Edebiyatında her zaman gerçek yaşamın sorunlarını, zorluklarını, acımasızlıklarını ele alan, düzenin çarpıklığına ilişkin en derin eleştirileri dile getiren ama bütün bunların yanında iyiye, güzele ve insana olan inancını her zaman koruyan ve hep aydınlığın geleceğine inanan Orhan Kemal, Sokaklardan Bir Kız adlı bu romanında da tavrını sürdürüyor. Arka sokakları, pavyonları, batakhaneleri anlatırken insanın direncini ve mücadelesini de yansıtıyor okurlarına.
Orhan Kemal’in kitapları bîr okurum hayatta rastlayabileceği o çok nadir hazineler arasında yer alır. Çok az yazar okurunun dünyasında onun kadar iz kakır, çok az yazar okurunu onun kadar biçimlendirir. Denilebilir ki her okurun hayatında, Orhan Kemal’in öncesi ve soması iki farklı zamandır. Onun kitapları aracılığıyla insan ve yaşam sevgisi, adalet ve vicdan duygusu, öğreticilik kaygısı güdülmeden, sadece yak bir insancıl bakışla girer hayatımıza.
Bu nedenle öncesi ve sonrası kesin çizgilerle ayrılır ve her zaman sonrasında daha temiz oluruz, öfkelenmeyi değil sakinleşmeyi, yaralamayı değil anlamayı öğreniridir de boyun eğmeyi değil, değiştirmeye çalışmayı… Umudu ve iyimserliği yemden kazanmamız için yol gösterir bize.
Edebiyatımızın en değerli ustalarından biri olan Orhan Kemal’in kitaplarını yayımlamaktan onur duyuyoruz
Akşamüstü kalabalığın omuz omuza doldurduğu İstiklal Caddesi sağ kaldırımında Galatasaray’a doğru ağır ağır iniyordu. Dirsek vuranlar, çimdik, laf atanlar… Bu yola düşmüş kadınlar böyle şeylere alışkın olmalıydılar. Hele kırkını aşkın, herhangi bir pavyonda Konsomatris, Leyla gibiler…
“Sist, anam!”
Göz ucuyla şöyle bir baka, o kadar. Ne çıkacaktı? “Şist, anam!” Ne vardı yani? “Anam babam, canım ciğerim, yavrum bir tanem. Ben sana hayran, sen cama tırman…”
İşte yeni biri daha:
“Gidelim mi!”
“Peki, gidelim hadi, gel!” dese, ağzı sür kokan çocuğun nasıl kıpkırmızı kesilerek çevresine şaşkın şaşkın bakınacağını, daha sonra da kalabalığa karışıp voltasını alacağını gayet iyi biliyordu.
Gerçi kırkın üstündeki bir kadın için erkeğin henüz çocuk devresindeki acemiler bulunmaz nimetti ama şu sıra böyle birine pek de lüzum yoktu. Elinde erkeğin koçu vardı. Kadınların dönüp dönüp baktığı, ustaca kaçan, ardından koşturmasını bilen… Dün akşam gene bundan önceki akşamlarda olduğunca pavyonda birlikteydiler. Gece yarısına doğru, sarhoş ve sinirli, çekip giderken, “Sabaha karşı sana, eve gelirim. Bekle!” dediği halde, şu saate kadar gözükme misti. İt, itoğlu it hem de. Pavyon sahibinin inadına yüz veriyor, kazandığını hemen hemen yediriyordu. Geleceğim deyip de gelmeyiz! bile hoşuna gidiyordu aslında. Oltaya yakalanmış balık gibi, hergelenin ardından sürüklenmek de hoştu. Elinde avucunda nesi varsa çekiyordu. Ama öyle başka arkadaşlarının belalıları gibi metazori değil. “İstemem, yan cebime koy!” gibilerden. Pavyon sahibi, konsomatris arkadaşları ne derlerse desinler, seviyordu, seviyordu, seviyordu işte!
“Oh be, karıya bak!”
Aldırmadı. Yalnız bir şeyini sevmiyordu çıldırdığı adamın: Yeni evli kızına balta olması… Pavyon sahibi: “Boş ver asılsın!” diyordu. “Kocası olacak namus düşkünü eşek kıskanır, kavga eder. Belki de bırakır kızını. O zaman, o zaman dile benden ne dilersen Leyla!”
Hatta aralarında zaman zaman şöyle konuşmalar bile geçti.
“Kızımı nikâhlarsın. Bir kat satın alır üstüne yapar, katı dayar döşersin.”
“Tamam.”
“Kapısına dağ gibi bir hususi…”
“O da kolay.”
“Bana? Bana ne hediye edeceksin?”
“Ne istersen!”
Bütün bunlar, iyiydi, hoştu, o da isterdi o görgüsüz, yan vahşi, kara kuru, çirkin denizciden ayrılıp kartaloz pavyon sahibinin nikahlı karısı olmasını ya, sevgilisi, Fikret köpeği arada olmasa!
“Yazıyoooor, cinayeti yazıyoooor!..”
Gazete roiive72İinin, suratına uzattığı gazeteyi elinin tersiyle itti. Ona neydi cinayetten? Ama az ötede bir başkası;
“Dostunu öldüren kadını yazıyoooor!..”
Durakladı: “Dostunu öldüren kadın!”
Sonra gene: “Bana ne?” gibilerden bir omuz silkisiyle açtı adımlarım. Ama “Dostunu öldüren kadın!” fena takılmışa aklına. Dostunu öldüren erkeğe rastlamak olağandı da, kadın bir parça aykırı geliyordu. Kızına balta oluyor diye çıldırdığı Fikret’i çekip vurabilir miydi Leyla? Durakladı. Sahi, bu gece Fikret, Nuran’ın yanına gitse, birlikte kaçsalar. Neden olmasın? Gerçi Nuran’ın bu yakışıklı adamı hiç mi hiç sevmediğini, hiç mi hiç yüz vermediğini gayet iyi biliyordu ama gene de seyrana uyup, adamın ardına takılsa!
…
…. CİNAYET!
“Genç bir kadın, dostunu gece yansı yarak odasında vurdu.”
Her şeyi bir anda kavrayıvermenin bitikliğiyle, oracıktaki stil koltuklardan birine kendini bıraktı. Elindeki gazete yere düşmüştü. Şaşkınlıkla sigara paketini çıkardı, bir sigara aldı ağzına. Elleri titriyordu. Patron da aynı şekilde, belki de daha fazla titreyen eliyle çakmağını çıkarıp, kadının sigarasını yaktı.
“İyi mi?”
Leyla ağlaya iniyordu, korku içindeydi:
“Ne yapacağız şimdi!”
“Bence senin için de, benini için de bir tek yol var…”
“Nedir?”
“Görmedim, bilmem, duymadım, haberim yok!”
Konsomatris Leyla sigarasından aldığı duman, havaya üflerken durumu kafasından hızla geçirdi. “Görmedim, bilmem, duymadım, haberim yok!”la iş bitmezdi. Madem kızın kurtulmasından yanaydılar, o halde kızı temize çıkaracak birer ifade verip, suçu ölene yükle mel ivdiler.
Pavyon sahibi:
“Bu takdirde oğlan, karısının haklı olduğu kanaatine varır…”
Leyla’nın da aklına yatmıştı:
“Doğru, sonuna kadar ayrılmaz. Peki nasıl irâde verelim?”
“Dediğim gibi, Nuran, Fikret’i deli gibi sevmekte, kıskanmaktadır. Kocasından gizli buluş makta I ar. Gece, her zamanki gibi kocasının evde bulunmayışından faydalan a tak Fikret’i içeri almış olabilir…”
“Peki, cinayet! Cinayetin sebebi?”
“Orasını biz ne bileceğiz? Bilse bile Nuran bilir!”
Leyla ayağa kalktı. Yerden gazeteyi aldı:
“Bizi çağırırlar değil mi?”
“Tabii.”
“Peki. O aptal kız tabancayı nerden bulmuş olabilir?”
“Değil mı ama?”
“Vay yere bakan yürek yakan vay!”
Kızının gazetedeki resmine yeniden baktı: Öylesine mahzundu ki!
2
Gazetedeki resmi gibi gerçekten mahzun, çocuksu Nuran, yaşlan kurumu? gözleriyle yerdeki bir budak deliğine bakıyor, annesiyle pavyon sahibinin, “kara, kuru, çirkin” dedikleri, alabildiğine burunladıkları, varmaması için yırtındıktan başka, ayrılmasına adeta çanak tuttukları kocasını düşünüyordu: Dünyalar kadar sevdiği, sevildiğini bildiği kocası nasıl da insafsızca suç “Evet efendim, en yakın arkadaşım Fikret’i deli gibi seviyor ama yüz bulamıyordu. Yakından biliyordum. Yüz bulamayınca da çekti tabancayı vurdu!”
