1946, hele 1950’den beri Atatürk devri, onun içinde şöyle böyle bulunmuş olanların, veya kendilerini olduklarından başka türlü sandırmak hevesine kapılanların elinde sömürülüp durmuştur. Yayınlanan haƨraların çoğunda ölüler tanık, bir ağızla iki kulak arasında, hiç kimsenin duymadığı ķsıldaşmalar belge diye kullanılmaktadır.
Tarihçi ise, gazete okuyucuları kadar kolay avlanmaz. Tarihçi, bu haƨraların doğruları ile sahteleri ve zorlanmışları arasında yanılmaktan kendisini kurtarmasını bilir. GaripƟr ki görev ve sorum başında bulunanlardan belli başlı hiç kimse de haƨralarını yazmamıştır.
Elimizde yalnız Atatürk’ün ”Nutuk”u var. Atatürk de, kızıp darılır, barışıp gene bozuşur, bazan huysuzluğu, bazan keyĮ tutar, bir müddet herhangi bir dedikodunun etkisi alƨnda haksızlığa kadar gider, sonra pişmanlık duyar, üstelik alayı, şakayı sever, fâniliği size bana benzer tabiî bir insandı. Şahıslar için bir ”değişmez”, bir de ”geçici” övgü ve yermeleri vardır.
Hemen her akşam ve her yerde meclisli ömür sürdüğü için, yanında bir iki defa bulunanlar, çok defa, şahıslar veya olaylar üzerine bu ”geçici” övgü veya yermelerini duymuşlardır. Herkes duyduğunu tarih belgesi olarak vermeğe kalkarsa, sanaƨnı bilmiyen bir tarihçi bu aykırılışmaların alƨnda şüphesiz pek güçlük çeker. Atatürk’le devamlı birlikte bulunanlar da sevdikleri bir kimse için onun ”geçici” övgüsünü, sevmedikleri için ”geçici” yermesini öne sürmektedirler.
Belli başlı adlar söz konusu olduğu zaman, bu şahsiyetleri nasıl görevlendirdiğine bakınız. Gerçek hükümlerini ancak böyle kavrıyabilirsiniz. Çünkü devlet ve halk işlerinde hiç lâubalîliği yoktu. Bir zamanlar akrabasından birini NaĮa Vekilliğine tavsiye etmişƟ.
Bir müddet sonra bir akşam: – Ben de onu su mühendisi sanırdım. Meğer sudan bir mühendis imiş, demişti. En yakın münasebeƩe olduklarının bile devlet hizmetlerinden uzaklaşƨrılmasına hiç ses çıkarmamıştır. Haƨralar okunurken öyle bir duyguya da düşülüyor ki meselâ Atatürk işlerin sırrını ya sofrasında yalnız kaldığımız zaman zaman bana, ya bir gezinƟde baş başa bulunduğunuz vakit size, yahut aralarında bir üçüncüsü bulunmadığını görerek bir başkasına anlatmıştır.
Mavi boncuk kimdedir? Haber vereyim ki Atatürk ne yapƨğını, nasıl yapacağını, kimlere ne yapƨracağını, kimleri nasıl ve nerede kullanacağını bilir pek hesaplı bir adamdı. Yapmış oldukları üzerinde istediğiniz tenkitlerde bulunabilirsiniz.
Fakat kendi varmak istediğine ulaşmaktan başka bir şey düşünmiyen, dostluklarının, yakınlıklarının, sözde sırdaşlıklarının üstünde bilhassa ”kendi kendine vefalı” bir lider olduğu söz götürmez. Tarih boyunca bütün kendi gibi olanlara benzerdi.
O da bal veren bir çiçek değil, her çiçeğin kendine göre balını almasını bilen bir arı idi. Her çiçeğin kovan peteklerinde şüphesiz bir payı vardır. Fakat çiçeklerden hiçbiri, eğer arı olmasaydı, petekteki balı yapabileceğini söyliyerek övünemez.
Ama bu balı zehir sayanlar da bulunabilir. Otuz yıl nice kimselerden: – Ben olmasaydım… demeğe benzer sözler duymuşumdur. Şu var ki asıl mesele O’nun ”olmasında” veya ”olmamasında” idi. 1914’te Osmanlı DevleƟnin söz sahibi Enver yerine Mustafa Kemal olduğunu, 1919’da da Samsun’a Mustafa Kemal yerine Enver’in ayak basƨğını bir tasarlayınız.
Türk tarihinin gidişi başka türlü olurdu. Büyük ķrsatlar fâni şahıslara bir milletin kaderini iyiye veya kötüye doğru değiştirmek imkânını verebilir. Geçenlerde bir yazıma şöyle başlamışƨm: ”Elli altmış sularında mısın, uydur uydur anlat!
Geçmiş dediğimiz şey de buna döndü. Bazı övünmeleri işiƫkçe ve bazı haƨraları okudukça içimi bir şüphe basıyor: – Acaba ben bu devrin içinde mi idim? Yoksa otuz yıl süren bir rüya hâli mi geçirdim? ”Benim tanıdığımı sandığım Atatürk, bana milletvekillerinden biri olduğum gibi gelen Meclisler, dinlemiş veya okumuş olmak sanısına düştüğüm haƟpler ve yazarlar, acaba hepsi hayaletler mi idi?
Yoksa hepsi çiŌ idiler de ben sahte ikinciler ile beraber mi düşüp kalkıyordum? Doğrusu Shakes- pear’in listeleri arasında ya benden acayibi yoktur, yahut, eğer ben gerçekten o geçmişte yaşamışsam, eski devirden kalma olanların yüzlercesini hekimler, ruhçu ve akılcılar, trajedi, komedi, vodvil ve revü sanatkârları arasında dağıƨp ilme ve sanata hizmette bulunmalıyız.” Bu yazı biraz mizah, biraz yerme kılıklı olmakla beraber tam içimin sesi idi. Ya ben kimim?