Hikaye - ÖyküRoman (Yerli)

Osmanlı Fıkraları

Kelime karşılığı “latîfe” veya “nükte” olan fıkranın edebi bir kıymeti, yani letafeti olduğu kadar zarâfeti de olmalıdır. Latîfeler hoşa gidecek sözlerdir. Fakat bunların içinde hikmet düstûru sayılacak pek çok yüksek söz, ibret dersi ve alınacak hisse vardır. Osmanlılar devrinde de hiciv ve latîfe yaygındı. Nüktedanlık, bir edebi saha olarak devlet adamlarından ulemâya kadar her kesim içinde, her kademede yer bulmuştur. İnsanlar kendilerini edebî bir üslûb ile tenkîd edene karşı kabalıkla cevap vermeyi âdetâ edep dışı kabul ettiklerinden, ya o anda ya da zamanı geldiğinde latîfe ile cevap vermeyi yine bir edep ölçüsü kabul etmişlerdir. Bu gâye ile Osmanlı târihinden seçtiğimiz ve her kademeden Osmanlı insanının ince ve kıvrak zeka ürünü olan bu fıkra ve nükteleri okurken neşeleneceğiniz ve aynı zamanda da ibret alacağınız kanâatindeyiz.

TAKDİM
Mizah, bilgi ve zekâ keskinliği ile karışık, edebî bir ifâde yoludur. Onun sermâyesi şaka ve nükte suretinde ince alay, tenkîd, takdir ederek tekdir, tenkîd ifâde eden övme ve eğlencedir.
Kelime karşılığı latife veya nükte olan fıkranın edebî bir kıymeti, yâni letafeti olduğu kadar zarafeti de olması lâzımdır.
Latifeler hoşa gidecek ve ekseriya gülünecek sözlerdir. Fakat bunların içinde hikmet düstûru sayılacak pek çok yüksek söz, ibret dersi ve alınacak hisse vardır. Eğer latifede az veya çok edebe riâyet edilmemisse ona “Hezel” denir.
Marifeti olmayan bir mizah, amiyane bir alay hududunu aşamaz. Hicivlerin ekseriyetinde olduğu gibi mübalağalı bir kabalık yolu tutulmuşsa, bîedeb bir edebiyat türü sayılıp kağıt üzerine dahî aktarılmaz, kendine yakışır ağızlarda gevelenir kalır.
Öteden beri her kavmin edebiyatçı ve hikmet sahibi kimseleri ciddî bir dille anlatılamayacak hikmet ve öğütleri, bazen alay ve mizah suretinde fıkralarla halka telkine, bu yolla ahlâkı süslemeye ve gafilleri uyarmaya gayret etmişlerdir. Bu sebeple latifeler hem gönülleri şenlendirme vesilesi olması, hem de İbret almayı, hakikatleri öğrenmeyi sağlaması yönüyle eğlencelerin faydalı kısmındandır.
Osmanlılar devrinde de hiciv ve latife yaygındı. Nüktedanlık, bir edebi saha olarak devlet adamlarından ulemâya kadar her kesim içinde, her kademede yer bulmuştur. İnsanlar kendilerini edebî bir üslûb ile tenkîd edene karşı kabalıkla cevap vermeyi adetâ edep dışı kabul ettiklerinden, ya o anda, ya da zamanı geldiğinde latife İle cevâbını vermeyi yine bir edeb ölçüsü kabul etmişlerdir.
Bu gaye ile Osmanlı târihinden seçtiğimiz fıkra ve nüktelerin okuyucularımızı neşelendirirken, aynı zamanda ibret almalarını sağlayacağı kanâatindeyiz.

ÇAMLICA
Basım Yayın

GÜNDÜZ ÇALIŞSIN, GECE UYUSUN!
Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul’un fethini kolaylaştırmak için evvela Boğaziçi’nin Avrupa yakasına bir Boğazkesen Hisarı inşâsına karar vermişti. Hemen faaliyete geçti. Kendisi de, bizzat ırgatların başında bulunmak suretiyle hisarın bir an evvel bitirilmesine gayret ediyordu. Fâtih, bu günlerin birinde, Vezir Çandarlı Halil Paşaya sordu:
“Edirne’deki medresede talebelerden biri vardı. 0 kimdi? Niçin gece hiç uyumazdı?”
Halil Paşa:
“Geceleri derse çalışır da sultanım, ondan dolayı uyumaz…” deyince, Sultan:
“Allah Allah!,. Bu talebe, benim gibi gece gündüz İstanbul’un fethini mi düşünüyor? Gündüz çalışsın gece uyusun!” diye cevap verdi.

SIR SAKLAMASINI BİLİR MİSİN?
Yavuz Sultan Selim Han, yapacağı seferleri gizli tutardı. Bir sefer hazırlığı sırasında vezirlerden biri seferin nereye yapılacağını merakla sorunca, vezire:
“Söyle bakalım vezirim, sen sır saklamasını bilir misin?” dedi. Vezir de:
“Elbette hükümdarım, bilirim ve asla kimseye de söylemem.” deyince Sultan da şöyle cevap verdi:
“Ben de bilirim.”

ÇAL ÇOBAN ÇAL
Yıldırım Bâyezid Han, Timur’un Sivas şehrini harap ettiğini ve oğlu Şehzade Ertuğrul’un da şehit düştüğü haberini alınca çok müteessir olmuş ve bir sabah Uludağ eteklerinde, gamını dağıtmaya çalışırken, koyun güden bir çobanın hazin hazin kaval çaldığını görmüş.. Çobanın bu hâline gıpta eden Sultan, çobana: “Çal çoban, çal, ne derdin var ki? Sivas gibi kalen mi yıkıldı, Ertuğrul gibi şehzaden mi şehit edildi?…” diyerek hüznünü ifade etmiş…

TAŞI DA TOPRAĞI DA MEVLEVÎDİR
Yavuz Sultan Selim Han ve ordusu Mısır seferi dönüşünde Konya’ya geldiklerinde çok büyük bir fırtına çıkmış. Yerlerden kalkan tozlar havada döne döne göklere yükselirken Sultan, Şeyhülislâm İbn Kemâl Hazretlerine:
“Bu hâl nedir?” diye sorar.
İbn Kemâl hazretleri de şu cevâbı verin
“Efendim, burası Mevlânâ’nın şehridir. Taşı da toprağı da Mevlevi’dir. İşte böyle durmadan dönerler.”

MAAŞLI (ULÛFELİ) ÇINAR
Yıldırım Bâyezid Han’ın oğlu Çelebi Sultan Mehmed’in doğduğu günlerde ihtiyar bir kadın, pâdişâhın huzuruna çıkmış ve:
….

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Başkası Olduğun Yer

Editor

Murat Uyurkulak – Har

Editor

Özgürlüğe Kurşun

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası