Dünya nasıl bir yer sana göre?
“Çok tehlikeli bir yer. Yani her an başınızın derde girebileceği bir yer. Mümkün olduğu kadar az yara bere alarak hayatta kalmak gerektiğini düşünüyorum ben.”
Gelecekten umutlu musun? Bir gün bu ülkede devrim yapılacağına inanıyor musun?
“Gelecekten çok umutluyum. Devrim olacağına kesinlikle inanıyorum. Türkiye’de bunu yapacak güç var ve biz bunu yaratabiliriz. Bu kendi kendine olacak bir şey değil, örgütlemeyle, mücadeleyle, çoğalmayla gerçekleşebilir ancak. Yani siyasi mücadeleyle.”
On iki genç insan, on iki farklı bakış açışı. Bu kitabı oluşturmak için gençlerle konuşan Jale Sancak, “Birer genç insan olarak onların hayata, geleceğe nasıl baktıklarını, beklentilerini, umutlarını, umutsuzluklarını, gençliklerini nasıl yaşadıklarını görebilmek için gerçekleştirdim kitapta yer alan söyleşileri,” diyor. “Çok sesliliği, farklı düşünce biçimlerini bir arada aktarabilmek için aynı biçimde yaşayan ya da düşünenleri değil, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik anlamda birbirlerine benzemeyenleri özellikle seçtim. Biri solcuydu, diğeri sağcı. Bir diğeri ise apolitik. Aile içi şiddete maruz kalmış olanıyla yetimhanede kalanı, uyuşturucu bağımlısıyla uyuşturucu karşıtı, modern görüşlüyle gelenekçi olanı bu kitapta bir araya geldiler. Kiminin neşesini hiçbir şey bozamazdı. Genç olmanın yanı sıra bir ortak noktaları da gençlik çağının salt mutlulukla, eğlenceyle yaşanmadığı düşüncesiydi. Hiçbiri sorunsuz değildi.”
****
“KARA FİLM YAPMAK İSTİYORUM”
Egemen Sancak
(23 yaşında, öğrenci)
– Egemenciğim, bu ana-oğul söyleşisi iyi bir söyleşi olacak mı bakalım, sen ne dersin?
Ben de bilmiyorum doğrusu.
– Önce çocukluk döneminden başlayalım, sence nasıldı çocukluğun?
Eğlenceliydi. Çok eğlenceliydi. Bahçede büyüdüğüm için…
– Mesela neler yapardın?
Bir sürü arkadaşım vardı. Bütün gün bahçede oyun oynardık. Sonra basketbol oynardım. Hiç sıkıcı geçmedi. İyiydi.
– Hareketli ama sakin ve uslu bir çocuktun. Bizi yemek yemenin dışında pek üzmezdin. Ortaokul sıralarında Mısır uygarlığına merak salmıştın. Bir ara arkeolog olmak istemiştin hatta. Liseye giderken gitar dersleri almaya başladın. Arkasından küpe taktın, sonra saçların mohawk oldu, sarıdan pembeye birçok renge boyadın saçlarını, metal takıların oldu, yırtık pırtık, yerleri süpüren pantolonların, dövmelerin. Punk’ı benimsedin. Eve geceyarıları gelmeler falan, Kadıköy Barlar Sokağı müdavimliği… Birtakım değişimler yaşadın.
Evet. O sıralarda punk müzik dinlemeye başlamıştım. Punk sadece bir müzik değil. Punk’a nasıl baktığın önemli. Punk kelimesinin anlamı, istediğin her şeyi yapabilmek. Bütün dünyada böyle bu.
– Punk, başkaldırı üzerine kurulu bir şey değil mi?
Punk müziğinin çıkış noktası yapmacık rock ve pop müziğine karşı çıkmaktır. Milyon dolarların döndüğü, EMI gibi büyük şirketlerin plak bastığı sanata karşı çıkmak ve başka, alternatif bir sanat yaratmaktı. Yani müziğin değil sözlerin çok önemli olduğu bir şey yaratmaktı.
– Punk’ta düzen eleştirisi var mıdır?
Tabii ki, vardır. Ciddi bir muhalefet vardır.
– Sen punk olmayı seçerken bütün bunların bilincinde miydin, yoksa başlangıçta sadece bir özenti miydi?
Başlangıçta da bilincindeydim. Beni rahatsız eden, insanların klasik bir ahlak anlayışı olmasıydı. Zaten punk’ın dayandığı iki nokta, nihilizim ve anarşizmdir. Nihilist olma noktasıydı. Saçının başının, giyiminin ne olduğunun çok önemli sayılmadığı bir dünyada yaşamalıyız ama öyle bir toplumda yaşamıyoruz biz. Benimki, kuralların bana ne kadar saçma geldiğini göstermekti.
– Punk felsefesini nasıl, kim aracılığıyla keşfettin?
Arkadaşlarım vardı. Dinlediğim müzik grupları vardı, ama daha çok arkadaşlarımla konuşa konuşa oldu. Mesela barlar sokağında dövmeci Kadir vardır, onunla konuşmak çok yararlıdır, o ciddi bir anarşisttir. Ben anarşist değilim, ama anarşist felsefe konusunda ondan öğrendiğim çok şey var.
– Egemen, o dönemde birçok insana kışkırtıcı ve ilginç gelebilecek bir görünümün vardı. Beni bu yüzden hayli korkutmuştun. Başına bir şey gelecek diye çok endişeleniyordum. Çünkü kalabalığın içinde çok farklı duruyordun, hemen dikkati çekiyordun.
O dönemde öyleydi. Dünyadaki bütün punk’lar böyle giyinecek diye bir şey yok. Ben hâlâ punk dinliyorum ama şu anda mesleki açıdan bazı şeyler zorluyor, farklı şekilde giyinmem gerekiyor. Biliyorsun işte, şimdi saçım hiçbir zaman üç numarayı geçmiyor. Bunun bir anlamı var. Dünyada skinhead’ler yani dazlaklar diye bir grup var. Bunlar üçe ayrılıyorlar. Bir Nazi, bir komünist, bir de anti-faşist olanları var. Ben anti-faşistim. Hatta bunu vurgulayan dövmem de var biliyorsun. Bu üç numara saçın anlamı da bütün baskıcı rejimlere karşı çıkmak.
– Şu anda altı tane dövmen var ve artık bundan sonra bir tane daha yaptırmıyorsun Egemen! Bu bir emirdir! Haberin olsun. Buradan duyurulur! Gülme öyle!
Tabii, tabii.
– Dövme yaptırmanın faşizm karşıtı olmanla bir ilgisi var mı?
Hayır, bunun nedeni farklı. Bu vücudu süslemek aslında. Kadınların makyaj yapması gibi bir şey. Bu çok eski ve şaman geleneğinden geliyor. Bugün artık eskisi gibi yapılmıyor, makineler, boyalar, renkler var. Dövmeyle bedenini süslüyorsun.
– Daha çok estetik açıdan hoşuna gidiyor o zaman.
Evet.
– Bir de bu bütün dünyada moda haline geldi değil mi?
Olabilir. Benimkinin bununla ilgisi yok. Zaten moda diye yaptıranlar gül, diken, akrep, yıldız, işte saçmasapan bir sürü şey yaptırıyorlar. Bunun bir anlamı yok. Dövmenin bir anlamı olmalı. Bana özel olmalı. Hayatımda bir şey ifade etmek zorunda değil ama benim sevdiğim bir şey olmalı. Başkasının taşımaması gerek.
– Bana göre dinlediğin müzik, giyim tarzın, böyle bir şeye kapılıp gidişin doğaldı. Çünkü hemen herkes gençlik döneminde ilgi çekici ya da baskın olan düşünce akımlarının, tarzların ya da kimi kitle hareketlerinin etkisi altında kalır ve peşinden gider. Buna ergenlik döneminin çalkantılarını da eklersek… Belki biraz da herkesten farklı olma, başka türlü olma isteği vardır bu davranış biçimlerinin içinde, ne dersin?
Evet, kendini farklı hissetme, tek hissetme isteği falan vardır.
– Bir yandan da ergenlik döneminin açmazları var değil mi? Herkese, her şeye karşısın, başkaldırı isteğiyle dolusun. Henüz kim olduğunu, nereye gideceğini bilmiyorsun. Epeyce zordur.
Benim için daha da zordu. Türkiye gibi bir ülkede alışılmamış, kabul edilmemiş bir biçimde dolaşmak kolay değildi. Kaç defa bıçaklı saldırıya uğrayıp, taşlı, sopalı kavgalara girdik. Hayatta kalmanın ilk ana kurallarından birini orada öğreniyorsun zaten.
– Çatıştığınız gruplar hangileriydi?
Solcu gruplar, sağcı gruplar, başkaları; aslında bizim gibi düşünmeyen herkes.
– Oturduğumuz semtte, kendini ülkücü olarak adlandıran gençlerin saldırısına uğramıştın. Ben ocağı basmaya niyetlenmiştim. Hatırladığım kadarıyla metalcilerle, rocker’larla da ters düştüğünüz oluyordu…
Evet, onlar da punk’ları pek sevmezler. Onlarla anlaşmak zordur. Kimileri mezar hikâyelerine, ortaçağa, vampir hikâyelerine dönüktür. Durmadan bundan söz ederler. İçlerinde punk’a en yakın grup rap’çilerdir. Ben severim onları. Söyleyeceklerini direkt söylüyorlar, kıvırayım gibi bir dertleri yok. Bu iyi bir şey.
– Mezar hikâyelerine dönük olduklarını söyledin ya, öyleyse sana göre genç insanlar daha çok yaşama dönük olmalı.
Tabii. Mesela ben hiçbir zaman ölümü, intiharı düşünmedim. Niye ölümü düşüneyim, yirmi üç yaşındayım ben. Düşünecek başka bir sürü şeyim var. Onlarla ilgileniyorum. Hedeflerim, amaçlarım var.
– Punk, rock, metal müzik dinleyen gençler uyuşturucu kullanır diye genel bir kanı vardır, buna ne diyorsun?
Yok öyle bir şey… Evet, uyuşturucu kullananlar da var, hatta ağır uyuşturucu kullananlar da var, hap kullananlar… Ama bu herkes içiyor ya da içecek anlamına gelmez. İçki daha çok içilir. Ayrıca siyasi gruplar içinde uyuşturucu kullananlar da var. Bunu belli bir kesime mal edemezsiniz.
– Sen ne düşünüyorsun uyuşturucuyla ilgili?
Uyuşturucu çok riskli bir şey. Benim savunduğum her şeyi yok ediyor. Özellikle kimyasal olanları. Bir kere düşünmeyi engelliyor. Hayatımda böyle birinin olmasını istemem. Olursa da çok fazla görüşmemeyi tercih ediyorum. Aslında başlamak hata. Problem burada başlıyor. Bu duruma türlü gerekçeler buluyorlar.
– Sorunlar, dertler… ya da bir şeye tutunma ihtiyacı, ait olma, orada var olma isteği gibi mi?
Ben bunların hiçbirine inanmıyorum. O kadar seçeneksiz bir dünyada yaşamıyoruz. Belki hiçbir seçeneğimiz kalmasaydı tamamdı, ama bir sürü seçeneği var insanın. Özellikle bu çağda, İstanbul gibi bir yerde, çok da para harcamadan yapılacak sürüyle şey var. Bu yüzden uyuşturucuya, hapa bu kadar para harcamaya gerek yok. Hiçbir şey yapamıyorlarsa, bir köşede durup insanlarla muhabbet etsinler, konuşsunlar, anlamaya çalışsınlar.
– Egemenciğim, bu biraz da kişinin psikolojik durumuyla, belki de hayata nasıl baktığıyla da ilgili olmalı sanırım.
Tabii. Ben şimdi uyuşturucu bağımlısı bir gencin başından geçenleri anlatan, uyuşturucu karşıtı bir film çekmeyi düşünüyorum. Senaryoyu yazarken şunu düşündüm, uyuşturucu satan birisi bunun içildiğinde mutluluk vereceğini söyleyebilir, ama etkisi geçince ne olacağını söyleyemez. Kısa bir mutluluk için değmez, bence başka bir şey yapsınlar.
– Peki aileler çocuklarına nasıl davranmalı sence?
Bizim toplumumuzda şöyle bir hata var, geleneklerimize, göreneklerimize çok bağlıyız sözde. Bu büyük bir yalan. İnsanların yapamadığı şeyleri söylemesi gibi. Önce çocuklarımıza sorumluluk vermeyi öğrenmeliyiz. Sorumlulukları olan çocuklar da uyuşturucuya ilgi duymaz. Sorumluluk vermek otur ders çalış, sınıfını geç, git ekmek al, para kazan demek değil. Aile zenginse spora, gitar kursuna, bale kursuna göndermek değil. Bizde bunlar sorumluluk sanılıyor. Oysa çocuğu ilgi alanlarına göre yetiştirmek, ona saygı duymak, birey olmasını sağlamak gerekir.
– Şimdi tam da burada, yeri gelmişken soralım efendim, biz sana nasıl bir anne-baba olduk Egemenciğim? Eleştiri ve atış serbesttir.
Yok canım, iyiydi, rahattı. Şimdi de öyle. Bir problem yaşamadım sizle. Arkadaş gibi olduğumuz için.
– Zaman zaman çatıştık, tartıştığımız oldu, bu ister istemez oluyor…
Evet, ama bizim tartışmalarımız farklı oldu. Mesela babamla ideolojik tartışmalarımız oldu. Ya da insanlar, ilişkiler üzerine. Seninle sanat üzerine oldu. Ben hep söylüyorum, benim ailemin en iyi tarafı telefonlarında ismimin, oğlum ya da benzeri başka bir şey olarak değil Egemen olarak geçmesi. Bu beni birey yerine koymaktır. Beni küçüklüğümden beri birey yerine koydunuz, söz hakkım oldu, beni dinlediniz. Bu çok ideal bir şeydi.
– Fazla dayatmacı olmamaya çalıştık sanırım.
Evet, öyle bir şansım oldu. Deneyip görmek gibi. Denemeden, başkalarının deneyimleriyle bilgi sahibi olmak değil, yaşayıp anlamak gibi.
– Türk toplumunun ve ailelerin gençlere karşı tutumlarını nasıl buluyorsun?
Çocuklar acayip korkuyla büyüyorlar. Bu ciddi bir problem yaratıyor. Çoğu ben oturup babamla şunu konuşamam, anneme bunu anlatamam diyor. Çok yakın bir arkadaşımın babasıyla doğru düzgün bir ilişkisi yok. Ben bazen acaba bu çocuk üvey evlat mı diye kuşkulanmıştım. Bir baba-oğul ilişkisi bu kadar soğuk olamaz. Bir sabah, babam benimle ilk defa konuştu diye gelip anlatmıştı bana. Bu kadar da olmamalı. Bizim toplumda zannediliyor ki çocuğun her türlü maddi ihtiyacı karşılandığı zaman ailesi tarafından bütün problemleri çözülmüş olacak.
– Bir anne-baba çocuğuna daha başka neler vermeli?
Öncelikle birey olmayı öğretmeliler. Bu kolay bir şey değil ama sadece oğulları, kızları gibi davranmamalılar. Bir başkası gibi görmeliler, bir insan gibi. Bu yapılmayınca ortaya kendine ait düşünceleri olmayan, kişiliksiz, korkak insanlar çıkıyor. Ya da arkadaş gazıyla her türlü şeyi yapabilen, uyuşturucu kullanan, belki banka bile soyabilen ya da arkadaşım uğruna ölürüm deyip adam bıçaklayan birileri haline geliyorlar. Ben filmde buna da değiniyorum. Mesela bir katil, dışardan bakıldığında çok kötü biri. Kiralık katil üstelik. Ama bunun nedenleri var.
– Sorguluyor ve anlamaya çalışıyorsun yani?
Evet. Ayrıca bir kiralık katilden çok daha kötü insanlar var. Binlercesiyle karşılaşıyoruz. Her şeye göz yumanlar, kara para aklayanlar, başkasının emeğini çalıp çok yüksek yerlere gelenler, kötü politikacılar… Ama onlar kötü sayılmıyorlar. Çifte standart var. Dünyanın her yerinde bu böyle.
– Senin hayatında paranın yeri nedir?
Vallahi çok da önemli değil aslında. Yaşayabileceğim kadar olsun yeter. Zengin olup olmamak umurumda değil.
– Bilmiyormuş gibi sorayım, okulu bitirdiğinde yaşayabilecek kadar para kazanmak için yaptığın planlar nedir?
Başka bir şans bırakmadıkları için reklam yönetmenliği. Oyunculuktan para kazanma şansı pek fazla yok.
– Sahi bunu da sormak istiyordum, Haliç Üniversitesi’nde tiyatro eğitimi alıyorsun, oyunculuk okuyorsun, ama bir film çektin ve yönetmen olmak istiyorsun, neden?
Tiyatroyu, oyunculuğu bilmem gerektiği için seçtim ama aslında o zaman da yönetmen olmayı düşünüyordum. Oyunculukta bir karakter yaratmak, yönetmenlikte de bir dünya yaratmak var. Yani yazarın da yapamadığı şeyi yapmak, yazılanı görsel bir hale getirme durumu var. Şöyle de denilebilir, elinde yağ var, şeker var, un var, işte onları bir araya getirip bir şey yaratıyorsun. Ben bunu yapmak istiyorum ve bu noktada oyunculuğu çok iyi bilmek gerekiyor.
– Okula girerken böyle bir düşüncen olduğunu bilmiyordum doğrusu.
Bu benimle Kaya arasında bir sırdı. Kaya, Mimar Sinan’da tiyatro okuyan ve beni sınavlara hazırlayan arkadaşım biliyorsun. O zaman fark ettiğim bir şeydi diyebilirim. Yönetmenliğe daha yatkınım. Bir şeyi yönetmek daha iyi geliyor bana. Özellikle kamera arkasında olmak, her şeyi belirlemek, kostümden dekora, ışıktan oyuncuya kadar.
– Peki hin bir soru, bu noktada iktidar olma isteği var mı sence?
Var tabii.
– İktidar çok önemli bir şey mi senin için?
Değil. İktidar olmak benim için önemli değil ama iktidar olma isteğini reddedemezsin. Hepimizde var bu. Yönetmenlik benim için biraz da şu aslında, yaratıcı olmak, tanrısal bir şey yapmak.
– Yaratıcı olanlar ya da olmak isteyen insanlar, bir tür tanrı olma oyunu oynuyorlar öyle mi?
Tabii. Ego tatmini, tamamen öyle.
– Peki sevgili oğlum, senin egon yüksek midir?
Yüksektir.
– Zararlı mıdır peki?
Benim için değil. Çünkü rakibinin kim olduğunu belirlemekle alakalı bu. Başkasını değil de rakip olarak kendini seçersen zarar vermez. Başka birinin üzerinde denemek yerine, egonun kendi içinde yükselmesi ya da azalması daha iyi.
– Bir senaryo yazdın Egemen, sonra bunu filme çektin. Yazmanın da sana keyif veren bir yanı var öyleyse.
Var. Yazarsam o dünyayı daha iyi görebiliyorum. O yüzden önce onun iskeletini oluşturuyorum. Böyle daha keyifli geliyor bana.
– Bu her zaman böyle mi olacak, hem yazıp hem yöneteceksin?
Hayır, başka birinin yazdığı şeyi de çekebilirim. Eğer onu beğenirsem, beni etkilerse çekebilirim. Yakın bulmam gerek.
– Sinemada nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsun?
Öncelikle kara film yapmak istiyorum.
– Nedir kara film?
Dünyada bağımsız film diye de geçiyor. İçinde çok fazla şiddet barındıran, ama bunun iyi bir şey değil, kötü bir şey olduğunu gösteren bir tarz. Daha gerçek hayattan, üçüncü sayfa haberlerinden, sokakta yaşanan şeylerden alınan konular daha çok. Yalandan bir dünyanın yaratılmadığı bir şey.
– Burada amacın gerçekleri aktarmak ve eleştirel biçimde bakmak mı?
Evet. Yönetmen ya da oyuncunun mutlaka bir dünya görüşü, bir derdi olmalıdır zaten. Bir bakış açısı olmalıdır. Bu derdi orada anlatır. Ben ilk filmimde bir tecavüzü ve sonuçlarını anlattım mesela.
– İnsanı yaralayan şeyleri mi anlatmayı yeğliyorsun daha çok?
Evet, göstermek, beni rahatsız eden şeyleri göstermek. Başka-larını da rahatsız etmek.
– İnsan sana göre nasıl bir varlıktır Egemen?
Zor bir soru. Günümüze göre cevaplarsak, günümüzde yaşayan insanlar için söylemek gerekirse, düşündüğünü zanneden ama düşünmeden yaşayan varlıklar diyebiliriz. Pek çok şeyin farkına vardıklarını sanmıyorum.
– Bütün bunların bir nedeni yok mudur sence?
Tabii var. Modern yaşam ya da medeniyet insan olmayı getirmiyor çünkü. Medeniyetin getirdiği şey kapitalizm. Kapitalizm de insanların düşünmesini engelliyor. Aynı elektronik müzik gibi. Elektronik müzik insanların duygularını tatmin etmiyor, duygularını sömürüyor bence. Porno filmlerin, çocuk pornosunun bu kadar artmasının nedeni de bu. İnsanların cinselliklerini sömürerek milyonlarca dolar kazanıyorlar. Uyuşturucu da aynı şekilde. Çok ciddi paralar kazanıyorlar bu işlerden. İnsanların düşünmesini engelleyerek zarar veriyorlar onlara. Dünyada mafyanın da bu kadar büyük pay almasının nedeni kapitalizmdir aslında. Bütün dünyada devlet kurumlarının buna çok rahat izin veriyor olmasıdır. Uyuşturucu, kadın satışı, silah pazarlarına devletin göz yumduğu söyleniyor.
– Düşünmek ve eleştirel bakış açısı insanı ne kadar dönüştürebilir Egemen?
Söyleyince garip geliyor ama mesela benim bölümümde okuyan, tiyatro okuyan insanlar, giydiğim her şey gerçek markadır diyorsa, üstündeki şey bu kadar önemliyse, bunların ne kadar düşündüğü bellidir işte.
– Marka düşkünlüğü yani…
Marka düşkünlüğü değil sadece, insanların her şeyi etiketlendirmesi rahatsız edici. Giydiğin şey sanat eseri değil ki. Kıçına giydiğin şey Luc Besson’un ya da Stanley Kubric’in bir filmi değil, sonunda bir kumaş parçası, kimin yaptığı önemli değil, giyip atacaksın bir süre sonra.
– Sence insan için gerçek değerler ne olmalı Egemenciğim?
İnsan ilişkileri olmalı. Çok klasik gelecek ama biriyle kahve içip muhabbet ederken ne konuşabileceğin önemli benim için. Ne paylaşabileceğin. Kafasının çalışıp çalışmadığı. Ahlaki değerleri. Klasik ahlak değil tabii, bir şeye inanıyor olması ahlaklı olduğunu gösterir. Hani Tanrı olur, sanat olur, bir felsefe, başka bir şey olur, ismini koymak çok önemli değil. Birisi bir şeye inanıyorsa mutlaka ahlaki değerleri de vardır. Benim çevremdeki insanların, arkadaşlarımın çoğu böyledir.
– Arkadaşlarını böyle insanlardan seçiyorsun.
Evet. Bu benim için önemli bir şey.
– Okuldaki duruma dönelim tekrar, memnun musun aldığın eğitimden?
Okulda hocalarımız bize burası sizin atölyeniz, istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz diyorlar, ama sonuçta not almak diye bir şey var, iş not almaya gelince hiçbir şey deneme şansınız yok. Farklı bir şey denerseniz doğrudan kalırsınız. Ben özel bir üniversitede okuyorum, kaldığım ders başı üçyüz milyon, ben orayı eğer atölye gibi kullanırsam her sene yeniden on milyar vermemiz gerekir. Riske atmamak için de hiçbir şey deneyemiyorum. Okula girmeden önce daha yetenekli olduğumu düşünüyordum. Okula girdikten sonra köreldim. Sahnede kendine olan güvenini kaybettiriyorlar. Kendine güvenmeden, makine gibi oynuyorsun.
– Bunu aşmak için yeterince çaba gösterdiğine inanıyor musun peki?
Bunu aşmak için okulda değil, ancak dışarıda bir şey yapabilirsin. Okulda hiçbir şey yapamazsın. Bazı hocalar artık ne yapacağınıza karar verin diyorlar, ben yönetmen olacağım, bana yardım eder misiniz dediğimde ise, tamam ben bazı yönetmenlere telefon açarım ama onlar daha çok genç hatunları yanlarında çalıştırırlar gibi laflar edebiliyorlar. Özünde çok iyi insan olsa bile benim için kötü bir hoca. Ben onun oyununu izlediğimde, bana söylediği şeyleri göremiyorsam, dürüst bulmuyorsam benim için anlamı yoktur.
– Film ve reklam yönetmeni olmak istediğini söylemiştin, bu hedefe ulaşmak için parayı bir kenara itip özveriyle çalışabilir misin Egemen?
Tabii ki. Zaten bunun için dekoru, kostümü, ışığı, kamera arkasını, yani her şeyi bilmek, öğrenmek gerekiyor. Her şekilde çalışmak gerekiyor. Bu bir süreç. O yüzden her alanda asistan olarak çalışabilirim.
– İkinci klasik sorumuzu soracağım, genç olmak nasıl bir şey sana göre?
Yorucu. Gençlere genç oldukları hissettirilmiyor. Yüklenen sorumluluklarla mı boğuşacağız, genç gibi mi yaşayacağız? Çok fazla palavra dönüyor bu konuda. Çok çelişkili konuşuluyor.
– Genç olduğunuz için ciddiye alınmadığınızı, önemsenmediğinizi düşünüyor musun zaman zaman?
Ciddiye alınmamak değil de, deneyimsiz olduğumuz yönünde bazı tavırlarla karşılaşıyoruz. Oysa bize şans verilmezse tabii deneyimsiz oluruz. Ben kamera asistanlığı yapacak olsam, yönetmen kamerayı vermeden sen burada dur derse, ben o deneyimi hiçbir zaman kazanamam. Bize güvenmeleri gerek. Bize şans vermeleri lazım… Bir oyunculuk başvurusunda ya da asistanlık başvurusunda kamera deneyimin var mı diye soruyorlar, hayır yok diyorsun, o sana sağlanmamışsa nerden olacak? O zaman sağla bana. Yoksa nasıl öğreneceğiz ve profesyonel olacağız?
– Evet, haklısın. Anti-faşist olmanın dışında sana yakın gelen başka bir ideoloji ya da bir felsefi düşünce var mı?
Var. Tasavvuf. İnsanın sadece ben diye bir şeyin olmadığını görme noktası. Yani ben, sen diye ayrı bir şeyin olmadığını, insanın bir bütün olduğunu, bütünden parçalara ayrıldığımızı görmek. İşte o zaman ne savaş olur, ne baskıcı rejimler olur, ne devlete ya da başka bir şeye tapınmak olur. İşte budur aslında çözüm yolu.
– Doğru ama keşke bu kadar kolay olsaydı. Egemenciğim, biraz da matrak bir söyleşi olacak diye düşünmüştüm ama hayli ciddi oldu. Bir yandan çok da keyifli! Annene vakit ayırdığın için teşekkür ederim oğlum.