Roman (Yerli)

Deniz Gezmiş ve Kırmızı Pabuçlar

deniz-gezmis-ve-kirmizi-pabuclar-tulin-dursun-nokta-kitap“Tülin Dursun, tutumlu bir dille ne güzel de anlatıyor rüzgara tutunabilmeyi öğrenmekte olan çocuğun yediği tokadı, avuçlarında ateş yakan Hasanı, kırmızı fiyonklu pabuçlarını kaybeden, Denizlerin yakalanmasını önlemek isteyen küçük kızı…

Kalbiyle çektiği insan fotoğraflarına alt yazı yazarmışçasına, göze, gönüle, ruha seslenen hikayelerin kitabı bu…

Kolay okunsa da, dolunan… Süssüz, dolambaçsız ama derin yazılan, en ağır hallerin en yalın destanı…”

Ayşe Kilimci

“Bu kitapta toplanan öyküler yazarın ince ruhunun süzgecinden damıtılmış cümlelerin yoğunluğunu hemen sizlere aktarıveriyor. Oturduğunuz yerde yüreğiniz insan ve doğa sevgisiyle dolup hayatın içine nerede olursanız olun katılıveriyorsunuz. Duyarlı bir kalemden güçlü öyküler…”

Halil İbrahim Özcan

***

Ah sevgiye özensiz çocuklar!

Onlar büyürken ölülerini doğurdular geleceğe. Çocuk avuçlarında umar sakladılar.

Yarın gece gökyüzüne yıldızları asacaklar. Öbür gün?

Daha sonraki gün?

Güneşte yıkanacaklar.

Ölümü çocuklar oynayamaz ki…

Tülin Dursun

ÖNSÖZ

Dillerim tutulup da, sözlerim bitince öykü toplamaya gi­derim gidilmemiş yollarda. Sürgüne varır duygularım uzak­larda. Çantam dolar acı-tatlı anılarla.

Kapısını çaldığım her yürek, konukseverliğini serer ayak­lanma.

Bu öykülerin kahramanlarının gerçek adları bende saklı. Onlar içimde, ben onlarda kaldım.

Nihal, Fatoş, Şermin, Pelin, Yavuz, Sinan, Murat ve top­rağı bol olsun Tiya Maria, Sevgili La Paixli dostlarım.

Ve de diğerleri…

Paylaştığınız her güzelliğe teşekkürler.

Tülin

PRİNKİPO

“Prinkipo ahh Prinkipo.”

Yanık, özlem dolu bir sesle açıyorum gözlerimi. Anlama­ya çalışıyorum sözleri.

“Aya Yorgi tepesinde kaldı aklım,

Çimlendi sende ilk aşkım.

Prinkipo ahh Prinkipo.”

Sesin geldiği yöne ilerliyorum. Daha yakınlaşıyor sanki.

“Kaytan bıyıklıdır o,

Çok yakışıklıdır o.

S’ago paw,

Prinkipo ahh Prinkipo.”

Aaa! Şarkı Türkçe. Kadını görünce duraklıyorum. İlerle­miş yaşma rağmen, gençti sesi.

“Günaydın!”

Önce aldırmıyor bana. İrkilişinden beni fark etmediğini anlıyorum.

“Tourkos?”

“Evet. Siz de Türkçe söylüyorsunuz?”

“Hı.”

“Nereden öğrendiniz?”

“Neyi?”

“Türkçeyi.”

“Ben Prinkipo’da doğdum. Gençken gelmişim burala­ra.”

“Prinkipo neresi? Hiç duymadım.”

Aptallığım, cahilliğim yüzünü güldürüyor.

“Sen ada bilmez misin koritsi mou?” “Biliyorum.”

“Eee! Ne sorarsın neresidir Prinkipo?”

“Hiç duymadım.”

“Proti, Kalki, Antigone bunları da duymamışsın?” “Yok. Duymadım.”

“Ah panaya mou!” “Koca Ada?”

“Büyükada?”

“Hı.”

Taze sıkılmış üzüm suyunu bırakıyor önüme. Ağaçlardan gelen limon kokusuyla doluyor içim. Sonbahar buraya geç ge­liyor belli. Seviniyorum tam mevsiminde geldiğime. Saf zey­tinyağı içinde bir tabak dolusu kalamata zeytini. Taze ürün. Yeşilden kahverengiye yeni dönüyor. Acımsı bir tadı var.

“Bak bu fete peynir. Aratmaz sizin beyazı.”

Sarımsak dişleri, kırmızıbiber ve mis gibi zeytinyağı var peynirin harcında. Aynı tezgâhtan çıkmış küp şeker büyük­lüğünde kesilmiş peynir. Çok lezzetli.

“Adım Maria. Sen de bana Zeynep Theia!”

“Anlat bana Tiya!”

Yüzüme kaygıyla bakıyor. Feri sönmeye başlamış gözle­rinden acı okunuyor sayfalarca.

“Sonra!”

Siyah, solmuş, uzun elbisesi var sırtında. Başında da si­yah bir örtü. Uzaklaşıyor yan bağa doğru. Ben de pansiyona dönüyorum.

Güneş kayboluyor daha sabah saatinde. Yerini kara bu­lutlara terk ediyor. İçim üşümeye başlıyor. Peşinden burala­ra geldiğim Theo geliyor aklıma. Ada küçük ama nasıl bu­lacağım onu? Buradakilere sormaya utanıyorum hafifliğime vermesinler diye.

Yağmur sonrası güneş yattığım odaya doluyor. Dışarı atıyorum kendimi. Adanın dar, iç içe geçmiş evlerine hay­ranlıkla bakıyorum. Bizim Ege’ye benziyor sokaklar. Yollar bildiğimiz büyüklü, küçüklü taşlarla döşeli. Aralarında yol bulup çıkabilen inatçı otlar var.

Yaşlı kadınlar evlerinin önünde laflıyorlar. Bazıları boy­nundan geçirdiği yünü başparmağına dolayarak örgü örü­yor. Ağır örüyorlar örgülerini zamanı uzatmak istermişçesi­ne. Belli ki yasa durmuş çoğu. Üzerlerinde siyah elbise var. Yas elbisesi. Hiç genç yok gibi. Birkaç kız çocuğu ip atlıyor sokağın ortasında. Çift ip.

Theo’yu sokaklarda arıyorum. Biliyorum! Bu adanın her­hangi bir yerinde nefes alıp vermekte. Kızgınlığını kusmak­ta yazılarıyla bana. Oysa ben böyle olmasını istemedim hiç.

önce ağabeyim karşı çıktı beraberliğimize, sonra da babam. Annem. Canım annem. O hep yanımda oldu. Dayanamadı kızına. Ağır bastı aşkım.

“Git kızım. Theo seni seviyor, sen de onu. Aşkınız için git bul onu!”

Yola çıkarken kimseye haber vermedim. Annemin ko­kusunu ve aşka olan inancını taşıyarak yüreğimde, otobüse bindim. Marmaris’ten yarım saatte aldığım vizeyle adaya geçtim.

Theo! Neredesin? Bir yıl oldu görmeyeli. Yüreğine birisi girdi mi?

Yolumu şaşırdığımdan pansiyona geri dönmem zaman alıyor.

Maria yerinden kalkıyor. Sevinç var gözlerinde. Esmer tenindeki al yanakları, çatlamış ince damarlarla dolu. Elimi sıkıyor. Bağın içine götürüyor beni. Hiç bırakmıyor elimi yavaş adımlar atarken. Kendi kendine konuşuyor. Sabahki şarkıyı mırıldandığını anlıyorum.

“Prinkipo ahh Prinkipo*

Min me ksexnas

Sta kalo sta kalo.

Kalbimdesin

Prinkipo ahh Prinkipo.”

Ağaçtan masanın yanında hasır sandalyeye oturtuyor beni.

“Ela konda mou, plisiase!”

“Sen bilir misin koca adayı moraki mou?”1 “Büyükada?”

“Bilmez miyim Tiya? Oralarda oturmuyorum ama her bahar havalar ısınınca piknik yaparız adalarda. Çoğu zaman da okuldan kaçarız arkadaşlarla.”

Birden coştuğumu hissediyorum. Theo yine aklımın sah­nesinde.

“Zeynep Tiya?”

“Moraki mou?”

“Ben orada âşık oldum.”

“Yapma vre!”

“Söz verdik birbirimize hiç ayrılmayacağız diye. Kıs­met işte. Hiç unutamadım. Peşinden buralara geldim. Adı Theo.”

Daha yakınıma çekiyor taburesini. Başörtüsünün sağ kulağına gelen tarafını indiriyor daha iyi duyabilmek için beni.

“Thedorakis!”

“Evet.”

“Bilirsin kimlerdendir?”

“Babasının adı Kozma. Bakkal Kozma diyorlar. Boş ver be Tiya beni. Sen neden bırakıp da geldin doğduğun yeri?” “Çok uzundur vre! Sen daha yokken, anan-baban ufacık­ken gelmişim buraya. O zamanlar güzel komşuluk ederdik. Sonra neler oldu tam kalmamıştır aklımda. Yazın bittiğine yakın bir akşamda sizinkiler evlerimize saldırmıştır.

Zorla bindirildik kayıklara. Geldik buralara. Çeyizim sandık­taydı. Evlenecektik Hayri’yle. Faytoncu Hayri. Ahh eimai kaimenos! Kayıklara binerken bakışını görmeliydin. Delikanlidir Hayrimu ama akar onun da gözlerinden yaş. Ona verdiğim roze oyalı mendili salladı bana. Son kalandır gö­zümde mendilimi siga siga öpüşü. On iki yıl geçmiştir ara­dan evlendi. Ben düşünmemişimdir ondan başkasıyla evlen­meyi. Öyle sevmişim ki vre! Bakamadım başka beylere. Ak­rabalar ölünce ben de buralara kapı bulmuşum. Anlar mısın dediğimden. Uzun oldu konuşmayalı. Hı koritsi mou?”

Anlamaz mıyım Tiya! Öykülerimizin karışması bana verdiği gücün yanında, korkulan da soktu yüreğime.

Sustu Zeynep Teyze. Ellerine başını almış, öyle duruyor­du. Ne düşündüğünü bilmek istedim.

“Düğün etmiş diyorlar Hayrimu,

Bana benzermiş eşkâli.

Damat olmuştur Hayrimu;

Bana yanarmış ciğerimu.

Prinkipo ahh Prinkipo.”

Gözleri yaşlı yüzüme bakıyor.

“Gidersen koca adaya yangın evinin arkasındadır evim. Uğrayasın. Yerinde midir ev?”

İçimin yandığını sanıyorum. Ada pek değişmedi. İstan­bul tanınmaz bir durumda ama Büyükada hiç değişmedi.

“Bulurum elbet!”

Üç gün geçti. Aramadığım sokak kalmadı Theo’yu. Erte­si sabah ayrılmaya karar veriyorum. Bütün ada anılarımı bu adaya gömmeye yemin ederek.

Gecem anılarla, hayallerle sabaha vanyor. Tombul bir güvercine ekmek atıyorum perde arkasından. Kaçar diye korkuyorum. Karnını sallayarak öteki ekmek kırıntısına yü­rüyüşü oyalıyor beni. Zeynep Teyze çoktan kalkmış, biriyle konuşuyor. Uzun boylu, gençten biri. Benim kaldığım pen­cereyi gösteriyor.

Theo!

Bu Theo.

* * *

Bu güzel adadan ayrılırken Zeynep Tiya’da kalıyor aklı­mız. Sarmaş, dolaş uğurluyor bizi. Çok ağlıyor. Mutlu, öz­lemli bir ağlayış ıslatıyor kırmızı yanaklarını.

“Gidesiniz vre! Bulasınız evimi, çeyizimi. Ayrılmayası­nız hiç. Selâm olsun diyesiniz Hayrimu’ya.”

Büyükada’ya yaklaştığımızda ikimiz de heyecanlıydık. Tiya’nın evini de bulduk. Ev çok kötü durumda. Komisyon­cuyla konuşuyoruz. Aylarca süren yazışmalar sonucu tek vâris Maria’dan satın alıyoruz evi. Hiç para ödemiyoruz. Telgraf çekiyor Tiya: “O parayla tamir ettiresiniz evinizi. Bulasınız çeyizimin kalanını da.”

Yazar

BENZER İÇERİKLER

PUSLU KITALAR ATLASI

Editor

Taş Bina ve Diğerleri

Editor

ŞU ÇILGIN TÜRKLER

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası