienid’liydi. Aradıkları kişi buydu.

Kapı sürgüsünü çekmeye çalıştı. Kilitliydi. Sürpriz olmamıştı ve bu onun sorunu değildi. Tıpkı bir baykuş gibi sessizce ıslık çaldı. Cesur olan bekçiyi sürükleyip sırtını duvara yasladı ve haplardan birini onun ağzına koydu. Koridorun diğer ucuna gidip şanssız dörtlüyü sırtları birbirlerine dönük şekilde oturttu ve her birinin ağzına aynı haptan koydu. Tam Oll ile Giddon zindanda kayboldu mu, diye düşünmeye başlamıştı ki köşeden göründü ve Katsa’nın yanından geçtiler.

“Yalnızca on beş dakika, daha fazla değil,” dedi Katsa.

“On beş dakika, Leydim,” dedi Oll homurdanır gibi. “Dikkat et.”

Hücreye yaklaştıkça meşalelerindeki ışık büyümeye başladı. Lienid’li adam inliyordu ve kollarını iyice kendine çekti. Bu sırada Katsa adamın yırtık ve lekeli giysilerini gördü. Giddon’ın kilidi açmak için kullandığı yüzüğünün sesini duydu. Orada kalıp kapının açıldığını görmek için beklemek istiyordu ama ona başka bir yerde ihtiyaç vardı. Haplarının içinde olduğu paketi giysisinin koluna soktu ve koşmaya başladı.

.

Hücre muhafızları zindan bekçilerine, zindan bekçileriyse üst nöbetçilere durumu bildirmekle görevliydi. Üst nöbetçiler kale muhafızlarına durumu iletirdi. Gece muhafızı, kralın muhafızı, sur muhafızı ve bahçe muhafızı da kale muhafızına durumu rapor ediyordu. Bir muhafız diğerinin yokluğunu fark ettiği anda alarm sesi yükselmeliydi ve eğer Katsa ile adamları yeterince uzaklaşamamışsa bunun kötü sonuçlanacağını biliyorlardı. Takip ederlerse sonuç katliama dönüşebilirdi; gözlerine bakarlarsa onu tanırlardı. Bu yüzden hepsini alaşağı etmek zorunda kalacaktı; tüm nöbetçileri… Oll orada yirmi nöbetçi olacağını düşünüyordu. Prens Raffin ihtiyaç olur diye otuz hap hazırlamıştı.

Muhafızların çoğu problem çıkarmamıştı. Eğer onlara sinsice yaklaşacak olursa veya küçük bir grup halinde toparlanmışlarsa, başlarına ne geldiğini anlayamıyorlardı bile. Kale muhafızı biraz daha çetrefilli çıkmıştı çünkü onun makamını beş muhafız koruyordu. Katsa, dönüp aralarına girmiş ve ayağıyla ve diziyle tekme atarak adamlara günlerini göstermişti. Bu sırada, kale muhafızı makamındaki masadan kalkıp sıçramış ve kapıya yönelip kavganın tam içine doğru koşmaya başlamıştı.

“Bir Yetenekli’yi nerede görsem tanırım,” dedi ve kılıcını ileri doğru savurdu ama Katsa kenara eğilerek bu hamleden kurtuldu. “Hadi evlat, bana gözlerinin rengini göster. Oyup yuvalarından çıkaracağım onları. Yapmayacağımı düşünme sakın.”

Kafasına bıçağının kabzasıyla vurmak Katsa’yı keyiflendirmişti. Muhafızı saçlarından yakaladı, sırtüstü yatırdı ve onun da ağzına bir hap koydu. Uyandıklarında hepsinin de baş ağrısı ve utanç içinde söyleyecekleri şey aynıydı: Yetenekli bir çocuk bütün işi tek başına halletmişti. Onun erkek olduğunu zannediyorlardı çünkü pantolonu ve başına geçirdiği kapüşonuyla erkek çocuğuna benziyordu. Aslında bundan öte, saldırıya uğrayan hiç kimse, bunu bir kızın yaptığını düşünmezdi. Hem ortada ne Oll ne de Giddon vardı; oradaki tek kişi kendisiydi.

Yetenekli Leydi Katsa’nın ne olursa olsun, geceyarısı kılık değiştirip duvar diplerine sinecek bir suçlu olabileceğini kimse aklının ucuna bile getirmezdi. Hem ayrıca, Leydi Katsa’nın o sırada batıya doğru gidiyor olması gerekiyordu. Çünkü, Middluns Kralı, dayısı Randa, tüm şehrin gözleri önünde bu sabah onu yardımcıları Komutan Oll ve Giddon’ın eşliğinde uğurlamıştı. Yalnızca ters yöne doğru oldukça seri bir yolculuk onu güneye Kral Murgon’un sarayına getirebilirdi.

Katsa avlu boyunca, çiçek bahçelerinden, çeşmelerin ve Murgon’un mermer heykellerinin arasından geçerek koşuyordu. Sessiz ve güzel bir bahçeydi, Murgon gibi zevksiz bir kral için gerçekten de güzel bir bahçeydi; çimen, verimli toprak ve üzerine çiy düşmüş çiçek kokuyordu. Katsa, Murgon’un elma bahçesinde koşarken, uyuşturulmuş muhafızlar onun peşine takılamamışlardı. Uyuşturulmuşlardı, ölü değil. Oll ve Giddon ve gizli Konsey’in çoğu üyesi onların öldürülmesini istiyordu. Ama Katsa bu görev için yapılan toplantıda öldürmenin onlara zaman kazandırmayacağını söylemişti.

Toplantıda, “Ya uyanırlarsa?” diye sormuştu Giddon.

Prens Raffin savunmaya geçmişti. “İlaçlarımın etkisinden şüphen olmasın. Uyanmayacaklar.”

“Onları öldürmek daha hızlı olacaktır,” dedi Giddon ve kahverengi gözleri ısrarlıydı. Karanlık odada kafalar sallanıyordu.

“Belirlenen zamanda yapabilirim,” dedi Katsa ve Giddon karşı çıkmaya başlayacak olduğunda elini kaldırdı. “Yeter. Onları öldürmeyeceğim. Eğer öldürülmelerini istiyorsanız, başkasını gönderebilirsiniz.”

Oll gülümsedi ve genç Lord’un omzuna vurdu. “Düşün, Lord Giddon, bizim için oldukça eğlenceli olacak. Muhteşem bir soygun, Murgon’un bütün muhafızlarını geç ve hiç kimse zarar görmesin. Güzel oyun olur.”

Tüm oda kahkaha seslerine boğuldu ama Katsa gülümsememişti bile. Mecbur kalmadıkça öldürmezdi. Cinayeti geri döndürmek mümkün değildi ve şimdiye kadar bunu yeterince yapmıştı. Çoğunlukla dayısı için yapmıştı. Kral Randa, Katsa’nın işe yarar olduğunu düşünüyordu. Sınır boyundaki haydutlar problem yaratmaya başladığında gönderilebilecek birisi varken neden koca bir ordu gönderilsin ki? Gayet ekonomik oluyordu. Katsa, kaçınılmaz hale geldiğinde Konsey için de öldürmüştü. Ama bu sefer kaçınılabilirdi.

Meyve bahçesinin sonuna geldiğinde oldukça yaşlı bir muhafızla karşılaştı, belki en az Lienid’li kadar yaşlı bir muhafızdı. Yaşlı bir ağacın dibinde, kılıcına yaslanmış kambur ve öne doğru eğik biçimde ancak ayakta durabiliyordu. Adamın arkasından sinsice yaklaştı ve bir an duraksadı. Adamın kılıcının kabzasını tutan ellerinin titrediğini fark etti.

Bir kralın, muhafızları bir kılıcı sabit tutamayacak kadar yaşlandıkları zaman, onları emekli edip etmediklerini düşünmemişti daha önce.

Ama eğer onu orada öyle bırakacak olursa, diğerlerini bulup alarmı çalıştırmasına ve onun peşine düşmelerine neden olabilirdi. Adamın kafasının arkasına sertçe bir kez vurdu ve adamdan sessiz bir, “Ah,” sesi geldi. Katsa, onu yakaladı ve olabildiğince dikkat ederek yere yatırıp ağzına bir hap koydu. Kısa bir süreliğine parmaklarını adamın kafatasını oluşturan yumruların üzerinde gezdirdi. Kafasının güçlü olmasını umuyordu.

Yalnızca bir kez kazara birini öldürmüştü ve bunu hiç unutmuyordu. Bu, doğanın ona Yeteneğinin varlığını gösterdiği seferdi. Daha çocuktu, sekiz yaşında olmalıydı. Uzak bir kuzeni onları ziyaret etmeye saraya gelmişti. Onu hiç sevmemişti. Ağır parfümünü, ona hizmet eden kızlara bakışını, odada dolaşırlarken onlara bakışını, hiç kimsenin görmediğini düşündüğünde onlara dokunuşunu… Katsa’ya ilgi göstermeye başladığında Katsa daha temkinli hareket etmek zorunda kalmıştı. “Ne şirin bir kız bu böyle,” demişti. “Yetenekli gözler kimi zaman gösterişsiz olabilir. Ama sen, şanslı kız, seninkiler çok güzel. Nedir senin Yeteneğin tatlım? Hikâye anlatmak mı? Akıl okumak mı? Biliyorum, ne olduğunu… Sen dansçısın.”

Katsa, Yeteneğinin ne olduğunu bilmiyordu. Bazı Yeteneklerin ortaya çıkması diğerlerinden daha uzun zaman alıyordu. Ama zaten biliyor olsaydı bile bunu kuzeniyle tartışacak değildi. Adama surat asmış ve arkasını dönmüştü. Ama sonra adamın elleri bacağını okşamaya başlamıştı ve Katsa’nın eli hızla harekete geçmiş ve adamın yüzünde şaklamıştı. O kadar sert ve o kadar hızlıydı ki adamın burnunun kemikleri beynine dağılmıştı.

Saraydaki kadınlar çığlığı basmışlardı, bir tanesi ise baygınlık geçirmişti. Ne zaman ki adamı yerdeki kan havuzundan kaldırıp öldüğünü anlamışlardı o zaman saray sessizliğe gömülmüştü. Yalnızca kadınların değil aynı zamanda askerlerin ve lordların bile korkmuş gözleri Katsa’ya çevrilmişti. Kral’ın pişirme konusunda Yetenekli aşçısının yemeklerini yemek ya da atları Yetenekli bir veterinerin gözetimine bırakmak gayet iyiydi. Ama ya öldürme konusunda Yetenekli bir kız? Bu hiç de güvenli değildi.

Bir başka kral olsa, bu kız kardeşinin kızı bile olsa onu sürgüne gönderirdi. Ama Randa akıllı bir adamdı. Daha o zamandan bu yeğenin pratik amaçlar için kullanılabileceğini öngörmüştü. Ceza olarak onu odasına göndermiş ve haftalarca orada kalmasını emretmişti, ama hepsi bu. Ortaya çıktığında ise herkes onun yolundan çekilmek için köşe bucak kaçışıyordu. Onu daha önce de sevmemişlerdi çünkü kimse Yeteneklileri çok sevmezdi ama en azından herkes onun varlığına katlanabiliyordu. Ama şimdi samimiyete dair hiçbir iz yoktu. “Mavi-yeşil gözlüye dikkat edin!” diye fısıldıyorlardı misafirlerin kulağına. “Tek vuruşta kuzenini öldürdü… çünkü adam onun gözlerine iltifat etmişti.” Randa bile onun yoluna çıkmıyordu. Katil bir köpek krala faydalı olabilirdi ama bu köpeğin dizleri dibinde uyumasına hiç gerek yoktu.

Prens Raffin onunla arkadaşlık eden tek kişiydi. “Tekrar yapmayacaksın değil mi? Babamın bundan sonra istediğin kişiyi öldürmene izin vereceğini zannetmiyorum.”

“Öldürmek istememiştim,” dedi.

“Ne oldu?”

Katsa hatırlamaya çalışıyordu. “Tehlikede olduğumu hissettim. Bu yüzden vurdum ona.”

Prens Raffin kafasını salladı. “Bir Yeteneğin olduğunda, onu kontrol etmen gerek,” dedi. “Özellikle öldürme Yeteneğini kullanırken… Bunu başarabilmelisin yoksa babam birbirimizi görmeyi engelleyecek.”

Bu onu korkutuyordu. “Bunu nasıl kontrol edebileceğimi bilmiyorum.”

Raffin bunun üzerine düşündükten sonra lafa girdi. “Oll’a sormalısın. Kralın ajanları öldürmeden nasıl zarar verileceğini bilir. Bu şekilde bilgi ediniyorlar.”

Raffin, Katsa’dan üç yaş büyüktü ve on bir yaşındaydı. Katsa’ya göre daha olgundu. Onun nasihatini ciddiye alıp Oll’a, Kral Randa’nın kır saçlı komutanı ve ajanlarının başına gitti. Oll, aptal bir adam değildi; sessiz, yeşil-mavi gözlü kızdan korkması gerektiğini gayet iyi biliyordu. Ama bir yandan da hayal gücünü çalıştırıyordu. Başka birinin başına gelmiş olsa meraklanmazdı bu kadar ama kuzeninin ölümü Katsa’yı diğer insanları etkilediği gibi etkilememişti. Onun hakkında düşündükçe potansiyeline dair merakı daha da artırıyordu.

Eğitimine kurallar koyarak başladı. Katsa, onun veya Kral’ın adamlarından başka birinin üzerinde antrenman yapmayacaktı. Tahılla doldurulmuş çuvallarla alıştırma yapacaktı. Oll’un ona getirdiği ve çoktan ölüm cezası almış mahkûmlar üzerinde çalışacaktı.

Her gün alıştırma yaptı. Kendi hızını ve inanılmaz gücünü keşfetti. Öldürücü ve sakatlayıcı darbelerin bıraktığı acıya, farklı duruşlar ve sertliklerine dair birçok şey öğrendi. Bir adamın silahını elinden nasıl alacağını, bacağını nasıl kıracağını ve kurbanının teslim olup serbest bırakılmak için yalvarmasını sağlayacak biçimde kolunu nasıl ve ne kadar sert çevireceğini öğrendi. Kılıç, bıçak ve hançerle kavga etmeyi öğrendi. O kadar hızlı, dikkatli ve yaratıcıydı ki, kolları bağlı ve etrafı adamlarla çevriliyken bile hiç zorlanmadan kurtulmanın bir yolunu bulup icaplarına bakabiliyordu. Onun Yeteneğiydi bu.

Zamanla öz kontrol mekanizması da gelişti ve Randa’nın silahlı sekiz on adamıyla aynı anda antrenman yapabilir hale geldi. Eğitimleri dehşet vericiydi: Homurtular ve gürültülerle beceriksizce hamleler yapan yetişkin adamlar, aralarına dönerek dalan, herhangi bir koruması olmayan küçük bir kız çocuğunun daha ne olduğunu anlayamadan diz ya da el darbeleriyle kendilerini yerde buluyorlardı. Bazen saray eşrafından kimileri gelip onun antrenmanlarını izlerdi. Ama bakışlarını yakaladıklarında gözlerini yere çevirip aceleyle oradan uzaklaşırlardı.

Kral Randa, Oll’un zamanını heba ettiği fikrinde değildi. Ona göre bu eğitimler gerekliydi. Katsa, eğer gücünü kontrol edemez olursa herhangi bir işine yaramazdı.

Şimdi, Kral Murgon’un avlusunda, hiç kimse onun kontrolünü eleştiremezdi. Çakıllı yolun ardındaki çimlerin üzerinde sessiz ve sakince ilerliyordu. Şimdiye kadar Oll ve Giddon, Konsey’in dostu olan Murgon’un iki hizmetkârının atları getireceği bahçe duvarına varmış olmalıydılar. İleride, zifirî karanlıkta siyah bir çizgi gibi görünen duvara neredeyse ulaşmıştı ki birdenbire durdu.

Kafası karışmıştı ama hayal görmüyordu. Duyuları oldukça keskindi. Bahçeye düşen her yaprağı görebiliyor, dallardan gelen her çıtırtıyı duyabiliyordu. Bu yüzden, karanlıkta birden bire arkasında bitiverip onu yakalayan adam Katsa’yı şaşırtmıştı. Kolunu boynuna dolamış ve boğazına bir bıçak dayamıştı. Tam konuşmaya başlıyordu ki Katsa ani bir hareketle kolunu kıvırıp bıçağa vurdu ve bıçak yere düştü. Adamı, omuzlarının üzerinden ileri doğru attı.

Adam ayaklarının üzerine düştü.

Hızlı düşünmeye başladı. O da Yetenekliydi, bir dövüşçü. Burası açıktı. Eğer Katsa’nın göğsünü tırmalayan eli hissiz değilse, onun bir kadın olduğunu anlamıştı.

Adam yüzünü Katsa’ya döndü. İkisi de tedirginlik içinde birbirlerine bakıyorlardı ve birer gölgeden farklı görünmüyorlardı. Adam konuştu.

“Böyle bir Yeteneği olan bir Leydi olduğunu duymuştum.” Sesi çatallı ve derinden geliyordu. Konuşmasında bir kıvraklık vardı ama bu aksanı bilmiyordu. Kim olduğunu öğrenmek zorundaydı, böylece onunla ne yapacağına karar verebilirdi.

“Gecenin bir vakti, evinden bu kadar uzakta ve Kral Murgon’un avlusu boyunca koşan bir Leydi ne yapıyor olabilir, hiçbir fikrim yok,” dedi. Hafifçe kayıp Katsa’yla duvar arasına girdi. Katsa’dan daha uzundu ve hareketleri bir kedi gibi kusursuz ve pürüzsüzdü. Aldatıcı biçimde sakin ama her an yerinden fırlamaya da hazır görünüyordu. Yakınlardaki bir meşaleden gelen hafif ışık, adamın kulağındaki küçük altın parçasından yansımıştı. Ayrıca sakalı da yoktu; tıpkı bir Lienid’li gibi.

Katsa hafifçe irkildi ve toparlandı, onun gibi hareket etmeye hazırlıklıydı. Adam onun kim olduğunu biliyordu. Ama eğer o bir Lienid’liyse, Katsa onu öldürmek istemezdi.

“Söyleyecek bir şeyin yok mu, Leydim? Seni, herhangi bir açıklama yapmadan bırakacağımı düşünmüyorsun herhalde.” Sesinde sanki oyun oynuyormuş gibi bir his vardı. Katsa, sessizce onu izliyordu. Seri bir hareketle kollarını uzatmış ve bundan faydalanan Katsa adamın parmaklarında parıldayan altınları görmüştü. Bu kadarı yeterliydi. Kulağındaki halkalar, yüzükler, dilinin kıvraklığı… Bu kadarı yeterliydi.

“Sen bir Lienid’lisin.”

“Oldukça dikkatlisin,” dedi.

“Gözlerinin rengini görebilecek kadar iyi değil ama.”

Adam güldü, “Sanırım ben senin gözlerinin rengini biliyorum.”

İçinden bir ses onu öldürmesini söylüyordu. “Sen de evinden oldukça uzaktasın,” dedi. “Bir Lienid’li, Kral Murgon’un sarayında ne yapıyor?”

“Sen bana neden burada olduğunu söylersen, ben de sana kendiminkini söylerim.”

“Sana hiçbir şey söylemiyorum ve sen geçmeme izin vermek zorundasın.”

“Zorunda mıyım?”

“Eğer vermezsen, seni zorla geçmeye mecbur kalacağım.”

“Yapabileceğini mi düşünüyorsun?”

Sağına doğru hamle yaptı ama adam zorlanmadan karşılık verdi. Tekrar daha hızlı denedi. Adam ondan kolayca kaçabildi. Oldukça iyiydi. Ama karşısındaki de Katsa’ydı.

“Yapabileceğimi biliyorum,” dedi.

“Ah,” dedi keyiflenerek, “ama bunu yapman saatler alabilir.”

Neden Katsa’yla oynuyordu? Neden alarm vermiyordu? Belki de kendisi bir suçluydu, Yetenekli bir suçlu. Eğer öyleyse bu onu düşman mı yoksa müttefik mi yapardı? Bir Lienid’li, Lienid’li bir mahkûmun kurtarılmasını onaylamaz mıydı? Onaylardı, ama bir hain değilse. Ya da eğer bu Lienid’li, Murgon’un zindanlarında ne sakladığını bilmiyorsa ki Murgon gerçekten iyi sır saklardı.

Konsey, ona bu adamı öldürmesini söylerdi. Konsey, geride onun kimliğini bilen bir adamı canlı olarak bırakırsa onları tehlikeye attığını söylerdi. Daha önceki katillerin hiçbirine benzemiyordu. Kaba, aptal ya da tehditkâr değildi.

Bir Lienid’liyi kurtarırken bir diğerini öldüremezdi.

Şapşalın tekiydi ve muhtemelen bunu yaptığı için pişman olacaktı ama yine de yapmayacaktı.

“Sana güveniyorum,” dedi adam aniden. Yolundan çekildi ve geçmesi için eliyle yolu gösterdi. Garip ve etkileyici olduğunu düşünüyordu ama gardını indirmişti ve Katsa da bu fırsatı heba etmek istemiyordu. Aniden dönerek ayaklarını kullanıp Lienid’linin ayaklarını yerden kesti ve Lienid’li yüzüstü yere kapaklandı. Gözleri şaşkınlıktan kocaman açılan Lienid’li yere düşer düşmez kendinden geçmişti.

“Belki de bunu yapmak zorunda değildim.” Onun uzanmasını sağladı ama oldukça ağırdı. “Ancak senin hakkında ne düşüneceğimi bilmiyorum ve seni hayatta bırakarak yeterince şeyi riske attım zaten.” Kolundan çıkardığı haplardan birini onun ağzına attı. Yüzünü meşaleye doğru döndürdü. Tahmin ettiğinden daha gençti ama kendisinden çok da büyük değildi, en fazla on dokuz, yirmi gösteriyordu. Alnından akan bir kan

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Paranormal (Normallikte Bir Yere Kadar)

Editor

Başlangıç – Dan Brown

Editor

Yanmış

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası