Bu kitap, sorunun insan zihinde uyandırdığı olumsuz etkilere rağmen ondaki sırlı anlamları ve fırsatları görmek isteyenlere bir rehberdir. Sorun; birçok kimsenin altında kalıp ezildiği, ismi yıpranmış, insanın yüzleşmekten kaçtığı, umulmadık yer ve zamanda kapı arkasından görünen, iletişimi baltalayan gizemli bir kavramdır.
Bu kitap, sorunlarla boğuşmaktan yorulan, zihninde isyan şimşekleri çakmış ve yaşamayı anlamsız görmeye başlamış olanlara bir çıkış yolu sunuyor…
Bu kitap, karanlıkta kalanlara bir ışık hüzmesi, şakakları zonklayanlara bir iksir, bakışı zayıflayanlara bir dürbün, kendini kaybedenlere bir pusula, yaşamla kavgalılara bir ara bulucu olmak niyetiyle yazıldı…
Evet; bu kitap, olumlu ve sistemli düşünmenin kişiliğin bir unsuru olması gerektiğini ifade ediyor. Bu kitap, bu niyetlerin gerçekleşmesi için uzakları yakınlaştıran, düşünceyi güçlendiren ibretli temsillere müracaat ediyor… İnanç, sabır ve azim bu eserin en başat referansları…
Önsöz
Kendimle ve öğrencilerimle yaptığım sohbetlerin katkısıyla şekillenen bu kitabın faydalı olması ve manevi kazanım olarak geri dönmesi en büyük temennimdir. Bu kitaptaki bazı bilgilerin zihinde daha iyi pekişmesi ve kalıcı olması düşüncesiyle zaman zaman temsillere ve hikâyeciklere başvurdum. Bu temsiller ve hikâyecikler, sunmak istediğimiz bilgilerin damıtılmış hâlidir.
Bu kitapta; sorun çözme tekniklerini kendi kültürümüzün ışığında anlatmaya gayret ettim. Batı’nın kaftanı Doğuya dar gelir. Bizim öğretilerimiz hayatı oldukça net görür. Başka gözlüklere ihtiyaç yok. Doğu dünyasının soruna yaklaşım yöntemleri çok muhteşem. Sorunları gülerek karşılayacak kadar sağlam bir bakış açısı ile gerçekçi olmaktan geri durmayan bir dünyadan bahsediyorum.
Bu dünyayı anlamayı, yorumlamayı ve onunla barışık yaşamayı bilmelisiniz. Bu dünyayı anlamaktan kaçanlar kendilerine yazık ediyorlar. Bütün karanlıkları bir iğne deliği kadar aydınlığın bitirdiğini biliriz. O ışığı görebilenlere ve o ışık olanlara ne mutlu…
Yıllarca Batı’nın değerleri göklere çıkarıldı. Doğu ise unutulmaya mahkûm edildi. Değerlerin üstü örtüldü. Onlar yokmuş gibi davranıldı. Ötede bir cami mahzun mahzun o şaşaalı günlerin hasretini çekti. Beride bir şaheser gözleri yaşlı, o heybetli günlerin hayalini kurdu. Maddi kültür unsurları bu hâldeyken, bir de zihinler dayatıldı. Zihinler daraldı. Zihinler inledi. Zihinler bütün olup biteni kavrayamadı…
Bireysel gelişim alanı son zamanlarda aldı başını gitti. Ancak bu gidişin rotası, çoğunlukla kültürümüze zıt çizildi. Kaderin payı küçümsendi, gizli bir planın işleyişinden bahsedilmedi. İnançların muhteşem gücü o reçetede olmadı. Samimiyet, fedakârlık, vefa, yardımseverlik gibi bizim kültürümüzün temel taşlan olan bu yüce değerler, bireysel gelişimin sözlüğünde yer almadı. Gelişim, saadeti garanti edip bizleri insanlığa yükselttiği ölçüde faydalıdır. Kendi değerlerini garipseyip yadırgama hastalığından kurtulmamız gerek…
Kendini düşünmeyi, kendini beğenmişliği ve yapmacık tebessümlerle yapmacık kelimeleri, bir değer olarak insanlığa sunan Batı yapımı gelişimin insanlara zarar verdiğini düşünüyorum.
Bu toprakların insanı gelişmelidir. Ancak bu gelişme tek dişli canavarın hayal bile etmekte zorlanacağı bir dünyanın kültürüyle paralel olmalıdır. Yabancı kültürlerin çer çöpüyle dolu bir zihin, onlar tarafından kullanılır. O rotaya girer. Zihin ve düşünce ufkumuzu Batı’nın, pozitivizmin verileri ile doldurmamalıyız. Yani; inancın, sevginin, saygının, dürüstlüğün, Çalışkanlığın, fedakârlığın, vefanın, yürektenliğin ve gözyaşının olduğu bir dünyada gelişmeyi hayal ediyorum… Hayallerdeki insani davranışlarıyla dünyaya ders verenlerin hayatından bir kesit sunalım:
Fişeklerin yağdığı bir sırada bir asker vuruluyor Vurulan askerin arkadaşı gözyaşlarına boğuluyor. Siperden dışarı çıkmak için izin istiyor. Komutan bir asker daha kaybetmemek düşüncesiyle, Arkadaşımız muhtemelen şehit oldu. İstersen gitme” diyor. Ancak asker, “Müsaadenizle gideyim” diyor.
Müsaade ediliyor. Asker fişekler arasında gidiyor. Arkadaşını sırtlıyor ve sipere getiriyor. Gelirken yaralı olan asker siperde şehit oluyor. Komutanın gözleri doluyor. Askere soruyor; “Şehit arkadaşımızı getirirken senin kulağına bir şey fısıldadı. Ne dedi?” Vefalı ve fedakâr asker gözleri dolu dolu şu cevabı veriyor:
Yolda, onu sırtlamış getirirken yüzüme baktı. Hafif bir tebessümle, “Geleceğini biliyordum”dedi…
Budur bahsettiğim davranış modeli…
Nasıl Okunmalı?
• Bu kitabın bölümleri birbiriyle hem bir bütün hem de ayrı bir özelliğe sahiptir. İsterseniz herhangi bir bölümü okuyun. İsterseniz baştan başlayıp sona gidin. İsterseniz son bölümden başlayıp başa doğru gidin. Önemli olan, kitabı düşünerek okumanızdır.
• Bu kitabı hızlı okumamanız önerilir.
• Bu kitap bir kere okunup bir köşeye atılacak bir kitap değildir.
• Kitabın ayda bir kere okunması, sorunlara bakış açısı ve çözüm yöntemlerini refleks hâline getirecektir.
• Bu kitabı, zihninizin açık olduğu zamanlarda okumanız önerilir.
• Bu kitabı okuduğunuzda ruhen bir rahatlık hissediyorsanız, kitap gayesine ulaşmış demektir.
Giriş
Kişisel gelişimi allı pullu göstermeye gerek yok… Bu kitapla; zihnimizde varolan kişisel gelişim bilgilerini kendi kültürümüzün süzgecinden geçirmeye gayret edeceğiz. Yani zihnimizi şekillendiren Batı kokan iletişim ve gelişim konularını filtreye tabi tutacağız. Eğer bunu yapmazsak zihnimizde yer eden bilgiler bizi yönlendirmeye ve sorunlar karşısında o bilgilere göre hüküm vermeye başlarız.
Batı reçeteleri onların hastalıklarına göre yazılmıştır. Bizim hastalıklarımız farklıdır. Dünyaya bakışımız farklıdır. Yani sosyal bünye farklıdır. Bizim reçetemiz de farklı olmalı… Başka kültürlerden alacağımız bilgileri tenkit ve kritize kapısından geçirmeden almak doğru olmaz…
içinizde uyuyan bir dev yok. Sınırsız güç sahibi de değilsiniz. Her düşündüğünüzü başarma gibi bir lükse sahip olduğunuzdan bahsetmek de zor. insana verilen iradeyi o iradenin gücü kadar yüceltmeliyiz. Şahsi sorumluluk üstlenmek istediğiniz zaman “ben” zamirini kullanın. Ancak maalesef çevremizde kişisel gelişim adı altında insanlara “ben” demenin kutsallığı öğretiliyor. Bu durum ukala ve bencil insanların ortaya çıkmasına sebep oluyor.
Yüce Yaratıcının evrende işleyen bir kanunu var. O kanuna göre; sebeplere tabi olmak gerek. Ancak bazen sebepler felç edilir ve Evrenin Sahibi’nin planı işler, insan olarak birçok konuda acizliğimizi fark etmek zorundayız. Kişisel gelişim diyerek, insanların egosunun şişirilmesine ve bencil ruhların ortaya çıkmasına sebep olunuyor. Tabiî ki gelişeceğiz. Düşünce tekniklerini, yönetim tekniklerini, iletişim tekniklerini öğrenecek ve uygulayacağız. Ancak bunları uygularken O’na sığınacak ve yardım dileyeceğiz. Samimi olacağız. Yüreklere hitap edeceğiz. Kendi menfaatlerimizi bir kenara bırakacak, insana insan olduğu için saygı duyacağız. “Ben başarırım, ben yaparım, sınırsız güç, içinizdeki dev” gibi söylemler risklidir. Gururlanmak, insanın kendini üstün görmesi aklın kıtlığına işarettir. Ateş düştüğü yeri yakar; bencillik, ateş çevresini de yakar; bir parça fedakârlık, ateş beni de yakar ise olgunluk mertebesidir. Üçüncü düşüncenin temsilcisi olmaya gayret edelim…
Ormanda iki kişinin ağaç kestiğini düşünün. Birinci kişi sabah erkenden kalkıp ormana gidiyor. Ağaç kesmeye başlıyor. Birini bitirince hemen diğerine geçiyor. Gün boyu ne dinleniyor ne de kendine vakit ayırıyor. Akşam olunca ikinci kişi ayrıldıktan sonra o ormandan ayrılıyor. ikinci kişi ise ara sıra dinleniyor. Akşamüstü olunca ormandan ayrılıyor. Birkaç gün sonra ikinci kişinin daha fazla ağaç kestiği tespit ediliyor. Birinci kişi öfkeyle soruyor: “Bu nasıl olur!? Ben sabah erken başlıyorum, akşam sen gittikten sonra gidiyorum. Bunun sırrı ne?” ikinci kişi tebessümle cevaplıyor: “Bunun sırrı şurada; sen durmadan çalışırken ben ara sıra dinlenip baltamı biliyorum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha fazla ağaç kesilir. *
Evet, sorunları yöntem kullanarak çözmeliyiz. Yani ara sıra dinlenip baltasını bileyen kişinin yöntemi gibi, sorunun çeşidine göre yönteme başvurmalıyız. Sorunlara bakış açımızı yenileyebiliriz. Onları düşman görme yerine, onlarla yaşamayı öğrenmeliyiz. Hayatta kazanan kişi olmak istiyorsak, onlara olumlu bakmayı alışkanlık hâline getirmeliyiz. Anlamalıyız ki; kazanan çözümün parçası, kaybeden ise sorunun. Kazananın bir planı var, kaybedenin ise bir mazereti. Kazanan; “Bunu senin için yaparım” der, kaybeden ise “Bana ne” der… Kazanan; çakılla-rın yanında çimeni görür, kaybeden; çimenin yanında çakılları. Kazanan; “Zor fakat mümkün” der, kaybeden; “Mümkün fakat çok zor” der. Kazanan; konuşmaz, yapar, kaybeden; yapmaz, konuşur. Kazanan; beynini çalıştırır, kaybeden; çenesini. Kazanan; her sorunda bir çözüm görür, kaybeden; her çözümde bir sorun. Kazanan; “Uzak fakat yolu biliyorum” der, kaybeden; “Yakın fakat yol nerede?” der.
îşte kazanan ve kaybeden arasındaki fark budur… Kazanma, rütbe ve makamın üstün olmasıyla ölçülmemeli… En iyi kapıcı olmak, en iyi devlet başkanı olmaktan farklı değildir… Önemli olan üstlendiğiniz görevi en iyi yapmaktır…
Bölüm 1
SORUN NEDİR?
Öncelikle kendimize soralım. Sorun nedir? Bu kavramın bencesi nedir? Birçoğumuz bu kavrama olumsuz bakarız. Kaçarız onun olduğu yerden. Duymak istemeyiz ismini. Onunla aynı ortamda olmak daraltır bizi. Böyle bakınca o da çirkinleşir birden.
Soruna bakış açımızı yenilemeliyiz. Ona fırsatlar dünyasına açılan bir kapı olarak bakmalıyız.
Bizim kültürümüz soruna bir başka açıdan bakmayı öğütler. Ona göre; her şey fikrimizle, düşüncemizle şekillenir. Düşünce, varlığın vazgeçilmez parçasıdır… Yani varlık ancak fikirdir, gerisi et ve kemiktir.
Sorun kavramını yıpratan insanın kendisidir. Ona fırsat olarak bakmayı düşünmeyen yine insandır. Biraz düşündüğümüzde bu kavramın zihnimizde iyi şeyler çağrıştırmadığını anlarız. Niçin? Bu kavram ve onun temsil ettiği anlam olmasaydı, ne olurdu? Yani sorunsuz bir dünya, sıkıntısız bir hayat, hüzünsüz, gamsız, kedersiz zamanlar olsaydı, acaba yaşam daha anlamlı, daha verimli olabilir miydi?
Zannediyorum ki, bu soruya cevap vermek kolay değil… Hayat bütün renkleriyle anlamlı… Sorunları hayatın renkleri olarak görmekte fayda var. Onları yok saymak çözüm değil. Soğuğuyla…