SinHa Kitabı elınıze aldığınız andan itibaren içine düşebileceğınız girdabın kenarında olduğunuzu hatırlatmak istiyoruz. Bu girdap özellikle dünyaya belli açılardan bakanlar ve şekillendirilmiş inanç sahipleri için yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Etki alanına alacağı koşullu inancı aklın akıntılarında sağa sola savurduktan sonra sahibinin ruh derinliklerine fırlatacak olan girdap, koşullanmamış inançlar için aklın labirentlerinde eğlenceli bir gezi olacaktır… Bu kitapta her okur kendi ruh hallerinden birini ya da birkaçını bulabilecektir.
Hangi sayfada, hangi satırlarda, hangi yaşam kırıntısının içinde kendınızden bir parça bulacağınız, dünyaya nereden, hangi açıyla baktığınızla doğru orantılıdır. Görecelik içeren savlarıyla SinHa; pek çok okurun elinde kendi yüzünü/maskesini net görebileceği bir ayna olarak da algılanabilir…
Bilge hayli uzamıĢ saçlarını arkaya attı ve yeniden önündeki kitaba eğildi. Okuduğu hiçbir kitap, hiçbir yazı, zihinsel açlığını gideremiyor, yüreğindeki boĢluğu dolduramıyor, kafasındaki sorulara cevap veremiyordu. Derin bir bezginlik ve ümitsizlik içine yuvarlandığım hissediyordu. “Eğer birileri bu zihinsel sorgularıma çözüm bulmazsa helak olacağım kesin.” diye mırıldandı. Daha sonra kafasında yoğunlaĢan soruları yüksek sesle birbiri ardına sıraladı:
“Doğru ne, yanlıĢ ne? Doğru niçin doğru, yanlıĢ niçin yanlıĢ? Eğer doğru kesin ise niçin görecelik var? Kimine göre doğru olan niçin kimine göre yanlıĢ? Kimine göre normal olan neden diğerlerine göre anormal? Doğruyu neye göre belirlemem gerekiyor?
Doğru, yer ve kiĢiye göre değiĢiyorsa, hakikati neye göre saptayabilirim?” Birden ürperdi. Dilinin ucunda o güne kadar aklından hiç geçirmediği bir soru ĢekillenmiĢti: “Acaba gerçek diye bir Ģey de mi yok?” Sonra derin bir irkilme ile içinin allak bullak olduğunu hissetti: “Gerçek yoksa. Tanrıyı nasıl izah edeceğim?
Oysa ben hissediyorum ki evrenin her zerresi bir yaratıcının varlığını zorunlu kılıyor. Belki de bana böyle inanmam öğretildiği için, ben öyle sanıyorum. Eğer, doğrular Ġslam’ın esaslarındaysa neden Müslümanlar periĢanlık içindeler?” Ġçine doğan kuĢku onu iyice sarstı: “Benim ‘zorunlu’ dediğim ‘Tanrının varlığı’ için bile kuĢkuda olanlar var. Acaba Tanrı tanımazların elinde nasıl bir bilgi var ki ona dayanarak Tanrısızlığı ka- bullenebiliyorlar?
Acaba onlarda benim ulaĢamadığım bilgiler mi var?” Artık neyin doğru neyin yanlıĢ, neyin gerçek neyin hayal olduğunu karıĢtırmaya baĢlamıĢtı. BaĢı, ardı arkası gelmeyen sorulardan kazan gibi olmuĢtu. Kalbi ile aklı arasında yoğunlaĢan çeliĢki yumağını nasıl çözeceğini bilemiyordu. Ġnancını büsbütün yitireceği korkusuna kapıldı, ürperdi… Yorgunluktan gözleri kapanıyordu. BaĢı omuzlarının üstünde düĢecekmiĢ gibi sallanmaya baĢladı.
Ani bir hareketle gözlüğünü çıkardı. Gözlüğünü çıkartır çıkartmaz baĢı kitabın üstüne düĢtü. Bu Ģekilde ne kadar kaldığını hatırlayamıyordu. UyumuĢ muydu, uyumamıĢ mıydı, bunu da bilemiyordu. Neden sonra istem dıĢı olarak aniden baĢını kaldırdığında, kendisini gizli bir güç uyandırmıĢ gibi hissetti.
Birileri adeta yüreğine dokunmuĢtu. Tam karĢısında bir ıĢık demetinin parıldadığını fark etti. Gördüğünün rüya mı gerçek mi olduğuna karar veremedi. Dört bir yandan uğultular duyuyordu ve karĢısındaki duvarda asılı gibi duran ıĢık demeti adeta odanın içerisine yayılıyordu. Gözleri fal taĢı gibi açılmıĢtı. Gördüklerini açıklamakta güçlük çekiyordu.
