İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarına ikna etmekten kolaydır Mark Twain Kapitalizmin geçtiğimiz yüzyılın ortalarında keşfettiği ve ilk örnekleri sinema filmlerinde 25. Kare tekniğiyle sinsice bilinçaltımıza nüfuz eden subliminal mesaj fenomeni artık çağımızda her yanımızı kuşatmış durumda. Reklamlar, dizi filmler, afişler, aklınıza gelebilecek bütün argümanlarla algı sistemimizi dumura uğratan, korteksimizi devre dışı bırakarak bize arzularımızı ihtiyacımızmış gibi empoze eden, profesyonelce uyguladığı arketiplerle bilincimizin etrafından bir yılan gibi süzülerek ruhumuzu muhasara altına alan bu ikna makinesinin tüm parçalarını sökerek onu deşifre eden Subliminal İşgal, Marxın, Eğer kötülük olmasaydı tarih de olmazdı! sözüne atıfta bulunarak hepimizi aydınlatmayı amaçlıyor. Evet, her şey mükemmel olsaydı ne tespit edilecek bir çarpıklık ne de tarihe düşülecek bir not olurdu. Ama ne yazık ki bizler, özellikle de çocuklarımız büyük bir saldırı altındayız. Eğer bizi biz yapan bütün değerleri altüst eden, tüm zaaflarımızı sömüren, bir türlü doymayıp artık her şeyimizi talep eden sistemin bu son ve en büyük dayatmasına direnmek istiyorsak, önce onun yöntemlerini öğrenmek, sonra da savaşmak zorundayız…
***
Dünyanın en masum varlıkları çocuklara….
“insanları kandırmak, kandırılmış olduklarına ikna etmekten kolaydır”
Mark Twain
ÖNSÖZ
Bilinçaltı mesaj konusu, ben A Haber’deki “Deşifre” programında anlattıktan sonra Türkiye’de tartışılmaya başlandı. Destekleyenler kadar, eleştirenler de oldu. Hatta çıkarları zedelenenler işi tanıdık medyaları aracılığıyla haber yaptırarak, yorum yazdırarak hakarete kadar götürdü. Avukatlarımın ısrarına rağmen yazdıklarına hiçbir şekilde ne tazminat ne de ceza davası açtırdım. Aslında uzun uzun onlara belgeleriyle, kendi aralarında kurdukları itibarsızlaştırma planlarının kayıtlarıyla cevap verecektim. Fakat yüzüme konuşmaya, telefon açmaya, hatta mail atıp sormaya cesareti olmayan insanları ciddiye alamazdım. Üç kuruşluk banner reklam için takla atan kopyala-yapıştır siteleri, takma isimlerinin ardına sığınan korkakları mı ciddiye alayım? Benim amacım insanlarla gereksiz tartışma ve söz dalaşma girerek işi magazinleştirmek değil. Onlar zaten bunu istiyorlar ve var güçleriyle bunu yapmaya çalışıyorlar. Milyar dolarlık bir sektörün en önemli çarkına çomak sokarsanız rahatsız olacaklardır elbette ve oldular da. Onların yazdıkları, tehditleri, araya soktukları aracılar umurumda bile değil. İnanın bunları anlatmamam için birçok kişi müdahil oldu. “Mahallenin delisi sen misin?” dediler. Deli değilim ama bunları anlatmamanın sırtıma yükleyeceği vebali almak istemedim. Vicdanım elvermedi. Bu halk, bu millet yaptıklarınızı hak etmiyor. Elbet bir gün uyanacak ve farkına varacak.
Bu arada hepsi köprü altı yazarı değil tabii ki. Olaya ciddi bir şekilde, duyarlı yaklaşan köşe yazarları da var. Bu anlamda Yüksel Aytuğa, Ersoy Dedeye, Mustafa Yıldıza, İbrahim Altay’a, Sina Koloğlu’na ve TRT “Büyük Takip” programına teşekkür ediyorum. Ayrıca konuya iki program yaparak yer veren Mehmet Ali Önel’i, “Deşifre” ekibi ve sevgili Burhan Aytekin’i de cesaretlerinden ötürü tebrik ediyorum. Eğer bu konuyu insanların bilinçaltındaki unsurlara dokunacak şekilde açıklamasaydım inanın bu kadar konuşulmayacaktı.
Bu benim siyasal duruşumdan, şahsımdan ya da kişilerin görüşlerinden çok öte ulusal algımızla ilgili bir konudur. Artık algıları kazanmak, toprak kazanmaktan çok daha önemlidir. Bu uzun zaman dilimlerine entegre edilmiş “ulus programlama’dır. Bu konu “kültür endüstrisi’nin de bir koludur aynı zamanda. İnsanlara isteklerini ihtiyaç gibi algılatan, her şeyi olan fakat hiç mutlu olmayan bireyler yaratan bir sistemdir. Harcadıkça popülerleşen, satın aldıkça statüsü artan kişilerin egolarını yarıştırma sürecidir.
Kızgınlığım bu yöntemlerin davranışsal olarak bizde yarattığı değişikliği kullanan kişilerin biz farkında olmadan beynimize adeta hükmetmeleridir. Köle gibi çalışıp, kapitalist sermayenin avucuna alınterini akıtan insanlarımızın durumudur. Emperyalizmin getirdiği ve farkında olmadan değerlerimizi alıp götüren sisteme eleştiridir. Daha ürün çıkmadan isimlerini yazdırıp, hatta geceden sıraya giren insanların düştüğü durumun komikliğidir.
Ben böyle teknoloji ve yalan kokan insanlardan usandıkça tatil niyetine Anadoluda alırım soluğu. Öyle tanıdık kendi köyüme falan da değil. Orada doğanların bile unuttuğu, arada kalmış köylere… Laf açar, özellikle konuştururum on ları. Günlük öykülerini dinledikçe büyükşehirlerin bağımlıları gelir aklıma. Hiçbirini takmazlar. İhtiyaçları yoktur çünkü. Nefes almak hayata online olduğunun belirtisidir zaten. Acayip keyiflenirim.
Öyle “BigMac” mönüleri falan yok ama ne varsa ocakta koyarlar önüne. Hiçbir rafta bulamayacağın en organik yoğurdu yersin mesela. Tarhana çorbası gelir mis gibi. Tek reklamları: “Yesene oğul! Beğenmedin mi yoksa? Köyde en iyi bizim hanım yapar!” Ha, bir de türkü söylesinler diye ısrar ederim. Çekinirler birden teklif edince. Ben başlarım, onlar utangaç tavırlarıyla devam ederler. Öyle playerlar, mp3 çalarlar, 5+1 kolon sistemleri falan yok. Allah ne verdiyse. Gırtlağa kuvvet. Üstüne odun semaverinden çay keyfi. Öyle bardağı 2 liraya hoşaf çaylara benzemez. Çıplak ayakla da toprakta gezdin mi, ne stres kalır adamda ne de başka bir şey. Parayı verip rahatladığınızı sandığınız yoga moga hikâye kalır yanında.
Saf ve temiz halleriyle bilmeden umut aşılarlar tekrar bana. Hiçbir şey istemezler senden. “Her şeyimiz tamdır. Canımız da sağ çok şükür!” yeter onlara. Hiçbir şeyi olmadığını düşünenlere inat. “Bitmiş” dediğim insanlığı hatırlatırlar bana. Dönüş yolunda cephanesini yenilemiş, çarpışmaya hazır asker gibi hissederim kendimi. Onların hatırına, onlar için mücadele etmek düşer artık bana…
Sefer Darıcı Ekim 2012
1.BÖLÜM
BİLİNÇALTI MESAJLAR VE İKNA
Tarihsel Olarak İkna
Bilinçaltı mesajların temelini “ikna” oluşturmaktadır. Bu nedenle iknanın tarihçesini, ne demek olduğu, ikna tekniklerini ve ikna sürecini bilmek subliminal (bilinçaltı) mesajları anlamada faydalı olacaktır. Burada iknanın tarihsel olarak anlatımında asıl konunun anlaşılabilmesi açısından genel olarak önemli noktalarına değinilmiş, çok detay bilgilere yer verilmemiştir.
ikna başlangıçta sağduyu ve içgüdü temellerine dayandırılarak açıklanmaya çalışılmıştır. Tarihsel sürece baktığımızda adı “ikna” olarak henüz konmamış olsa da, insanların birbirleriyle iletişime geçtikleri günden bu yana iknanın var olduğunu söyleyebiliriz. Ancak ikna ile ilgili ilk kuramsal çalışmanın Aristo tarafından yapıldığını görüyoruz. Aristo iletişimin asıl amacının inandırma olduğunu söylemiştir.
Aristo kuramını oluşturmadan önce gözlem yapmış ve ikna taktiklerinin neler olduğunu bizzat sahada görmüştür. Çarşıda, pazaryerlerinde ve kimi zaman da mahkeme salonlarında ikna sürecine ilişkin gözlemler yapmıştır. Aristo’nun gözlemine göre tüm insanlar düşünen varlık olduğundan dolayı, neredeyse her gün hemcinslerini ikna etme girişiminde bulunmaktadır. İknaya yönelik bütün durumlar muhatap alınan kişileri başlama noktasından alıp, hedefteki noktaya getirmeyi amaçlamaktadır. Aristo bu tutum değişikliğine ikna demiştir (Gökçe, 2002).
Tarihsel Olarak İkna
Bilinçaltı mesajların temelini “ikna” oluşturmaktadır. Bu nedenle iknanın tarihçesini, ne demek olduğu, ikna tekniklerini ve ikna sürecini bilmek subliminal (bili?çaltı) mesajları anlamada faydalı olacaktır. Burada iknanın tarihsel olarak anlatımında asıl konunun anlaşılabilmesi açısından genel olarak önemli noktalarına değinilmiş, çok detay bilgilere yer verilmemiştir.
İkna başlangıçta sağduyu ve içgüdü temellerine dayandırılarak açıklanmaya çalışılmıştır. Tarihsel sürece baktığımızda adı “ikna” olarak henüz konmamış olsa da, insanların birbirleriyle iletişime geçtikleri günden bu yana iknaının var olduğunu söyleyebiliriz. Ancak ikna ile ilgili ilk kuramsal çalışmanın Aristo tarafından yapıldığını görüyoruz. Aristo iletişimin asıl amacının inandırma olduğunu söylemiştir.
Aristo kuramını oluşturmadan önce gözlem yapmış ve ikna taktiklerinin neler olduğunu bizzat sahada görmüştür.
Çarşıda, pazaryerlerinde ve kimi zaman da mahkeme salonlarında ikna sürecine ilişkin gözlemler yapmıştır. Aristo’nun gözlemine göre tüm insanlar düşünen varlık olduğundan dolayı, neredeyse her gün hemcinslerini ikna etme girişiminde bulunmaktadır. İknaya yönelik bütün durumlar muhatap alınan kişileri başlama noktasından alıp, hedefteki noktaya getirmeyi amaçlamaktadır. Aristo bu tutum değişikliğine ikna demiştir Aristo’nun konumuz açısından aslında en önemli tespiti
ise iknaının ancak ikna edilen ile ikna eden arasında “ortak
bir payda” bulunduğu zaman etkili olacağı görüşüdür. Aristo, iknacının görevini ise bu ortak paydayı bulup, ikna edilecek olanın tutum ve inançlarıyla ilgili varsayımlar üretmek ve buna uygun önermeler hazırlamak olarak belirtir.
Aristo’nun vurguladığı “ortak payda”yı salt ikna edilecek kişinin ihtiyaçlarına indirgemek yanlış olur. İsteklerini buna dahil etmek gerekir. Ancak subliminal mesajlar açısından irdelediğimizde ortada görünen ortak bir payda olmasa dahi hedef kitlenin ikna edilebilmesini ancak “gizli ortak payda” ile açıklayabiliriz.
Gizli ortak payda ise arketiplerdir. Bu konuyu arketipleri açıkladığımız bölümde daha detaylı olarak anlatacağız.
Çağdaş ikna çalışmalarının kökü Carl Howland ve arkadaşlarının Yale İletişim Araştırmaları Projesi kapsamında
1950’lerde propaganda teknikleri üzerine yürüttükleri çalışmalara dayanmaktadır. Tutumların öğrenme yoluyla kazanıldığını savunan Howland, buradan hareketle ikna çalışmalarını Öğrenme Kuramı’na dayanarak yürütür. Öğrenerek kazanıldığına göre tutumların yine aynı yolla, öğrenmeyle değiştirilebileceğine inanır. Savaş sırasında orduda grup ruhunun uyandırılması, takım çalışmasının yüreklendirilmesi, askerlerde düşmana karşı kin ve nefret duygularının uyandırılarak savaşmaya yönelik bir güdülenmenin oluşturulması amacıyla çeşitli araştırmalar yürütülür.
Savaştan sonra Yale Üniversitesi’nde Yale İletişim Araştırmaları Programı’nı kuran Howland ve arkadaşları, iknaının gerçekleşmesi için tek bir uyarıcının ya da tek bir öğenin yeterli olmadığını, iletişim sürecinin tüm aşama ve öğelerinin tutum değişiminin gerçekleşmesi üzerinde etkili olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu yönde kapsamlı araştırmalara girişen Howland ve arkadaşlarının yaklaşımı Mesaj Öğrenme Yaklaşımı ( Message-Learning Approach) olarak adlandırılmaktadır.