Üç haftadır Ulrich uçurumun, köyün görüldüğü kıyısına gitmemişti. Wildstrubel’e çıkan yamaçlara tırmanmazdan önce oraya uğramak istedi. Loeche de kar altındaydı. Evler, bu soğuk mantonun içine gömülmüş, hiç seçilmez olmuştu.
Sonra sağa dönerek Loemmern Buzulu’na doğruldu. Ucu demirli değneğini taş gibi sert kara kakarak büyük dağlı adımlarıyla ilerliyordu. Keskin gözüyle de uzakta, bu sınırsız örtü üzerinde küçük, kara ve kımıldar noktayı arıyordu.
Buzulun kıyısına varınca, yaşlı adamın gerçekten bu yolu tutmuş olup olmadığını düşünerek durdu. Sonra daha hızlı ve daha kaygılı adımlarla buzul taşları boyunca yürümeye başladı. Güneş alçalıyordu. Karlar pembeleşiyor, onların billurlaşmış yüzünde kuru ve dondurucu bir yel vakit vakit canlanıp esiyordu.
Ulrich uzun, yüksek ve titrek bir haykırmayla arkadaşını çağırdı. Ses, dağların uyuduğu gömüt durgunluğu içinde uçtu; uzaklarda, köpükten, derin ve kımıltısız dalgaların üzerinde; bir kuş çığlığının deniz dalgalarında koşması gibi, koştu; sonra döndü. Ona hiçbir yanıt gelmedi. Delikanlı yine yürümeye başladı.
Güneş aşağıda, gökteki yansımaların hâlâ pembeleştirdiği tepelerin arkasında batmıştı. Koyağın derinlikleri artık kararıyordu. Ulrich birdenbire korktu. Ona bu dağların sessizliği, soğuğu, yalnızlığı ve kış ölülüğü kendi içine giriyor, kanını durdurup dondurmak, uzuvlarını kaskatı etmek, kendisini katılmışa, buz kesilmişe çevirmek istiyor gibi geldi.
O zaman koşarak oturduğu yere doğru kaçmaya başladı. Yaşlı adam, kendisi yokken dönmüştür diye düşünüyordu. Olasılıkla, başka bir yol tutmuş ve şimdi, ayaklarının dibinde vurulmuş bir dağ keçisiyle, ateşin karşısına geçmişti. Biraz sonra oteli gördü. Oradan hiç duman çıkmıyordu. Ulrich daha hızlı koştu, kapıyı açtı. Sam kendisini sevinçle karşıladı.
Fakat Gaspard Hari gelmemişti. Kunsi, şaşırmış, sanki arkadaşı bir köşeye saklanmış da onu şimdi bulacakmış gibi, olduğu yerde dönüp duruyordu. Sonra ateşi yaktı ve hep yaşlı adamın çıkageleceğini umarak çorbayı pişirdi.
Arada sırada daha görünmüyor mu diye çıkıp bakıyordu. Gece, dağların uçuk gecesi, solgun gece, ufkun kıyısında hemen tepelerin arkasına düşmeye hazır, sarı ve ince bir ayın aydınlattığı esmerimsi gece, ortalığa çökmüştü. Sonra, delikanlı yine içeriye giriyor, oturuyor, başa gelebilecek kazaları düşünerek ellerini ve ayaklarını ısıtıyordu.
Gaspard bir bacağını kırmış, bir çukura yuvarlanmış, yanlış bir adım atarak ayak kemiğinin burkulmasına neden olmuş olabilirdi. Herhalde şimdi karlara serilmiş, tutulmuş, soğuktan kaskatı kesilmiş, bitmiş, belki de yardım çağıra çağıra, gecenin sessizliği içinde boğazının bütün gücüyle haykıra haykıra yatıyordu. Fakat nerede?
Dağlar o kadar geniş, o kadar yalçın, çevre de, özellikle bu mevsim boyunca, o kadar tehlikeliydi ki bir adamı bu sonsuzluğun içinde bulmak için on veya yirmi kılavuz olmak ve yirmi gün her yöne gitmek gerekirdi. Bununla birlikte Ulrich Kunsi, eğer Gaspard Hari saat bire kadar dönmezse Sam’la birlikte çıkmaya karar verdi.
Hazırlığını da yaptı. Bir çantaya iki günlük yiyecek koydu. çelik kancalarını aldı. beline uzun, ince ve sağlam bir ip sardı. ucu demirli değneğini ve buzda basamak oymaya yarayan baltayı gözden geçirdi. Sonra bekledi. Ateş ocakta yanıyor, iri köpek alevin aydınlığında horulduyordu.
Saat, ses veren ağaçtan kutusu içinde düzenli tiktaklarını, bir yürek gibi vurmaktaydı. Ulrich, kulağı uzak gürültülerde, hafif rüzgâr çatıyı ve duvarları sıyırdıkça ürpererek, bekliyordu. Saat gece yarısını çaldı. Delikanlı titredi. Sonra içinde ürküntü ve kesiklik duyduğu için, yola çıkmadan kaynar bir kahve içmek üzere, ateşe su koydu.