Araştırmacı yazarlık, zeki bir katil tarafından işlenmiş bir cinayeti inceleyerek, suçluyu bulmaya benzer. Kişiler ve olaylar önünüzde saf saf durmaktadırlar; görüntüde her şey normal, herkes suçsuzdur.
Oysa ortada bir ceset olduğuna göre kişilerden biri yalan söylüyor, kendini suçsuz olarak göstermeyi başarıyordur. Sizin göreviniz ise elinizdeki ipuçlarını değerlendirerek onu deşifre etmek ve cinayet işleyerek elde ettiği kazanımını ondan alarak gerçek sahibine geri vermektir.
Bu sonuç yüklü bir miras da olabilir… insandan sömürülecek metafizik enerji de! Dedektif, olabildiğince çok kişi ile konuşmalıdır; böylelikle açık veren bir ilmek yakalamayı planlar. Araştırmacı yazar ise mümkün olduğu kadar çok şey okumalıdır. Yorucu, bezdirici, yalnızlık dolu saatler boyu okumak…
Bu okuma sürecinde bir an gelir bir bilgi zerresi -bin yıllar öncesinde bilinç altına tıkılsa da, enkarnasyon safhalarında ruhu hiç bırakmadan varlığını koruyabilmiş olan bir bilgi zerresi- bilinç düzeyine sızacak bir yol bulur ve araştırmacıya gerçeği fısıldar.
Gerçekte hücrenin kilitlerini açıp, kapıyı aralayan ve bilgiyi özgür kılan araştırmacının okuyarak elde ettiği yeni bilgilerdir. Böylece bir ışık yanar beyninizde; içinizden “her şey ne açıkmış, ben nasıl bunu görememişim?” diye yakınır, yitirdiğiniz onca zamana acırsınız.
Önünüzde, daha önceden güçsüzlüğünüz nedeniyle girmeye çekindiğiniz bilinmezlik ve sırlar ormanı hâlâ eskisi gibi ürkünç dursa da, artık elinizde size güç veren bir silah, ya da sizi saldırılardan koruyacak bir kalkan vardır. Sırlar/gerçekler ormanına, içinde gizlediğine emin olduğunuz ipuçlarını elde etmek için hemen dalmak istersiniz… saatlerle, günlerle içinden çıkmadan her yanını gezip görmeyi, bilmeyi, öğrenmeyi özlersiniz.
Oysa mutfakta, haşlanmış lahanalar dolma yapılmak üzere sarılmak; kocanızın sakallarıyla tıkanmış lavabo gırtlağı ise musluk suyunu geri kusmamak için sizi bekliyordur! Yağmurlu bir günde “iştiyak ve vuslat”ın doruğunda iken yataktan çıkıp işe gitmek benzeri bir zevk(!) içinde mutfağınıza girer, kahvaltı yumurtasını sahan yerine, bulaşık süngerinin üzerine kırar, kirli tabakları bulaşık makinesi yerine buzdolabına koyarsınız! Zamansızlık…
Varlığını dost ve eşinize asla kanıtlayamadığınız düşmanınız hep sizinle sevdiklerinizin arasına girer. Bir yazar, hele ki araştırmacı yazarsanız, tüm yaşamınız, “Bütün gün evde değil misin? Eeeeee?” diye “serzeniş”te bulunan dostlarınızı gizli düşmanınızın varlığına inandırma uğraşıyla doludur artık. Bu hır gür arasında araştırmanızı sonuçlandırır, bir kitap oluşumunda öğrenmek isteyenlere sunarsınız.
Göreviniz bir anlamda bitmiş, suçlu ortaya çıkarılmıştır. Oysa sosyal görevlerinize yine de “layıkıyla” dönemezsiniz: çünkü çalışma odanızdan dışarı her adım atışınızda o katilin yeni cinayetler işlemekte olduğunu yeniden görmüş, bir kez daha kendinizi dedektiflik işinin içinde bulmuşsunuzdur.