Nietzsche ya da Bir “Tuhaf Filozof” Evet, Friedrich Nietzsche (1844-1900) dendiğinde, hemen “tuhaf” bir filozof belirir düşüncelerimizde. Tuhaflıkları çeşit çeşittir. Ama en başta “sistemsizliği” ya da belki daha iyi bir deyişle “sistem düşmanlığı” gelir. Nietzsche’nin bu yönünü belki de en iyi anlatan Stefan Zweig olmuştur. Dünyanın Fikir Mimarları başlıklı denemeler kitabında Zweig, Nietzsche üzerine kaleme aldığı nefis denemesinde sistemsizliği bu düşünürün neredeyse en önemli özelliği sayar.
Zweig’a göre, felsefe tarihinde filozofların ezici çoğunluğunun “normal” tavrı, kendilerine önce bir sistem inşa etmek, ardından da, çoğu kez hayatlarının sonuna kadar, ne üzerine düşünürlerse düşünsünler, neyi sorgularlarsa sorgulasınlar, hepsini bu sistemin çatısı altına yerleştirmek şeklindedir – ve sistem ile uyuşmazlık noktasında, sistemin ayakta kalabilmesini sağlamak uğruna düşüncenin feda edildiği de pek az rastlanır bir durum değildir.
Oysa Nietzsche’de bu durum tam tersinedir. Anarşist bir tavrı düşünce hayatının son dakikalarına kadar korumuş olan bu filozof için her zaman birincil önem taşıyan, kafasında gelişme sürecini tamamlamış olan düşüncedir. Bu düşüncenin kendisinden önce oluşturulmuş bir sisteme ters düşmesi ise, Nietzsche’ye göre o sistemin idam fermanı ile eşanlamlıdır.
Bu “tuhaflığın” nedenini Nietzsche’nin düşüncesinin olası “dağınıklığında” değil, fakat düşünceye olan “tutkunluğunda” aramak gerekir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında dünya bale tarihinde eşsiz bir yer edinmiş ve tıpkı Nietzsche gibi sonunda iyileşmez bir akıl hastalığına yakalanmış olan Vaslav Nijinsky (1890-1950), hastalanmadan kısa süre önce yayınlanan güncesinin bir notunda şöyle der: “Benim deliliğim, insanlığa olan sevgimdi…”
Eğer Nietzsche böyle bir günce tutsaydı, kanımca büyük bir olasılıkla buna çok benzer bir söylem kullanabilirdi: “Benim deliliğim, düşünmeye olan tutkumdur…” Nietzsche için “düşünülmeye başlanmış” bir düşüncenin son bulması diye bir durum neredeyse olanaksızdır; bir kez düşünmeye başladıktan sonra ne kadar yetkin düzeye vardırmış olursa olsun, o düşünceyi düşünmeyi “sürdürür”.
Bu savın haklılığını kanıtlayan en güçlü eserlerinden biri, aynı zamanda hastalanmadan önce tamamladığı son metin olan Dionysos Dithyrambosları’dır. Bu dithyramboslar daha önce tamamlanmış olan İşte Böyle Dedi Zerdüşt’te ele alınmış olan düşüncelerin bir anlamda devamı ve eleştirisi niteliğindedir.
Nietzsche’nin “sistem kurma” karşısındaki duyarlılığının bir başka ve önemli nedeni, kendisinin de bir başka “tuhaflığı” da, “yerleşik” ya da “kök salmış” diye nitelendirilebilecek her türlü düşünceye, dogmaya ve düzene içgüdüsel olarak karşı tutum alışıdır.
Arizona Devlet Üniversitesi’nde dilbilim profesörü olarak görev yapan ve Nietzsche ile “Zerdüşt” konusunda Friedrich Nietzsche’nin Dionysos Dithyramboslarında Zerdüşt Figürü başlıklı çok önemli bir inceleme kaleme almış olan Robert Mailhammer, Nietzsche’nin bu “içgüdüsel karşı tutumunu” özellikle vurgular ve incelemesinde bu tutumun izdüşümlerini irdeler. İşte Böyle Dedi Zerdüşt (Also sprach Zarathustra) 1883-1885 yılları arasında kaleme alınmıştır. [1]
Yazarının başlangıçta “Zerdüşt”ün bir bölümü olarak düşündüğü Dionysos Dithyrambosları ise daha sonra, 1888’de bağımsız olarak yayınlanmıştır. Ancak İşte Böyle Dedi Zerdüşt ile bağlantıları çok açıktır; Zerdüşt’ün kendisi dokuz dithyrambosun beşinde figür olarak ortaya çıkar; üç şiir ile bir düzyazı bölümü ise, çok ufak değişikliklerle, doğrudan İşte Böyle Dedi Zerdüşt’ten alınmadır.
Öte yandan dithyramboslardaki Zerdüşt, dört bölümlük İşte Böyle Dedi Zerdüşt’teki Zerdüşt’ten ilk bakışta daha bulanık ve daha sorunludur. Bunun temel nedeni, Nietzsche’nin dithyramboslarda bir anlamda Zerdüşt’ün eleştirisini yapma girişiminde bulunmuş olmasıdır. Bu tutum, özellikle son dithyramboslarda çok belirgindir.
Dionysos Dithyrambosları’na ait bu önsözü, Prof. Dr. Robert Mailhammer’in biraz yukarıda atıfta bulunduğum incelemesinin son satırları ile noktalamayı uygun buluyorum: “(Dithyramboslarda) Zerdüşt figürü çeşitli açılardan sergilenir. Bir defa, bir yandan tekbaşınalığından ötürü acı çeken, fakat daha sonra, bilgiye ulaşabilmek için o tekbaşınalığı arayan Zerdüşt vardır.
Bunun yanında, ‘Güneş Batıyor’ ve ‘Ün ve Sonsuzluk’ başlıklı bölümlerde, üstelik çeşitli açılardan eşzamanlı olmak üzere, rahatlamış, mutlu bir Zerdüşt’le karşılaşırız. Bir başka yerde, ‘kutsal öfke’yi bir lanet olarak yüksek sesle dile getiren, ama sonra sevgisi ile, yani sonsuz gereklilik ile karşılaşınca yatışan bilgenin kuluçkaya yatmış varoluşunu izleriz. Zerdüşt, bilgeliği ile yalnız başına ve yalnızlık içersinde sevgiye susamış olarak dağda oturduğu için eleştirilir.
Hakikati, karşısına çıkar ve ona suçlamalar yöneltir. Bu noktada durumların birbirini kronolojik olarak izlemesi saptanabilir, fakat gerçekte oluşan, bir dönencedir, çünkü Zerdüşt acıdan sevince yol alır; ama bunun sonunda yine acı deneyimini yaşayacaktır. ‘En Zengin Olanın Yoksulluğu’ başlıklı bölümün girişi aşırı ölçüde ‘Yırtıcı Kuşlar Arasında’yı çağrıştırır. Ve tam bu noktada, yani Zerdüşt’ün Hakikat’inin Zerdüşt ile konuştuğu yerde, dönencede bir kırılma meydana gelir, başka deyişle ortaya bir çözüm çıkar.
– Bence burada Hakikat’in tavsiyeleri bağlamında önemli olan, Zerdüşt’ten bu tavsiyelere toplum için değil, fakat kendi amacını gerçekleştirmesi için uymasının talep edilmesidir. Çünkü aksi takdirde, kendi kendisi yüzünden yıkıma sürüklenmek gibi bir yazgı ile karşılaşacaktır; bu durum daha önce, ‘Yırtıcı Kuşlar Arasında’ başlıklı bölümde sergilenmiştir. Zerdüşt’ün yazgısı, bir düşünürün veya filozofun yazgısı değildir.
Onun büyük bilgeliği sadece imgelerle, benzetmelerle dile getirilebilir, Zerdüşt’ü şair kılan da tam budur. Başka deyişle ‘İşte Böyle Dedi Zerdüşt’te yalnızca ima edilmiş olan olgu, yani ‘Hakikatin hakikat olarak ortaya çıkarılışı’ paradoksu Dithyramboslarda çok net bir görünüm kazanır. Nietzsche’nin gerçek büyüklüğü de kendini burada gösterir, çünkü burada Nietzsche, vaaz yoluyla ilan ettiği şeyin yalnızca bir bakış açısı olduğunu itiraf eder.
Zerdüşt’ün kendisi bir şiirden doğmadır ve kendisi de bir şairdir, ama öte yandan bunların hepsi yalnızca Nietzsche, yani şair tarafından yaratılmıştır. Böylece her öğretinin gelişigüzelliği ve binanın tamamının yıkılması istenmiyorsa eğer, inanılması gereken sabit bir noktadan bağımlılığı ortaya çıkar. ‘Üstün İnsan’ ile ‘Aynı’nın Sonrasız Geri Dönüşü’, yalnızca bu türden sabit noktalar niteliğindedir. İşte bu yüzdendir ki, Nietzsche’nin hakiki öğretisi, ancak ‘ne isen, o ol ve yaşa!’ olabilir…”