Hazreti Şeyhi Ekber Muhyiddin İbn Arabi’nin yoluma çıkardığı ince gönüllü derviş: Muhyiddin Şekûr İslâm’a ve İslâm tasavvufuna yönelmemi, bütünüyle, bir tek kaynağa, Hazreti Şeyhi Ekber Muhyiddin İbn Arabi’ye borçlu olan biriyim.
Onun 1981’de okuduğum “Füsûsül— Hifeem”i, geleneğin sırlı kapısından girip şiir dolu bir âleme adım atmama vesile olmuştu. Yine Hazreti Şeyh—i Ekber’in eşsiz himmetiyle, derece derece ilerleyen ‘Füsûs’ okumaları sayesinde, tam onsekiz yıl boyunca pençesinde kıvrandığım ağır bir sinir hastalığından bütünüyle kurtuldum.
Hem imâna hem şifâya kavuşmama himmet eden Hazreti Şeyh, bir çok başka güzelliklerin yanısıra, New York’ta ikamet eden bir Rufaî dervişi, sevgili dost Muhyiddin Şekûr’la ve onun güzel kitabı ’Su Üstüne Yazı Yazmak’ ile tanışmama da bizzat vesile oldu.
Muhyiddin Şekûr’un “Su Üstüne Yazı Yazmak” adlı kitabının başlığına, onu yayımlayan kitabevinin tanıtım broşüründe rastladım. Broşür, 1989 yılında İngiltere’den getirttiğim Muhyiddin İbn Arabî Hazretlerinin bir eserinin sayfaları arasından kayıp elime düşmüştü. Muhyiddin İbn ArabîMuhyiddin Şekûr.
Tevafuk olaylarına fevkalâde duyarlı olduğum bir dönemde, bu iki isim arasındaki hoş paralellik ilgimi zaptettniş, bir türlü dile getiremediğim gizemli ve saplantılı bir merak neticesinde Su Üstüne Yazı Yazmak’ı ingiltere’den ısmarlayıp getirtmiştim. Su Üstüne Yazı Yazmak’ın ilk satırları şöyle başlar: “Tanrıya, İlkSon Gerçek’e ve Alemlerin Rabbine hamd—ü senalar olsun: Arayıcıların Dostuna ve Kalpler Açıcısına.
Beni bu dünyadan; ipnotikfenaomenal zihin çekiciliği ve teknolojik göz kamaştırmaların uzak çağı dünyasından kurtarana hamdü senalar olsun.” İlk satırından son satırına kadar sıcak, coşkulu bir şükranla kaleme alınmış bu eser bir kurtuluşun, kademe kademe gerçekleşen bir hidayetin hikâyesidir.
New York’ta bir Rufaî dergahına intisap eden Muhyiddin Şekûr şeyhinin himmetiyle apaydınlık, şiir dolu, irfan dolu, lezzet dolu bir âleme açılır. Geleneğin, tasavvuf âleminin tümüyle tarihe karıştığının, evliyaların, tarikatların masaldan ibaret sanıldığı bir çağda, çağdaş materyalizmin ve modern tüketim zihniyetinin doruğunu temsil eden bir toplumda, akıllara durgunluk veren inanılmaz bir güzelliktir zuhur eden.
Gelenek, tüm ihtişamıylapirleri, tekkeleri, şeyhleri, dervişleri, zikir meclisleriyle, gelir, yetişir ve mânâ âleminden bütünüyle kopmuş modern insana, olanca kapsayıcıhğıyla el koyar. Gelenek, ezelden ebede değişmez cevheriyle, tüm hakikatiyle, burada, bizimledir. Burada ve her yerde, her yerde ve her zamandadır.
Bu vesileyle bir kez daha anlarız ki evliyaların çağlar ötesinden bize uzanan ışıklı ve engin himmetleri üzerlerimizde olmasaydı, bugün içinde yaşadığımız dünyanın yüzü, kat kat cehennemlerin dehşetengiz karanlıklarından ibaret olurdu.
Bir nefis eseri okuyup bitirdikten bir süre sonra Muhyiddin Şekûr’la yazışmak arzusuna kapıldım. Kaleme sarılarak Muhyiddin Şekûr’a kendi hikâyemi yazdım. Hazreti Şeyhi Ekber’in hayatımdaki büyük ve derin etkisini, “iki Muhyiddin” arasındaki tevafuk olayının bende yarattığı saplantılı merakı, kitabı getirüşimi.
Bu güzel eserin bendeki zengin çağırışımlarını dile getirmekten ise oldukça aciz kalmıştım. Muhyiddin Şekür’un cevabı çok duygulu ve incelikliydi. Geçirmiş olduğum uzun süreli hastalığın etkisiyle ben o dönemde hâlâ daktilo kullanamadığım için kendi mektubumu el yazımla yazmak durumunda kalmıştım. Ve Muhyiddin Şekür’un cevaben gönderdiği mektup da, benim durumuma nazire olarak, el yazısıyla kaleme alınmıştı.
Harikulade güzel bir elyazısıyla, kurşun kalemle bu alçakgönüllü mektubunda, Muhyiddin Şekûr hidayetime ve şifama vesile olmakla kalmayıp kalbimi bu kitaba açan yüce zata şükranlarını ifade ediyor, dünyanın bir ucundan ötekine, bizleri buluşturan tecelliye duyduğu derin, çok derin bir hayreti dile getiriyordu.
Evet hayret, derin, uçsuz bucaksız bir hayret duygusu. Muhyiddin Şekür’un daha sonra yazdığı bütün mektupları, engin bir hayreti, hayat, kader ve kutsal karşısında hep o bitmeyen hayreti dile getiriyordu. Bizatihî Su Üstüne Yazı Yazmak, yazarındaki bu ibadetle eşdeğer, sınırsız hayret duygusunun billurlaşmış, bir şahesere dönüşmüş, şiirsel ifadesi sayılabilir.
Onun, tüm yazdıklarında, tüm eylediklerinde hayret makamım bir an terketmeyen ulu şeyh Muhyiddin İbn Arabi’ye kurbiyeti de belki bundan. Muhyiddin Şekûr’la yazışmaya başladıktan bir süre sonra ona Muhyiddin İbn Arabî Hazretlerinin Oxford’daki Muhyiddin İbn Arabî Society tarafından bastırılıp ciltlenmiş Devrü’1Âlâ adlı duasını gönderdim. İçine, “Şeyh Muhyiddin’den Derviş Muhyiddin’e” diye yazdım.
Temennim, istanbul’dan Oxford’a gidip oradan yine buraya İstanbul’a dönmüş olan bu güzel duanın, uçakla kıtaları aşarak New York’a giderken, yükseklerden daha nice cana iman ve şifa dağıtmasıydı. O günden bu yana Muhyiddin, eşi ve çocuklarıyla kısa telefon konuşmaları yaptık.
Dünyanın bir ucundan bir ucuna dervişane muhabbet mesajları teati ederek içimizi aydınlattık. 1994 yılının ortalarında Muhyiddin Zagreb’e gitti. Zagreb Üniversitesi’nde geçici bir öğretim görevi almıştı. Oradan Bosna’ya gittiğini, Bosnalılara hizmet ulaştırmak için canı gönülden çırpındığını biliyorum.
Varlığını tümüyle başkalarının esenliğine adamış uzay çağının bu ince gönüllü dervişine, halen dünyanın her yerinde anonim bir varlık içinde kendilerini tümüyle Hakkahakikate, ebedî güzelliğe ve hizmete adamış tüm dervişler ordusuna, ve kalplerini Su Üstüne Yazı Yazmak’a açmakla, tasavvuf âleminin zaman ötesi lezzetlerine açılacaklarını umduğum bu kitabın tüm okurlarına, kucak dolusu selâm.
Temerküz kampları, atomik infilakları, Çernobil’leriyle, azgın bir bencilliği kışkırtan tüketim toplumunun hasta zihniyetiyle uzay çağı dediğimiz 20. yy. insanoğlu için zahirde şanlı balında çirkin bir yıkım çağı oldu. 21. yy.’ın bir inşâ ve güzellik çağı olmasında yeryüzünü saran dervişler ordusunun ve onların gönüllerinde alev alev yanan tasavvuf nurunun, önde gelen bir işlev yükleneceğine bütün kalbimle inanıyorum.
Bu güzel eserin dilimize çevrilmesinde himmetleri geçen Ezel Elverdi ve Mahmud Erol Kılıç’a; çeviriye her biri ayrı ayrı yoğun bir emek veren Sevin Okyay ve Senai Demirci’ye yürekten teşekkürlerimi sunarım. Ayşe Şaşa İstanbul Ramazan 19 Türkçe Çeviriye Önsöz nurun Menbaı, Aşkta En Alâ Makam Sahibi Allah’a, hamdü senalar, medhü senalar olsun.
O’nun Nurunun en pâk âyinesi ve âlemlere rahmet Muhammed Mustafa’ya ebedî salât ve selâm olsun. Size, Su Üstüne Yazı Yazmak’ın Türkçesini en derin hayret ve şükran duygularımla sunuyorum. Hakikaten, her gün Rabbi’min esrarlı hikmeti, cömertliği ve hayatımda hak etmeden gördüğüm şefkati ve rahmeti beni yeniden yeniye hayrete düşürüyor.
Durup düşünüyorum da, size bu şekilde hitap etmemin pek az sebebi var. Zira, ben manevî bir çölü andıran Amerika kıtasından bir insanım; bu çölde kendime küçük bir vaha bulacak kadar bahtiyardım. Siz ise, muazzam genişlikte bir vaha olduğu halde, çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir ülkenin insanısınız. Belki iki taraf da, bir sürgün hali yaşıyor ve asıl vatanını bulmaya çalışıyor.
Hazreti Mevlânâ’nın deyişiyle: Aşk ülkesi herkesin kendi bildiğincedir Aşıkların milleti de devleti de yoktur Bendeniz, bir gün, ‘asıl vatanım aşk ülkesidir’ diyebilme ümidini taşıyorum. Arayışı sırasında bu kitabı eline alan herkes için de aynı şeyiünüd ediyorum. Bu kitap, sadece çölün kumlarını aşıp, asıl vatanına varmaya çalışan bir hırpani dervişin öyküsü.
Her kelimesinin aşkla yazıldığına sizi temin ederim. Başkaca bir şey için bir vaadde bulunamam zaten. Hikâyeme kalbini açarak, gayretiyle bu çevirinin gerçekleşmesini sağlayan Ayşe Şasa’ya kalbî takdir duygularımı ifade etmek isterim. Ayrıca muhterem Mahmud Erol Kılıç’a ve İnsan Yayınları’nın yayın kuruluna teşekkür borçlu olduğumu bilmenizi isterim. Muhyiddin Şekûr İnsanların taş üzerine kazıdıkları yüzyıllık yazılar Allah için su üstüne yazılmış yazı gibidir.