Roman (Yerli)

Buhara Yanıyor

buhara yaniyor 5edbb700211adBinlerce alemin yaşadığı bir islam beldesi Buhara’da,Cengiz Han’ın hücumuna nasıl maruz kaldığının
romanı…

BİRİNCİ BÖLÜM

Kara kum Çölünün eteklerine kadar uzanan geniş orman derin bir sessizliğe gömülmüştü. Arada bir baykuş sesi veya çakal çığlığı derin sessizliği yırtıyor, bazan bir kurt uluması duyuluyordu.

Harzem ülkesinin Karakum bölgesine kış erken bastırmıştı. Toprak ince bir kar tabakasıyla kaplıydı. Keskin ay ışığı vurdukça gümüşi kıvrımlar meydana geliyor, sahte ışıklar oynaşıyordu.

Süvari üşümüştü. Atının yularını bırakmış, ellerini gocuğunun içine sokmuştu. Bu havada ava çıkmakla delilik ettiğini düşünüyor, kendi kendine kızıyordu.

‘Bir sığınak bulmam gerek.” diye söylendi. ‘Yoksa bu ayaz sabaha kadar üstümde kalır ve iliklerimi dondurur.’

Bölgeyi çok iyi bilmesine rağmen sığınacak bir mağara bulacağından emin değildi. Keşke Celâleddin’in sözünü dinleyip hiç ava çıkmasaydı. Fakat o merakına yenilmişti işte. Avcılık ciğerine işlemişti: Celâleddin onu avdan vazgeçirmeye çalışırken o bütün ikna kabiliyetini kullanarak Celâleddin’i kendisiyle gelmeye kandırmıştı. Bir ara önüne çıkan yaban keçisini vurmak için gruptan ayrılmış; derken hava bozmuş, kar bastırmıştı. Döndüğünde gruptan eser yoktu. Taze kar, izleri de bir güzel örttüğünden kafilenin gittiği istikameti kestirmek imkânsızdı. Üstelik akşam da bastırmıştı. Çaresiz tek başına yol kesecekti. Talihi yaver giderse sığınacak bir mağara bulur, gecenin ayazını yemekten kurtulurdu

Gökyüzüne baktı. Ayın bir yanı bulutlara yenikti. Etrafında yıldızlar buzlu parıltılar saçarak oynaşıyorlardı.

“Herşeye rağmen güzel bir gece. şu dondurucu soğuk da olmasa keyfîmden uçabilirim.”

Atının yanıbaşında yürüyen av köpeğine ılık ılık güldü:

“Aynı fikirde misin. Baydar? Benim gibi üşüyor musun, ha? Tüylerin var. değil mi, soğuktan koruyor. Allah’a bunun için dua etmelisin. Ya bizim gibi bir sürü paçavraya sarınarak ısınmak zorunda kalsan, halin ne olur?”

Köpek, söylenenleri anlamış gibi havladı.

İki yıl kadar önce Kitaylı bir çetenin elinden kurtardığı ihtiyar Türkmen hediye etmişti köpeği. Av sürmesine diyecek yoktu. En olmadık zamanlarda bile bulur buluşturur, sahibinin önüne bir av hayvanı çıkarırdı. Doğrusu çok zeki bir hayvandı. Sahibinin ses tonundan, yüz ifadesinden hemen her istediğini anlar, ona göre davranmayı bilirdi.

“Yoruldun mu ha Baydar?”

Halinden memnun olmadığını belirtmek için üst üste üç kere havladı, sonra ulumaya başladı. Süvari önce bir mânâ veremedi buna. Baydar boş yere ulumazdı. Etrafta birileri olacaktı; belki bir hayvan, belki de insan. Hayır, İnsan olamazdı. “Gecenin bir vakti bu koca ormanda, üstelik kış kıyamette insan ne arasın? Herhalde bir kurt veya çakaldır.”

Süvari yanılıyordu. Tam üç kişi yarım saattir onu takip ediyorlardı. İkisi yaya biri atlı üç azgın eşkiya. Atını ve çizmelerini alacaklardı. Yalnız olup olmadığını iyice anlamak için yarım saat beklemişlerdi. Artık emindiler. Rahatlıkla atını ve çizmelerini alabilirlerdi. Aklı varsa karşı koymaya kalkışmazdı. Kalkıştığı an atı ve çizmeleriyle birlikte canını da almakla hiç tereddüt etmezlerdi,

“Heeey!” diye bağırdı eşkıyaların başı. “Eğlen biraz.”

Köpek daha acı uludu, atlı irkildi. Sol eliyle atının yularını kavrarken sağ elini kılıcına attı.

“Kimsiniz?”

Karşılık hemen geldi:

“Bu ormanların sahibiyiz.”

Atlı. soğukkanlılığını hiç kaybetmeden tekrar sordu:

“Adını söyle.”

“San Lagod ve kardeşim Baytu, can yoldaşım Kurtça!”

“Ha… Şu eşkiya kırmaları, ne istiyorsunuz?”

“önce atını ve çizmelerini, diretirsen canını!”

Süvari bir kahkaha attı;

“Canımı sen mi verdin ki. sen alasın orman çakalı? Yıkıl!”

“Ölüm emrini kendin verdin.”

Biri atlı ikisi yaya üç eşkiya ağaçların arasından fırladılar. Avcı yana sıçradı. Gözlerini kıstı, burnunu çekti. Nihayet bir parça ısınabilecekti. Eşkıyalardan ikisinin yaya olduğunu görünce hayli rahatlamıştı. Kılıcım uzattı.

“Uğrular, yaklaşın bakalım!”

Önce atlı eşkiya önüne dikildi.

“İsmimi duymamış olacaksın delikanlı. Yoksa korkudan ölüp gitmen gerekirdi.”

Tok. ismini çok duydum, ama davulun sesi uzaktan kaba gelir. Nice yiğit olduğunu, şuracıkta anlayacağız.”

“Kolla öyleyse!”

-Gel!”

İki çelik şiddetle çarpıştı. Orman çın çın öttü. Aynı anda iki hasım da birbirlerinin küçümsenecek silâhşörler olmadıklarını anladılar. Sarı Lagod:

“Fenaya benzemiyorsun” dedi.

“Sen de iyisin: böylesi daha işime geliyor. Söyle adamlarına, açık dursunlar. Kalleşlikten nefret ederim.’

“Yanılıyorsun. Bizde bir an’ane vardır. Biri dövüşürken diğerleri seyreder. Teke tek…”

‘Bir eşkiya için hayli namuslu yol.”

“Ne sandın? Haydi yallah!..”

“Boşuna ümitleniyorsun. Benim de kendime göre usullerim vardır. Her zaman rakibimin hamlesini beklemem.

“Kolla!”

Kılıçlar yine tokuştu, ama bu sefer ayrılmadılar. Usta hareketlerle vuruşmaya devam ettiler. İki eşkiya kenardan seyrediyorlardı. Biri:

“Bu sefer bizimki ağzına lâyık bir lokma buldu. Ne zamandır ağız tadıyla dövüşemediğinden yakınırdı.”

“O kadar asil bir görünüşü var ki. adetâ bir bey. Çin’de olsa başkumandan filân yaparlardı muhakkak. Ama Harzem ülkesinde İnsanın kıymetini bilmiyorlar.”

“Bak. bak!”

Ay ışığı kılıçların sivri uçlarında oynaşıyor, parlatıyordu. Sarı Lagod’un hasmı hayli zor bir duruma düşmüştü. İki seyirci eşkiya da oldukça meraklanmışlardı.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Aşkın Gölgesi

Editor

Yusuf ile Züleyha (kalbin üzerinde titreyen hüzün)

Editor

Cüceler

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası