Araştırma-Eleştiri-İncelemeKişisel Gelişim

Jean-Claude Carriere, Umberto Eco – Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın

“Bu şunu öldürecek. Kitap binayı öldürecek. ” 1 Hugo, bu meşhur sözünü Claude Frollo’nun, Notre-Dame de Paris’nin başdiyakozunun ağzından söyleƟr. Mimari ölmeyecekƟr şüphesiz, fakat biçim değişƟren bir kültürün bayrağı olma işlevini kaybedecekƟr. “Mimariyi düşünceyle kıyasladığınızda, düşünce kitap haline gelirken bir parça kâğıt, biraz mürekkep ve bir kalem yeƫğine göre, insan zekâsının matbaa uğruna mimariyi terk etmesine nasıl şaşılır?”

Bizim “taştan Kitabı Mukaddeslerimiz” ortadan yok olmadı, fakat önce elyazması, sonra da basılı meƟnlerin üreƟminin tamamı, o “düşünen beyinlerin karınca yuvası”, o “bütün muhayyilelerin, şu alƨn rengi arıların ballarıyla üşüştükleri kovan”, Ortaçağ’ın sonunda, onları apansız, bulundukları mevkiden fena halde alaşağı eƫ. Keza, elektronik kitap basılı kitabın zararına olacak şekilde sonunda kendini kabul eƫrse de, onu evlerimizden ve alışkanlıklarımız arasından çıkarmayı başarması için pek az sebep var. “E-kitap” kitabı öldürmeyecek yani.

Gutenberg’in ve dâhiyane icadının kodekslerin 2 kullanımını; kodekslerin kullanımının da papirüs tomarları veya volumina 3 ƟcareƟni akşamdan sabaha ortadan kaldırmadığı gibi. Güncel gelişmeler ve alışkanlıklar bir arada yaşar, bizlerin en çok sevdiği şeyse olasılıklar yelpazesini genişletmekƟr. Film tabloyu öldürdü mü? Ya televizyon sinemayı?

O halde, bundan böyle dijital olan evrensel kütüphaneye tek bir ekran vasıtasıyla girişimizi sağlayan okuma sayısallaşƨrıcılarına ve donanımlarına hoş geldin diyoruz. Asıl soru, ekrandan okumanın, bugüne kadar kitapların sayfalarını çevirerek yapageldiğimiz okumaya nasıl bir değişiklik geƟreceğini bilmekte yaƨyor.

Bu yeni küçük, beyaz kitaplar sayesinde ne kazanacağız, ama öncelikle bunlar yüzünden neyi kaybedeceğiz? Yıllanmış alışkanlıkları, belki. Kitabı mihraba yerleşƟrmiş bir uygarlık çerçevesinde, onu kuşatan kutsallığı. HipermeƟnsellik kavramının kaçınılmaz olarak bozacağı, yazar ile okuru arasındaki o özel mahremiyeƟ. Kitabın simgelediği “kapanış” fikrini ve tam da bundan hareketle, besbelli ki bazı okuma âdetlerini.

Roger CharƟer’nin College de France’taki açılış dersinde belirƫği gibi, “Dijital devrim, söylemler ile onların maddiyaƨ arasında kurulmuş olan eski bağı kopararak, bizim yazıyla bağdaşƨrdığımız hareketlerin ve kavramların kökten biçimde gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. ” Bunlar bizde derin sarsınƨlar yaratacak muhtemelen, fakat üstesinden geleceğiz.

Jean-Claude Carriere ile Umberto Eco arasındaki söz alışverişinde asıl mevzubahis olan şey, elektronik kitabın büyük ölçekte (veya değil) benimsenmesinin ortaya çıkarabileceği değişimlerin ve çalkanƨların yapısı üzerinde bir karara varmak değildi. Bibliyofil olarak, eski ve nadir kitap koleksiyoncuları, incunabula 4 arayıcıları ve avcıları olarak tecrübeleri, onları kitabın, ƨpkı tekerlek gibi, muhayyilenin işleyişi bakımından aşılamaz bir çeşit mükemmellik olduğu değerlendirmesine vardırıyor daha ziyade.

Uygarlık tekerleği icat eƫğinde, tekerlek kendini biteviye tekrar etmeye mahkûmdur arƨk. Kitabın icadını ister ilk kodekslere (MS yaklaşık II. yüzyıl) ister daha eski papirüs tomarlarına dayandıralım, uğradığı değişimlerin ötesinde, kendine olağanüstü bir şekilde sadık kaldığını kanıtlamış bir gereç var karşımızda. Bu durumda kitap, müjdelenen veya korkulan teknolojik devrimlerin durduramayacağı bir çeşit “bilginin ve muhayyilenin tekerleği” gibi görünüyor. Bu iç rahatlaƨcı saptamayı yapƨğımıza göre, asıl tartışmaya girişebiliriz artık. Kitap teknolojik devrimini yapmaya hazırlanıyor.

Peki, kitap nedir? Raflarımızda, bütün dünyanın kütüphanelerinin raflarında, insanlığın kendini yazacak duruma geldiğinden beri birikƟrdiği bilgileri ve hayalleri kapsayan kitaplar nedir? Zihnin onlar aracılığıyla çıkƨğı bu serüvene dair nasıl bir imgeye sahibiz?

Bize hangi aynaları tutuyorlar? Bu üreƟmin sırf köpüğünü, etraķnda kültürel uzlaşmaların oluştuğu şaheserleri dikkate alacak olursak, unutuşun daima yok etmekle tehdit eƫklerini güvenli bir yere koymaktan ibaret olan asıl işlevlerine sadık kalabilir miyiz? Yoksa bu yazı bolluğunun da ayırıcı niteliği olan olağanüstü fukaralığı dikkate alarak, kendimize dair daha az gurur okşayıcı bir imgeyi kabullenmeli miyiz?

Kitap, arƨk çıkmış olduğumuzu zanneƫğimiz karanlıkları bize unuƩurduğu farz edilen kendimizle ilgili ilerlemelerin simgesi midir ille de? Kitapların bize sözünü eƫkleri şey tam olarak nedir? Kütüphanelerimizin sağladığı, kendi kendimizi daha açık yüreklilikle tanımaya yönelik tanıklığın mahiyeƟne dair bu endişelere, bir de bize kadar ulaşmış olan şeylere dair sorular eklenir.

Kitaplar, az ya da çok esinlenen insan dehasının yaraƴğı şeyin sadık yansıması mıdır? Bu soru ortaya aƨlır aƨlmaz, kafaları bulandırır. Onca kitabın yanıp kül olduğu ve olmaya da devam eƫği ateşleri birden haƨrlamazlık edebilir miyiz? Sanki kitaplar ve derhal simgesi haline geldikleri ifade özgürlüğü, onların kullanımını ve dağıƨmını denetlemeye, bazen de ebediyen onlara el koymaya meraklı onca sansürcüyü yaratmışçasına.

Örgütlü bir yok etme eylemi söz konusu olmadığında ise, ateş, sırf yakmak ve küle döndürmek tutkusuyla, koskoca kütüphaneleri sessizliğe gömdü; tutuşturulan odun yığınları, birbirlerini beslemesine, bu denetlenemez bolluğun bir çeşit düzene sokuşu meşrulaşƨrdığı fikrini devam eƫrir oldu.

Şu halde kitap üreƟmi tarihi, daima yeni baştan başlanan hakiki bir bibliyokost 5 tarihinden ayrılamaz. Sansür, cahillik, ahmaklık, Engizisyon, kitap yakma, ihmal, dalgınlık, yangın; bunların her biri kitapların yolunun üstüne, kimi zaman önüne geçilemeyen engeller olarak çıkacaklardı böylelikle.

Yani tüm arşivleme ve muhafaza çabaları Îlahî Komedyaların ebediyen bilinmez kalmasını asla engellemeyecekti. Kitap üzerine ve tüm o yıkıcı hamlelere rağmen bizlere ulaşan kitaplar üzerine yapılan bu değerlendirmelerden, iki fikir çıkıyor; Paris’te Jean-Claude Carriere’in konutunda ve Monte Cerignone’de Umberto Eco’nun evinde yürütülen bu dereden tepeden söyleşiler işte bu iki fikrin etraķnda şekillendi.

Kültür dediğimiz şey gerçekte uzun bir ayıklama ve eleme sürecidir. Koskoca kitap, resim, film, çizgi roman, sanat nesnesi koleksiyonları bu şekilde ya sorgu memuru taraķndan alıkondu ya alevler arasında yok olup giƫ yahut da sırf ihmal yüzünden kayboldu. Önceki yüzyılların muazzam mirasının en iyi kısmı mıydı bunlar? En kötü kısmı mı?

Yaraƨcı ifadenin filanca alanında, elimize geçen altın külçesi mi oldu, çamur mu? Eski Yunan’ın en büyük üç trajedi şairi olarak gördüğümüz Euripides’i, Sophokles’i, Aiskhylos’u hâlâ okuyoruz. Ne var ki Aristoteles, PoeƟka’sında, trajediye hasreƫği eserinde, trajedinin en ünlü temsilcilerini sayarken bu üç isimden hiçbirini zikretmiyor. Kaybetmiş olduğumuz muhafaza etmiş olduğumuzdan daha mı iyiydi, Eski Yunan Ɵyatrosunu daha mı iyi temsil ediyordu? Kafamızdaki şüpheyi kim söküp atacak?

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Sigmund Freud – Uygarlığın Huzursuzluğu

Editor

Jiddu Krishnamurti – Yeni Bir Yaşam

Editor

Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi 1 – Tamer Korugan

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası