“Kemalizm, 80 yıllık Cumhuriyet tarihinin büyük bölümünde, siyaseten bazen ama bürokratik olarak her zaman iktidarda kaldı. Fikrî temellerinin zayıflığına ilaveten, devamlı iktidarda bulunması, Kemalizmin, fikir olarak, bir nebze olsun gelişme imkânı vardıysa, onu da ortadan kaldırdı. Bugün gelinen noktada Türkiye gerçek bir demokrasi olmak için Kemalizmi resmî ideolojisi daha doğrusu resmî dogması olmaktan çıkarmak ve Kemalist mirasın çoğu amaçlarını ve araçlarını ya tamamen reddetmek veya ciddî biçimde ehlîleştirmek ve medenîleştirmek zorundadır.
Atilla Yayla
Türkiye’nin önde gelen liberal düşünürlerinden Atilla Yayla, bu kitabıyla, on yıla yayılmış yazılarını toplayarak Kemalizmi liberal açıdan tenkit ediyor. Kemalizmin siyasi sistem içindeki yerinin normalleştirilerek demokratik siyasi yarışta diğer ideolojilerle eşit koşullarda rekabet etmesini isteyen Yayla, okuyucuyu zorlayıcı bir ufuk turuna davet ediyor.
Önsöz
Siyaset teorisi ve politik ekonomi akademik ilgisinin merkezini teşkil eden bir fikir ve bilim adamı olarak çalışın alanında son yıllara kadar Kemalizmle fazla meşgul olmadım. Entellektüel dünyamı zenginleştirme potansiyeline sahip olmayan konulardan uzak durmayı, şiddet ve terörizm üzerine odaklanan bir doktora çalışmasından sonra konumu tamamen terketmek suretiyle akademik hayatımın daha başlarında tecrübe etmiştim. Kemalizmden de aynı sebeple uzak durdum. Kemalizm, bana, hiçbir zaman, entellektüel derinlik kazandıracak, düşünce dünyamı zenginleştirecek, siyaset felsefesinin evrensel dilini yakalamamı ve demokratik dünyadaki meslektaşlarım ve fikirdaşlarımla anlamlı bir iletişim kurmamı kolaylaştıracak bir ilgi alanı olarak gözükmedi. Bir başka kitabıma (İki Cumhuriyetin Kavgası, Liberte Yayınları, 2007) yazdığım önsözde de belirttiğim gibi, uzun süre Kemalizmden uzak kalmak kişisel entellektüel gelişimim açısından çok yararlı oldu. Bu sayede, fikrî ve zihni gelişimimi, tahsil hayatımın tamamı Türkiye’de geçmesine rağmen, totaliter resmî Kemalist beyin yıkama mekanizmasının propagandasından fazla etkilenmeden tamamlama imkânına sahip oldum.
Ancak, 28 Şubat süreci, belki de kaçınılmaz olarak, başka birçok aydın gibi benim de Kemalizme olan şahsi ilgimi artırdı. Bunun üzerine Osmanlı’nın son on yılları ve Cumhuriyet Dönemi tarihi üzerine okumaya ve olgu ve olayları evrensel liberal ilkeler açısından değerlendirmeye başladım. Ulaştığım sonuçlar memnuniyet verici olmaktan uzaktı, hatta iç karartıcıydı.
Kemalizmle ilgili okuma, düşünme ve tartışmalarımın beni ulaştırdığı genel sonuç, resmi propagandanın inanmamızı istediğinin aksine, Kemalizmin demokratikleştirici, insan haklarına saygılı bir ideolojimsi konum olmaktan çok otoriteryen, totaliteryen bir duruşa ve bakışa yakın durduğuydu. Bu görüşümü, “ortak medeniyet paradigması açısından değerlendirildiğinde Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül etmektedir” cümlesiyle 18 Kasım 2006’da İzmir’de AKP İzmir Gençlik Kollan tararından düzenlenen bir panelde de ifade ettim. Panelden hemen sonra Kemalist faşist medyanın, kimi Kemalist sözün ona STK’ların ve maalesef görev yaptığım Gazi Üniversitesi’nin linç kampanyasına maruz kaldım. Yargı bürokrasisi tarafından da taciz edildim.
Linç kampanyası ve çeşitli alanlardaki yansımaları hem şahsım hem ailem için çeşitli sıkıntılar yarattı ama kampanyanın aktif ve pasif katılımcıları fikirlerimi çürütemedi. Ayrıca, bu olay ülkede kendileriyle evrensel standartlara uygun tartışma yapılabilecek fazla Kemalistin bulunmadığım anlamamı da sağladı. Bu, ülkemiz adına çok üzücü bir durum. Belki de benim gibi liberal üniversite hocaları evrensel insani değerlerden haberdar, onlara saygı gösterecek ve medeni tartışmalara girebilecek Kemalist aydınların yetişmesine yardımcı olmalı.
Bu kitap doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Kemalizmle ilgili ve on yıla yayılan bir zaman diliminde yayınlanmış yazılarımı bazı küçük müdahale ve düzeltmelerle bir araya getiriyor. Adının da işaret ettiği üzere, yazılar Kemalizme liberal açıdan bakmaya gayret ediyor. Kitap, bir bütün olarak, bir tarih çalışması değil; daha ziyade mevcut tarihî bilgileri kullanarak bir teorik çerçeve oluşturma çabası. Bu çabamın bir Ölçüde başarılı olduğunu sanıyorum. Ancak, özellikle vurgulamak isterim ki, bu kitap Cumhuriyet Dönemi tarihini liberal açıdan okuma ve değerlendirme çalışmalarına yalnızca bir başlangıç teşkil edebilir. Başka liberal fikir ve bilim adamlarının yapacağı daha ayrıntılı çalışmalara ihtiyacımız var. Hiç şüphem yok, yetişmekte olan liberal entellektüeller, gelecekte, bu çalışmaları benim yapabileceğimden daha büyük bir yetkinlikte gerçekleştirecektir. Yazılarımla onların yolunu biraz olsun açabildiysem, ne mutlu bana.
Atilla Yayla
23 Mart 2008
Maltepe, Ankara
Liberal Demokrasi ve Yerel Kaynaklar
Farklı bir perspektiften hareketle, Mehmet Arif Bey’in noktayı koyduğu yere gelmeye çalışacağım. 20’nci Yüzyıl insanlık tarihinin en kötü yüzyıllarından biridir. 20’nci Yüzyıl bir totaliterizm çağıdır. Sırayla önce sosyalist totaliterizm, sonra faşist totaliterizm ve nazi totaliterizmi doğmuştur. Artık bunların İnsanlığa ne kadar büyük zarar verdiğini biliyoruz. Şu sıralarda özellikle sosyalist totaliterizmle ilgili araştırmalar batıda revaçta ve sırf bu sistemin insanlığa verdiği kaybın, insan kaybı anlamında, 100 milyon kişi olduğunu biliyoruz. Washington D.C’de bir komünizm müzesi kurulmaya çalışılıyor. Komünist rejimlerin katlettiği insanların adlan tek tek tespit edilmeye gayret ediliyor. Eğer bu yapılabilirse her kişi için bir plaka çakılacak. 20’nci Yüzyıl sadece insan kaybı bakımından korkunç bir yüzyıl olmamıştır. Aynı zamanda insanların en temiz, en güzel umutlarının ve heyecanlarının da harcandığı bir yüzyıl olmuştur.
Artık 3’üncü bin yılın eşiğinde üzerinde belki fazla tartışılmayan, hemen herkes tarafından doğru olduğu kabul edilen bazı olgular var. Bunlardan birisi de liberal demokrasinin alternatif rejimlere olan tartışılmaz üstünlüğü. Bundan 20 sene öncesine kadar liberal demokrasiyi savunan kimselere birçok ülkede meczup gözüyle bakılıyordu. Devletçi ekonomi karşısında piyasa ekonomisini savunanlara nesli tükenmiş kimseler gözüyle bakılıyordu. Bugün de sayı itibariyle durum fazla değişmemiş olabilir. Ama dünya entelektüel muhitlerinde ve dünya politikasında liberal demokrasinin üstünlüğü tescil edilmiş vaziyette. Türkiye’mize baktığımızda bu kavramın gitgide popülarite kazanmasına rağmen içeriğinden fazla haberdar olunmadığını görüyoruz. O yüzden, herkesin bildiği bazı elementer bilgileri burada Özetlemek istiyorum.
Demokrasinin Temeli Liberalizmdir
Liberal Demokrasi dediğimiz şey iki kavramın bir araya getirilmesiyle oluşmuş bir şeydir. Bu iki kavramın bir araya getirilmiş olması birbirinin aynısı olmadıklarını herhalde gösteriyor. Bizde, popüler kültürde, daha ziyade demokrasi üzerinde vurgulama yapılmaktadır. Demokrasi kavramı çeşitli ideolojik yaklaşımlara sahip kimselerden daha kolay kabul görmektedir. Demokrasi, özü itibariyle bir yöntemdir, bir tekniktir. Bir ülkede birden çok parti varsa, periyodik seçimler yapılıyorsa, iktidar sarsıntısız bir şekilde el değiştiriyorsa, o ülkede demokrasi olduğu söylenir. Bu teknikler hepimizin çok iyi bildiği gibi totaliter sistemler de dahil olmak üzere 20. Yüzyılda bir çok antidemokratik yönetim tarafından taklit edilmiştir. Bu haliyle ele aldığımızda demokrasi normatif temellerden mahrumdur. Hiçbir ahlakî temeli yoktur. Bir teknik olarak kendi kendisini meşrulaştırması söz konusu olamaz. O yüzden normatif temellere ihtiyacı vardır.
İşte bu normatif temellere ihtiyacın doğduğu noktada liberalizm gündeme gelir. Başka bir şekilde İfade edersek, adına kısaca demokrasi dediğimiz şeyin ahlakî ve normatif temelleri liberalizm tarafından sağlanmıştır. Bunların birkaçım sıralamama izin verin; anayasal yönetim, koruma altına alınmış insan haklan, özel mülkiyet, sınırlı yönetim, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, hoşgörü, başka hayat tarzlarına saygı. Bugün demokrasiye atfettiğimiz değerler esas itibariyle ya liberal düşünce içerisinde gelişmiş ya da en iyi şekilde liberal düşünce tarafından temellendirilmiştir. Bu iki kavram arasındaki ilişkiyi gözden kaçırırsak neden demokrasimizin bir türlü, tabir caizse, adam olmadığını da açıklayamayız.
Son zamanlarda siyaset felsefesi literatüründe ilginç bir tartışma cereyan etmektedir. Bu tartışma meşhur bir yazar olarak Fareed Zekeriya’nın bir makalesi ile başlamış ve kendisine verilen cevaplarla devam etmiştir. Zekeriya aşağı yukarı şunu söylemektedir. Batı ülkeleri, özellikle Amerika Birleşik Devletleri dünyada demokrasinin teşvik edilmesinin, dünyada seçimlerin teşvik edilmesiyle eş anlamlı olduğunu zannetti. Dolayısıyla hem Amerika, hem uluslar arası kuruluşlar yeni doğan demokrasilere seçimin nasıl yapılacağını öğreten, seçim sistemleri geliştiren ve siyasi parti eğitimini sağlayan ekipler gönderdiler. Yeni doğan demokrasiler, yapıları seçimler sonucunda, her ne hikmetse, hep diktatörleri, diktatoryal eğilimlere sahip olan kimseleri seçtiler. Bu da bize şunu gösterdi: Bir ülkede demokrasinin tekniklerini teşvik etmek o ülkeyi demokrasi yapmaya yetmiyor. Bir ülkede demokrasinin yerleşebilmesi için mutlaka liberal değerlerin yerleşmiş olması, yaygınlaşmış olması gerekiyor. Bu gerçek açısından bakıldığında Türkiye’nin, Türkiye demokrasisinin temel probleminin ne olduğunu galiba çok rahat teşhis edebiliriz.
Demokrasi tartışmalarında ihmal edilen bir diğer konu da piyasa ekonomisi ile, özel mülkiyet ile, demokrasi arasındaki kopartılamaz ilişkidir. Sözü uzatmaya gerek yok. Dünya tarihi, piyasa ekonomisi adını verdiğimiz sisteme veya buna yakın bir sisteme sahip olmayan tek bir demokrasi görmemiştir. Piyasa ekonomisi elbette demokrasinin yeterli şartı değildir. Ama gerekli şartıdır. Bir yerde piyasa ekonomisinin olması demokrasiyi garanti etmez. Ama olmaması demokrasinin olmayacağını garanti eder. Bu çerçevede de özel mülkiyete bilhassa dikkat etmek mecburiyetindeyiz. Özel mülkiyet özgürlüğün garantörüdür. Özel mülkiyetin korunamadığı bir yerde özgürlüğün korunması hayaldir. O yüzden, bir ülkede sadece seçmen yaşının veya seçilme yaşının aşağıya çekilmesi değil, özel mülkiyetin yaygınlaştırılması da demokrasinin güçlendirilmesi demektir. Keza, piyasa ekonomisinin varlığı bugün demokrasinin gerekleri arasında saydığımız sivil toplumun ortaya çıkması için de elzemdir.
Türkiye ve Liberal Demokrasi
Bu perspektiften Türkiye’ye yaklaştığımızda Türkiye’nin adeta bir kavşakta olduğunu görüyoruz. Haleti nahiyenize bağlı olarak, Türkiye’nin nereye gideceği ile ilgili tahminler yapabilirsiniz. Türkiye çok iyi bir istikamete de gidebilir, çok kötü bir İstikamete de gidebilir. Yukarıda özetlemeye çalıştığım evrensel geçerliliği bulunan ilke ve kurumların ülkemizde de hayat bulması hepimizin arzusudur. Bu çerçevede şunu da belirtmek isterim ki, hiçbir zaman Türkiye için iyi bir sistem arayışı içerisinde mahalli şartlan tek egemen şart haline getirmemeliyiz. Elbette mahalli şartlan dikkate…