Komşu şoförün kapısını çalan Neriman:
«Saime Abla!» diye bağırdı.
Şoförün karısı:
«Efendim canım!»
Kapıyı açtı.
Neriman içeri girdi.
Şoförün karısı bal renkli kombinezoniyle dekolte, merdiven başında durmaktaydı.
Neriman :
«Sana gene bir ricam var Saime Abla» dedi, «yapar mısın?»
«Neymiş bakalım?»
«Yapar mısın?».
«Söyle ki…»
«Yaparım de, söyliyeyim…»
«Ne olduğunu bilmeden…»
«Bugün bir yere gideceğim de…»
«Evet..»
«Senin şeyleri.. Vallahi öyle utanıyorum ki..»
«Ağız yapma hadi.. Neyleri?»
«Vallahi ağız değil.. Cok utanıyorum ha..»
«Neyleri kız?»
«Beyaz çantanla.»
«Evet?»
«Eldivenlerini..» «Bu. kadar mı?»
«Az mı? Azsa… Beyaz iskarpinlerini de verirsin öb-tacığım!»
Şoförün karısı bir kahkaha attı.
«Sen çok yaşa emi?»
«Vereceksin değil mi?»
«Canın sağ olsun Neriman’cığım, sözü mü olur?»
Neriman merdiveni koşarak çıktı, şoförün karısının boynuna sarıldı.
«Canım ablacığım benim, şeker ablacığım.. Sen dünyanın en güzel ablasısın!»
«Sahi mi?»
«Vallahi..»
«Senden de mi?»
«Tabiî.. Ben güzel değilim ki.»
«Sus. Kendine iftira etme.. Artist gibisin kâfir.»
Gururla gülen Neriman:
«Sahi mi?» dedi.
«Şu boy. bos, endam.. Sahi misi var mı?»
«Herkes öyle söylüyor..»
«Ne söylüyor?»
«Lana Turner’e benziyormuşum..»
«O da kim?»
«Aa.. Bilmiyor musun? Sinema artisti.. Turhan Bey’le filim çevirmişlerdi hani.. Ama şansım yok ki benim, hic şansım yok..»
«Belli olmaz. Bir gün bir bakarsın..»
İçeri gitti. Beyaz iskarpin, çanta ve tül eldivenleriyle geldi.
«İstersen beyaz elbisemi de vereyim!»
Neriman’ın gözleri parladı.
«Sahi mi? Verir misin?»
«Veririm ama, bir şartla.. Kiminle buluşacağını söylersen.»
«Hic» dedi «yalnız..»
«Hadi ordan, yalancı!»
«Ay vallahi değil, billahi değil..»
Gıdıklanıyormuş gibi gülüyordu.
«O gün, hani parkta.. Onunla mı?» «Hangi?»
«Parkta geziyordunuz hani..»
Şoförün karısının boynuna sarılan Neriman onu öptü, öptü.
«Anneme söyleme olmaz mı?»
«Onunla değil mi?»
«Evet..»
«Öğrenci değil mi o?»
«Lisede..»
«Seviyor musun?»
«Bilmem..»
«O seni seviyor mu?»
«Görme.. Senin için ölebilirim diyor-. Hem ne diyor biliyor musun? Tıpkı diyor, tıpkı
Lana Turner’e benzk yorsun diyor.. İstanbul’a gidelim diyor..»
«İstanbul’a mı gidelim diyor? Ne yapacaksınız orda?»
«Film çevireceğiz. Onun orda öyle tanıdıkları var ki.. Seni bir görsünler diyor..»
«Sen ne diyorsun?»
«Ben mi? Hiç..»
Şoförün karısı:
«Böyle maceralardan vazgeç» dedi. «O daha bir okul öğrencisi, ağzı süt kokuyor.
Sense yetişmiş bir kızsın. Otur evinde, bekle kısmetini. Bir çocuğun peşine düşülüp de diyar diyar gidilir mi? Senin gibi neler var orda..»
«… artist olacağım derken, başına iş açar, ortalığa düşersin Al ah göstermiye…»
Şoförün karısına öfkeyle bakan Neriman :
«Bu memleketten ve Çamaşırcı Hacer’in kızı olmaktan bıktım Saime Abla!» dedi-
«Sokağa çıkarken giyecek doğru dürüst bir şeyim yok- Ondan bundan istemekten utanıyorum, yerlere geçiyorum.. Ben de gencim, benim de canım var, ben de kendime ait öteberilerimi herkes gibi giyinmek isterim, hakkım değil mi?»