Hıçkırdı. Nasıl, nasıl dili varmıştı Cevdet’in’ Seviyormuş, deli gibi seviyormuş da yüz bulamadığı için çekip vurmuş. Üstelik Cevdet bunu yakından biliyormuş…
“Arkadaşımı avucumun içi gibi tanırdım. Yakışıklı, uçan zamparaydı ama en yakın arkadaşının karısına kötü gözle bakacak kadar da alçak değildi!”
Birden kapı açıldı. Görevliler annesiyle, annesinin pavyon sahibini getirdiler.
Konsomatris Leyla pek öyle heyecanlı değildi ama gene de kızını görünce:
“Nuran!” dedi, “yavrum… Ne yaptın?”
Nuran gene hıçkırdı. Sonra yaşlı gözlerini kaldırdı annesine:
“Bana sataştı, yalvardım. Dinlemedi. Yastığımın altından tabancamı aldım. Korkar, çekilir gider sanıyordum. Aşın sarhoştu, üzerime atıldı. Bilmiyorum nasıl, tabanca patladı…”
“Eve nerden, nasıl girmişti?”
“Bilmiyorum.”
“Sokak kapısını sıkı sıkı sürgü İçmiyor muydun?”
“Yalnız sürgülemek değil, dayak bile koyuyordum. Cin miydi, şeytan mı bilmem ki. Gece yansı bir uyandım, yatak odamda biri. Lambayı açtım, bu. Yalvardım, yakardım..”
“Peki, tabancayı nerden buldun o an?”
Görevliler anayla kızın heyecanlı konuşmalarım dikkatle izliyorlardı. Onlarca da önemli olan bu iki noktaydı: Öldürülen Fikret gece yarısı, ardından dayaklı, sürgülü sokak kapısından içeri nasıl girmiş; o saatte bu genç kadın eline tabancayı nereden geçirmişti?
Nuran açıkladı:
“Sefere çıktığı zamanlar, geceleri korkuyorum diye Cevdet bırakmıştı.”
Yaşlı bir görevli yanındaki genç arkadaşının kulağına fısıldadı:
“İşin içinde bir iş var ama kadın saklıyor…”
Genç, başını salladı:
“Bana da öyle geliyor.”
“Adam kamını fena suçladı.”
“Çok.”
“Kadını bayağı okkanın altına itti…”
“İtti.”
Yazı makineli boyuna işliyor, ifadeler alınıyordu. Nuranların ev sahibi Karadenizli ile kumcuların ifadeleri daha ünce alınmıştı. Ev sahibi, öldürülen Fikret’i, kadının kocasıyla birkaç sefer gördüğünü, hatta evini kiralamak için birlikte geldiklerini söyledi. Bunun dışında pek bir şey bilmiyordu. Komşular da öyle. Mahalleye yeni takındıkları için kadınla henüz sıkı bir ahbaplık kuramamışlardı. Evet, onlar da öldürülen adamı birkaç sefer eve girip çıkarken görmüşlerdi ama Allah vardı, ne söyle diyebilirlerdi.
Konsomatris Leyla ile patronu da, patronun dediğime, “Görmedik, bilmeyiz, duymadık, haberimiz yok! “a gelirdiler işi ama Leyla, kızının Fikret’i sevdiğini sanıyordu. Pavyon sahibi de sanıyordu bunu. Hatta sanmaktan biraz da ileri: Bir gece genç kadın annesinin evinde mutfağa geçmiş, Fikret ardından gitmişti. Aşın sarhoş olduğu, sonra da mutfak kapısının kapandığı için aralarında nelerin geçmiş olabileceğini bilmiyordu.
Nuran pavyon sahibinin yalan söylediğini görünce, “Rica ederim doğruyu söyleyin,” dedi.
Görevliler yatıştırdılar:
“Bu henüz hazırlık kovuşturması. Bir tanığın ifadesiyle kimseyi asmazlar…”
Nuran çocuk gibi, korku içindeydi:
“Beni asacak mısınız?”
“Yoo,” dedi bir başka görevli. “İnsanları gerekirse kanun …