Çığlık atmak istedi ama bunu baĢaramadı. Sanki bir güç bunu yapmasına engel olmuĢtu. Bedenine sızdığını hissettiği garip enerji adeta kalbini yatıĢtırıyor ve onu dinginliğe yönlendiriyordu. Çok geçmeden içini, anlayamadığı tuhaf bir haz doldurmuĢtu. “Hızır bu mu acaba?” diye düĢündü. Çünkü babası sık sık “Kul sıkıĢmayınca Hızır yetiĢmez.” derdi. Fakat zihni kendisine hücum ederek bu düĢüncesini olumsuzladı: “Sen kimsin ki sana Hızır görünsün!”
Ama karĢı karĢıya olduğu her ne ise, onu etkisine alarak kendisine yöneltmiĢti. Odanın içine süzüldüğünü hissettiği ıĢık demeti, manyetik alan gibi onu kendisine çekmiĢ, bütün varlığını kuĢatmıĢtı. Bütün güdülerinin elinden alındığını fark etti. Artık iyice emindi, karĢı karĢıya bulunduğu tanımsız varlık, kendisine tamamıyla hükmediyordu.
Bütün kontrol ondaydı… ———–1 7 I———- “Acaba…” diye mırıldandı ama sözünü tamamlayamadan iliklerine kadar iĢleyen bir sesle irkildi: “Hayır ben O değilim. Ama kendini kontrol edemedığın doğru. ġu anda kontrol bende ve sen bir üst boyuta alındın. Çünkü seninle konuĢacaklarım var.” “Benimle mi?” dedi Bilge kekeleyerek.
“Evet.” “Peki sen kimsin?” “Fardip’li SinHa’yım. Babanın duası da diyebilirsin.” “Fardip neresi? SinHa da ne?” “Fardip, sizin gözlerınızin algılayamayacağı maddelerden yapılmıĢ ve bu yüzden de ıĢığını göremedığınız bir yıldızlar kümesidir… Dördüncü uzaydadır ama size pek uzak değildir. 250 bin ıĢık yılı uzaklıktadır.” “Bu çok mu yakın sayılıyor.” “Elbette. 5 milyar ıĢık yılı uzaklıkta bulunan yıldızlar da var. Üstelik bu yıldızların tamamı birinci uzayda yer alıyorlar.
Ve bunların ıĢığı henüz gezegenınıze ulaĢmıĢ değil. Belki hiç ulaĢmadan gezegenınızin ömrü bitecek.” “Birinci uzay mı? Evren kaç uzaydan oluĢuyor ki? Ve dördüncü uzaydaki bir yıldız nasıl oluyor da birinci uzaydaki yıldızlardan daha yakın olabiliyor?” “Evren 7 uzaydan oluĢuyor. Birinci uzayın derinliğini yıldızların size olan uzaklığından biraz anlayabilirsin.
Çünkü görülebilir yıldızlar bu bölümde yer alıyor, ikinci ve daha sonraki katlarda sizin algılayacağınız kütleler olmadığı için, buralar size göre yıldızsızdır.” “Peki bu uzaylar yani katlar, üst üste mi bindirilmiĢ?” “Hayır iç içe ve sarmal. Size göre en uzak uzay ile en yakın uzay arasındaki uzaklık, ara geçitler kullanılacak olsa an kadar yakındır. Ama bu bedenınızle oraya varmak isteseniz, değil sizin belki bütün türünüzün ömrü yetmez…” 9 “Neden?
Sen her ne isen, onu geçebildığıni iddia ediyorsun, biz neden geçemeyelim ki?” “Çünkü madde formunda kaldığınız sürece o uzaylara yaklaĢamazsınız. Siz yaklaĢtıkça o uzaklaĢır. Sizin tanık olduğunuz en yüksek hız, ıĢık hızı. Oysa o, bizim için birim hızdır. Üstelik ıĢığın hızı da bu değil. Hayal süratine varmak için bile onun birkaç yüz katma ulaĢmanız gerekir.
Aslında o da sınırlı bir hızdır. Siz, bu düĢük hızda bile varlığınızı koruyamadığınıza göre, bu beden formlarınızla oraya varmanız imkansız. O boyutlara varmak için maddesel formdan çıkmanız gerekir. Bu da size göre ölüm demektir. Aksi takdirde sonsuz bir zaman dilimi bile, oraya varmanız için yetmez…” “O katlarda da canlılar var mı?”
“Bu doğru bir soru değil.” “Peki nasıl sormalıydım?” “Evrenin baĢka yerlerinde bizim gibi topraksı yaratıklar var mı, diye sorabilirdin. Çünkü evrende cansız hiçbir Ģey yok. Ve hiçbir yeri de boĢ değil.” “Peki sen öyle sormuĢ say.” “Eğer maksadın; bilinçli, algılama yeteneğine sahip varlıklar ise, evet var. Ama topraksı bilinçli yaratıklar var mı diye soruyorsan, Hayır.
Siz, canlı deyince kendınız gibi varlıkları düĢünüyorsunuz. Bu hem bilgisizlik, hem bencillik ve hem de küstahlıktır.” “Neden küstahlık olsun?” “Çünkü bu yaklaĢımınızla Yaratıcı’nın kudretini itham etmiĢ oluyorsunuz.” “Anlayamadım. Nasıl?”