«Haklısın kızım, elbette haklısın ama.. Kader.. Bak, yetiştin maşallah.. Sık dişini biraz daha, elbette bir kısmetin çıkacak… Seni alacak adam giyimini, kuşamını da düşünecek elbet…»
Neriman uzun uzun dinledi. Sıkılmaya başlamıştı. Bunu anlıyan şoförün karısı:Canını sıkıyorum değil mi?» dedi.
«Yoo.. Hayır…»
«Dost acı söyler. Ayağını denk al. O daha bir çocuk.. Peşine takılınıp diyar diyar gidilmez! Beş parasız İstanbul’a gitmenin ne olduğunu bilmezsin…»
Neriman cevap vermedi- Elinde öteberiler, ayaklarında nalın, arka sokağın bozuk parkelerinde, kendi kendisiyle konuşarak, avludan içeri girdi.
Annesiyle, komşu Naciye çamaşır yıkamaktaydılar. Neriman önlerinden geçip odaya girinceye kadar ardından baktılar.
Çamaşırcı Hacer:
«Evlâdım» dedi «yavrum» dedi «ne giyse yakışmaz? Şu boya boşa bak.. Elin sıska maymunları kürkler elmaslar içinde yüzüyor..»
«Eh, kader Hacer Abla..»
«Neriman’ın anlattıklarını bir duysan Naciye.. Böyle güzel kızlara hükümet bilmem ne vazife verirmiş, Neriman’ı da istiyorlar.. Diyorlarmış ki, dünyada bir tane bilmem nerde, bir de sen diyorlarmış.. Alıp da İstanbul’lara götürecekler.. Hele bir girsin..
Öyle para kazanacak ki.-Bende akıl yok, tutamam, neler anlatıyor. Hadi gidelim de söyletelim bir iki…»
Leğenlerin başından kalktılar.
«Bilâ velet ve bilâ vâris» ölen bir eski alaybeyinin evkafa geçmiş, kocaman, harap konağının alt kat odalarından birinde oturuyorlardı. İsli tavan bel vermiş, duvarlar içeri kamburlaşmıştı ama, Neriman tavanı da, duvarların ayıplarını da beyaz kâğıtlarla güzelce kapamıştı. Duvarlarda Lana Turner’in çeşitli resimleri asılıydı.
Bunlar sinema dergilerinden dikkatle kesilip çıkarılmıştı. Çünkü Neriman’ın yakın arkadaşları: «Aman Neriman» derlerdi, «benzerlik bu kadar olur. Bir elmanın yarısı
sen, yarısı o! Seni büyük bir istikbal bekliyor…»
Boydan boya çatlak aynanın karşısında saçlarını Lana Turner gibi tarıyan Neriman, aynada kendi kendine göz kırptı:
«Farkındasın ya… Saime Abla da başladı. Beni hiç kimse çekemiyor, ama hiç kimse!
Evde oturup kısmetimi beklemeliymişim… Kısmetim de ne? Ya bir bakkal, ya da kendi kocası gibi bir şoför.. Sonra? Eve hapsolacam. peşimde zırıl zırıl bir alay çocuk, bütün gün leğen dolusu çişli bez başında… Benim parlamamam için elinizden geleni yapıyorsunuz ama, çatlasanız da, patlasanız da sizi din-lemiyeceğim! (Lana Turner’in duvardaki resmine baktı) Senin gibi olacağım, senin gibi kucak dolusu para kazanacağım, çeşit çeşit elbiselerim, iç çamaşırlarım, sabahlıklarım olacak…»
Annesiyle komşu Naciye’nin kapıdan onu gözetlediklerini gördü :
«Saime Abla da başladı kıskanmıya!» dedi. «Artist olup da ne yapacakmışım.. Evde, kısmetimi beklemeliymişim!»
Hacer:
«Gözü çıkasıca..» dedi «ona ne oluyormuş? Sen ne karışıyorsun demedin mi?»
«Demez olur muyum? Hiç kimsenin aklına ihtiyacım yok, dedim»
Naciye’ye dönen Hacer :
«Der!» dedi «dememiş miydim sana? Neler bilir benim kızım daha ohooo… Neriman, o zaman çamaşır yı-kamıyacağım değil mi?»
«Büyük bir artistin annesi çamaşır yıkar mı? Kucakla paramız olacak, otomobilimiz, apartımanımız…»
«Apartımanı ben kiraya vereceğim değil mi?»
«Elbette..»
«Duydun mu Naciye! Ben kiraya vereceğim.. Demedim miydi sana! Otomobilimiz de olacak…»
«Otomobilimiz, buzdolabımız, pikaplı salon radyomuz, elektrikli süpürgemiz, aşçımız, hizmetçilerimiz… Gazetecilerin üçü gelip beşi gidecek, röportaj yapacaklar benimle, poz poz resimlerimi çekecekler.. Beni senden de sorarlar belki, çocukluğu nasıldı
diye..»
«Çok akıllıydı, evcimentti diyecektim değil mi Neriman?»
«Aklıma bir şey geldi Neriman, otomobilimizin şoförü de olacak değil mi?»
«Tabiî..»
«Ne yapalım diyorum biliyor musun? Şoförümüzle Naciye Ablanı evlendirelim Allah’ın emriyle…»
Kulaklarına kadar kızaran Naciye -.
«Bismillâhirrahmânirrahim!» dedi. «bu da nesi Ha-cer Abla?»
«Sennen ahret kardeşi olmadık mı? Ben nerde. sen orda..»
Neriman beyazlar içinde, çıkarken, annesi bir gümüş lira uzattı:
«Al kızım.. Lâzım olur belki..»
Parayı alan Neriman, annesini öptü öptü.. Sonra çıktı gitti.
Naciye’yi Lana Turner’in resimlerinden birinin yanına çeken Hacer:
«Bak bakiym, Neriman’ıma benziyor mu?» dedi
Naciye resme uzun uzun baktı.
«Benziyor mu?»
«Eh-. Andırıyor..»
«Eh, andırıyor mu? Ne eh andırıyoru? Bir elmanın yarısı bu, yarısı Neriman’ım…
İyice baksana! Kaşlar, gözler, ağız, burun.. Bu var ya, hükümet bir vazifenin başına koymuş bunu.. Nerimaa’ım da bunun gibi bir vazifeye geçecek.. O zaman Kara Zeynep’le kızları cat diye çatlarlar.. Çatlasınlar değil mi, Naciye? Öyle değil mi? Ha?
Çatlasınlar değil mi?»
Naciye:
«Adamın içkisi, işreti olmasa bari Hacer Abla..» dedi.
«Hangi adamın?»
«Demin hani…» .«Şoförün mü?»
«Eski kocamdan ağzım çok yandı zere.. İçer içer gelir, çalardı sopayı..»
«Orasına şen hiç karışma. Kendi elceğizimle bulacağım. Çıgara bile içmesin, evciment olsun.»
«Cıgara içmesinin pek bir zararı yok..’ Bir erkeğin erkekliği cıgdra zifiri kokmasından belli olur biraz da.. Sonra Hacer Abla…»
«Sana bir şey deyim mi? Bu Hacer Abla sözünü de değiştirirsin o zaman..»
«Ne deyim?»
«Büyük hanım dersin.. Kıza da, Neriman demek yakışık almaz.. Neriman Hanım, yahut küçük hanım demen lâzım..»
«Olur, öyle derim.. Adam ergen olursa daha iyi.. Ço-luğu, çocuğu, eski karısı filân olmasın-. Sonra mirasa gir-miye kalkarlar da…»
«O tarafına karışma sen dedim ya.. İçkici, arsız, ipsiz takımını evime sokar mıyım ben hiç? Kiracılarımı bile.. Her önüme gelene ev veremem doğrusu..»
«Doktor, abukat, mehendis olmalı değil mi?»
«Onlar da derece derece.. Onların da iyisi var, kötüsü var.»
«En iyisi, bizimkine derim ki, filânca adam böyle böyle, evi kiraya istiyor, git, sor, soruştur, nenin nesi, kimin fesidir derim. Bizimki gider sorar soruşturur..»
«Kendi kendine iş yapma Naciye.. Adamı tutar gönderirsin bizden habersiz.. Ya otomobil lâzım oluverirse?»
Kahveden içeri koşarak giren Coni Şevket: «Hadi lan Bomba!» dedi «kız geliyor!»
Bomba Muzafferle Sarı Nuri tavla oynamaktaydılar. Bomba Muzaffer: «Ne kızı lan?» dedi. «Neriman-.» «Hani?» «Baksana!»
Bomba Muzaffer’le Sarı Nuri yanlarındaki pencereden dışarı baktılar. Muzaffer: 11
«Allah!» dedi «beyazlara bürünmüş.. Lana Turner’e benziyorsun deyince demek?»
«Koltuklarına karpuz sığmıyor.. Seninle İstanbul’a atlarız dedim, film çeviririz, orda tanıdıklarım çok, filân fıstık…»
Sarı Nuri:
«Hadi oyna be!»
Muzaffer:
«Dur hele.. Sonra?»
«Sonra, hiç. Ver şu ayakkapları..»
Ayakkabılarını çıkaran Muzaffer:
«Bugün nereye gideceksiniz?» diye sordu.
«Sinemaya..»
«Paran var mı?»
«Kırk elli kuruşum var.. Onda da vardır nasıl olsa..»
Sarı Nuri:
«Bütün fosmuşsun be!» dedi, «o kızda biraz akıl olsa senin gibi tırılların peşine takılıp da…»
«Kalk lan, sen de.. Çam dalı gibi delikanlıyım- Neyim eksik?»
Muzaffer:
«Ee.. Sinemada ne yapacaksınız?»
«En geri sıraya çekilip..»
«Evet..»
«Ufaktan ufaktan…»
«Ben olsam senin yerinde, alır bağlara götürürdüm!»
«Boş ver..»
«Niye?»
«Çevirirler mevirirler de.. Neme lâzım… Surda bir senem kaldı zati.. Hadi oğlum Sarı, çıkar bakalım ceketi.»
Sarı Nuri de ceketi çıkardı.
Coni Şevket kahveden fırladı.
Kaldırımda yanyana yürüyorlardı. Neriman:
«Bizim bir komşu var» dedi «geçen gün parkta görmüştük hani…»
«Ha, şu esmer kadın..»
«Evet, şoförün karısı- Çok basit bir kadın.. Beni öyle kıskanıyor ki!»
«Niye?»
«İstanbul’a gidip filim çevireceğimi söyledim, kadın renkten renge girdi.. Ne diyor biliyor musun? Evde otur da kısmetini bekle diyor.. Olur dedim, ben de öyle diyorum..
Peşimde zırıl zırıl çocuklar…»
«Bütün gün salıncak salla, çişli bez yıka…»
«Allah yazdıysa bozsun.. Hiç kimseye bahsetmiyece-ğim bundan sonra.. Hele bir Kara Zeynep’ler var, Allah kimseyi ağızlarına düşürmesin! Demek stüdyoda beni görünce…»
«Tamam. Şıp, angaje. Konturat filân… Bütün mesele ilk filmini çevirene kadar.
Ondan sonra bütün stüdyolar senin peşinde.. Ama bak, sonunda bana yan çizmek yok ha!»
Katıla katıla gülen Neriman:
«Ne yaparsın?»
«Neyi?»
«Yan çizersem?»
«Temizlerim!»
«Hadioradan,temizlermiş..Nasılkıyarsınbana?»
«Sana kıyabilir miyim hiç? Boşver ona da.. Paramız var mı?»
«Var- Bir liram var…»
«Ver.»
«AL Peki, İstanbul’a neyle gideceğiz?»
«Kocakarıdan bir yüzlük keserim.. Bizi istanbul’a atar. Ondan sonrasına boşver…»
Bir saatçi dükkânının önünden geçiyorlardı.
Neriman :
«Geç kalacağız..» dedi.
«Niye? Saat kaç?»
«İkî buçuğa geliyor..»
Sinema tam iki buçuktaydı. Adımlarını açtılar.
1951
KÖTÜ KADIN
Beni gözleriyle tartarak önümden geçti, parkın ta öbür ucuna kadar gitti, sonra geri döndü, geldi, oturmak1-ta olduğum tahta sıranın ucuna ilişti.
Temmuz güneşi arkamızdaki caddeye olanca parlaklığı ile serilmişti. Parkın yeşillikleri porsumuş, ağaçlar, evlerin çatıları her şey sanki uykuya varmıştı. Az ilert-mizdeki ağacın dibine serilmiş uyuz bir kediyse, kılları dökülmüş kocaman karniyle ağır nefes alarak uyukluyordu.
Kediye bakar görünerek yanımdaki kadına göz ucuyla bakıyordum. O da beni gözden geçiriyordu- Bir ara göz göze geliverdik. İskarpinin yamulmuş topukları. İri kıçı, bluzunun fazla açık göğsünden taşan iri, pörsük memelerine rağmen, gozbebekleri canlı, simsiyah İki yuvarlaktı.
Kirli mendiliyle kırış kırış boynunun terini sildikten sonra :
«Çok sıcak!» dedi.
«Evet, çok sıcak..»
Yanıma az daha sokuldu :
«Buralı değilsiniz galiba?»
«Hayır..»
«Nerelisiniz?»
Doğduğum yeri söyledim. İlgilendi:
«Öyle bir memleketi bırakıp buraya niçm geldiniz ya?»
Niçin geldiğimi biliyor muydum ki.. Büyük şehir insanı olmak mutluluğuna erişmek için gelmemiştim her hal-14
de.. Hele tramvay, apartman, deniz, şu, bu için hiç değil. Ben büyük şehre itilmiştim âdeta.
O ise cevap bekliyordu.
«Bilmem» dedim «geldim işte..»
«Ticaretle filân mı uğraşıyorsunuz?»
«Yok canım.»
«Ya?»
«Niçin eşeliyorsunuz? Şu ya da bu. Öğrenmenizden ne çıkacak?»
Başını dertli dertli salladı:
«Doğru.. Ne çıkacak? Hiç..»
O da, ben de gözlerimizi kediye dikmiştik. Pembe karnı ağır ağır inip kalkıyordu.
Uzun bir susuştan sonra :
«Şu kedi bile bizim gibi insanlardan mesut!» dedi.
«Niçin?» demek istiyerek baktım.
«Böyle uyuz bir kedi olmayı insan oimıya tercih ederdim!» dedi. «Herhangi bir çöplükten karnımı doyurabilir, istediğim duvarın dibinde uykuya dalabilirdim.»
Bir cevap bekliyerek yüzüme baktı.
«… Günlerden beri mideme hemen hemen bir şey girmedi» diye devam etti. «Kötü
kadın.. Evet, kötü.. Şu halime bak.. Kimse beğenmiyor beni-. Herkesin gözlerinin içine bakmaktan yoruluyorum, aldırış etmiyorlar. Her hangi bir iş, o da yok. Ölmek istiyorum. Şeytan diyor kaldır at kendini Beyazıt kulesinden! Lâkin can tatlı, olmuyor.. Pis bir cesaretsizlik.. Bir gece yatsam, bir daha da uyan-mayıversem.. Bir Ermeni karısı var, bodrumunda barınıyorum.. Bâzı düşünüyorum da, hani ölüverirsem diye, için yanıyor. Kadının başına belâ olur kalırım..»
«Niçin?»
«Kadın zaten fakir.. Evinde ölürsem şaşırır zavallı. Ölümü kimi kaldıracak? Bir ölünün kalkması için de para ister. Kokar kalırım, rahatsız ederim mahalleyi-. Halbuki insan ölünce vücudu da, ruhu gibi duman olup uçmalı! Başka memleketlerde ölüleri yakarlarmış.. Ne fena! Yanmak!Kül olmak, korkunç şey. Ama toprağınaltına
girmekten daha iyi. Kaç sefer niyet ettim, kendimi denize atayım diye, olmadı.
Sarayburnu’ndan geçerken, cup. Belki bir gün böyle yaparım ama, gündüz, günlük güneşlik bir gün, belki de bir bayram günü.. Yazsın bütün gazeteler, şan olsun memlekete! Geceleri deniz çok korkunç oluyor. Karanlık sonra.. Ölümden değil, ölmekten korkuyorum asıl! Ama sonu ne? Hiç. Herkes ölecek.. Biliyorum ama, gene de ölüm kötü şey. Ama lâzım.. Doğanlar hiç ölmese.. İnsanlar birbirlerini mi yerlerdi?»
«Sanki yemiyorlar mı?»
«Yiyorlar, doğru-. Karnım da bir ağrıyor ki..»
Ben de kendi karnımı hatırlamıştım. Cebimdeki son çeyrekle gittim bir simit alıp geldim. Kadının simide bakışları âdeta korkunçlaştı. Böldüm, yarısını uzattım, kaptı.
Kuvvetli dişleriyle bir solukta yedi, yuttu.
«Sağol!» dedi, «Allah gönlüne göre versin!»
Sonra ayağa kalktı, karışan eteğini düzeltip, ilikledi:
«Haydi!» dedi.
«Ne var?»
«Ödeşelim!»
«Neyi?»
«Simidi..»
«Yarım simide ha?»
Arkamızdaki caddeden ortalığın uyuşuk sessizliğini paslı gıcırtılarla parçalıyarak bir tramvay geçiyordu.