Dublinliler, James Joyce’un bütün hikâyelerinin toplandığı kitaptır. 1914’te yayımlanmıştır ve yayımlanan ilk önemli eseridir. Bu hikâye kitabının, başka birçok hikâye kitabından farkı, değişik esinlemelerle yazılmış hikâyelerin bir araya getirilmesinden oluşmasıdır. Bütün hikâyeler arasında tematik bir ortaklık ve gelişme vardır. Öyle ki, her biri ayrı ayrı okunabildiği halde, kitabın bütünü neredeyse bir roman gibi tasarlanmıştır denebilir. “Dublinli olma” gibi bir tema çerçevesinde bakıldığında bu özellik çarpıcıdır. Hikâyeler birbirleriyle bir bütünlük sağladığı gibi, Joyce’un daha sonraki eseri de her birini (ve hepsini) yeniden ele alır.
Kitapta yer alan on beş hikâyenin belirli bir tasarıma göre sıralandığı görülüyor, ilk üç hikâye çocukluk üstüne. Bundan sonra, gençlik ve orta yaşlılık üstüne dörder hikâye geliyor. Son dört hikâye ise toplum hayatıyla ilgili ve kitabın son hikâyesinin adı “Ölüler”. Bir çeşit “hayat içinde ölüm”, “yaşarken ölmüş olmak”, aslında bu hikâyelerin ortak teması. Joyce, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nde, kendi hayatını bu romanın kahramanı Stephen Dedaluso’da dramatize ederek, sanatı seçmek için İrlanda’yı terk etme kararını anlatmıştı. Dublinliler’de ise, bu kararı vermeyen ve İrlanda’da kalan insanların kaderlerini anlatır gibidir.
Birinci hikâye, bir hikâye olarak çok başarılı sayılmayabilir. Ancak burada Joyce çocuğun dünyaya bakışını vermekte ve kitap boyunca (aslında Joyce’un eserleri boyunca) değişik şekillerde tekrarlanacak olan simgeleri yerli yerine koymaktadır. Bunların başında tutsaklık ve felç simgeleri gelir. Joyce’un gözünde taşralı İrlanda’nın insanlarını mahkûm ettiği durum budur.
Hikâyede çocuğa bir tür düşünsel babalık eden yaşlı papaz, birtakım entelektüel erdemleri olan, ama başarısız ve uyumsuz kalmış bir insandır. Kutsal çanağı kırmış olması, bu başarısızlığı simgeler. Son durumunda, entelektüel erdemleri fiziksel (ama son kertede manevi) bir pejmürdelik içinde boğulup gitmiştir. Papazın kılığından söz ederken değindiği “yeşilimsilik”, İrlanda’nın ulusal rengi olarak birçok eserinde, bağlama göre değişen anlamlarla, sık sık başvurduğu bir simgedir.
Çocuğun evindeki, papazın evindeki küçük, dar odalar, manevi tutsaklığın fiziksel uzantılarıdır. Ve daha ilk hikâyede, çocukla birlikte somut, fiziksel ölüm de karşımıza çıkar. “Bir karşılaşma” çocuksu bir “kaçış”m hikâyesi olmasıyla, kontrast yoluyla tutsaklığı vurgular. Çocuklardan üçünün kararlaştırıp ikisinin göze alabildiği “okul asma” olayı, kendilerine anlaşılır bir heyecan vermekle birlikte, aslında sıradanlığı aşan bir yaşantı getirmez.
Bittiği zaman da, hatta bittiğine biraz sevinerek, aynı olağanlık içinde bulurlar kendilerini. “Sıradan”ın biraz dışına çıkan tek olay, rastladıkları sapık adamdır. Aslında o da sıradandır, ama bu koşullarda karşılarına çıktığı çocuklar için ürkütücüdür. Sevgi ve ardından dayak üstüne söyledikleriyle, Irlandalı görenekselliğinin içinde taşıdığı sapıklığın biraz aşırılaşmış bir temsilcisidir. Sapık adamın daireler çizerek düşünmesi, tutsaklığını gösterir.
Çocuklar önce sıkıcı okuldan özgürlüğe kaçarken, bu tiple karşılaşınca korkar ve başka bir anlamda kaçarlar bu sefer, bilinenin güvenliğine. Yolda rastladıkları Norveç gemisi İrlanda dışındaki dünyayı hatırlatır. Denizcinin “yeşil” gözleri burada kurtuluş vaadi gibidir; ama sapık adamın da “şişe yeşili gözleri” vardır ki, burada yeşilin anlamı değişir. “Araby”, bir çocuğun tutsaklık yaşantısının ve bundan duyduğu büyük, ama çaresiz öfkenin, çok başarılı bir hikâyesidir.
Buradaki çocuk, birçok benzeri gibi, komşunun kızına vurgundur. O yaşların olağanüstü “kendini verebilme” yeteneğiyle, dilsiz bir tutku halinde yaşar aşkını. Kızın sözünü ettiği dükkânın adı olan “Araby”, Arabistan çağrışımı yoluyla, İrlanda dışını, egzotizmi simgeler. Sevgilisinden duyduğu yere gitmek isteyen çocuk, büyüklerin anlayışsızlığı, aldırışsızlığı yüzünden gecikir ve dükkâna gitmesi anlamını kaybeder.
Özellikle bu çocukluk hikâyelerinde -ama aslında bütün hikâyelerdevurdumduymaz, sığ ve bencil büyükler, Irlandalılığı temsil ederler. Çocuğun hedefine ilerlerken sokakta karşılaştığı, düşman gibi görünen yığınlar gibi. Bunlardan bazılarının söylediği baladlar, Joyce’u boğan İrlanda milliyetçiliğinin simgeleridir. Kutsal tası kıran papazı hatırlatacak şekilde, bu hikâyede çocuk elindeki tasla, bu kalabalık arasından yürür gibidir.