Roman (Yabancı)Roman (Yerli)

Taş Bina ve Diğerleri

Dünya okurları tarafından geleceğe kalacak 50 yazar arasına seçilen tek Türk yazarı:
Aslı Erdoğan ve 10 yıl aradan sonra ilk öykü kitabı
Taş Bina ve Diğerleri…
Listelerden düşmeyecek.
Derin edebiyatı özleyenler için kaçırılmaz bir fırsat.

SABAH ZİYARETÇİSİ
TAHTA KUŞLAR
MAHPUS
TAŞ BİNASİ
Başlangıç
İnsanlar
Taşlar
Düşler
Kahkaha
Öyküler
Sonlar

Sonunda sabah oldu. Yokuş yukarı tırmanan bir yük treni gibi ağır ağır, zahmetle yol atarı geceden sonra, gün doğdu. Çatı katı penceremde bir leke sessizce belirdi, giderek derinleşti. Uykulu bir güneş, temkinli ve utangaç kuzey güneşi, yeni günün başladığını, bir yükümlülüğü yerine getirircesine ilan etti. Şu anda tüm gördüğüm, dik açı çizercesine yükselen ıslak çalıyla, devasa ağaçlar arasına sıkışmış bir dilim gökyüzü Rüzgarla savrulan ince, yaşlı dallar, hafifçe çürümüş titrek yapraklar.,. Boş yere havaya açılan dilenci elleri gibi. Aylardan ağustos, diyebiliriz ki mevsimlerden yaz.., Güya yaz. Bu kuzey ülkesinin puslu kasvetine şimdiden yenik düştüm, ruhum denizin kuşattığı kentle, yağmurla, yosunu kokusuyla dolu.
Ahşap evin içinde bir yerlerde, telefim uzun uzun, ısrarla çalıyor. Odanın karanlığı insanı yanıltsa da, saat sekizi geç mis, ama burası için, göçmenler yurdu için fazlasıyla erken Bu saatlerde horlamalardan, iç çekmelerden, sıkıntılı uykusundaki ahşap evin soluk alıp vermelerinden başka ses duyul maz. Sağımdaki odada, kuzeyin soğuk dilberlerine şarapnel yaralarını göstermekten çok özel bir zevk duyan Bosnalı k,ı lıyor – çoğumuzun yaralan daha sessiz. Solumdaysa porno filmlerde çalışarak geçinen bir Rus, sabahlara dek çoktan kapanmış bir dönemi protesto eden şarkılar dinliyor. Daha öte de, ne kökenini, ne de yaptığı işi kimsenin bilmediği, saçlan kızıla boyalı bir kadın, en dipteyse Somalili anne masalını herkese yutturmuş, yüzde yüz Çingene, hayatı boyunca tek gün çalışmamış, çapkın ve otlakçı Romen var. Akordconuyla en buz kesmiş yüreği bile çözdüğünü söyleyerek övünmeyi seviyor. Her biri bir başka topraktan, bir başka geceden gelmiş göçmenler, simdi cephe gerisinin kana aşina uykusundalar Nefret ettikleri kaderleriyle yetiniyor, çoktan teslim ol duklan talihsizliklerinden başka şeye güvenmiyorlar. Ortak sığınağımızda, içki, ter, tütün, kirlenmiş ten kokulu bir bulut sürüne sürüne dolanmakta, dünyanın bütün taşkınlıkları ve hayal kirıklıklarıyla ağırlaşmış, ki bu bulutun içinde bazı sa batılar çok hafif ayak sesleri yankılanır. Belki yalnızlığın der beder hayaleti, çamura ve nesnelere bulanmış, yalpalaya yal palaya evi terk etmektedir, belki kızıl saçlı kadın yeni bir .İşık denemiştir.
Telefonun çalışı bitmeden, merdivenlerde ayak sesleri duyuluyor. Ağır, yorgun, uzun yoldan gelmiş adımlar, yaklaşıyor, yaklaşıyor, kapımın önünde duraklıyor. Saniyeler yerine geçen bir yürek kasılmasından sonra adımı duyuyorum. Belki hapi gücüm beni yanıltıyor, boğuk bir ses. anadilimde beni çağırıyor…
…tında durup da başımı kaldırdığımda, kendimi gökyüzüne doğrıı hızla ilerleyen bir denizaltında sanırdım. Gündelik hayatın her türlü ıvır zıvın sağa sola saçılmıştı. Kadri bilinmeyen bu marifetli, sokulgan nesneler, mutlak yalnızlığımın tanıkları, sıkıntılı karanlığın izlerini taşıyorlardı Hepsi, elimi dokundurduğum her şey, yaralı bereliydi. Bavuldan tasan giysiler, masaya yığılı kitaplar sararıp solmuş, yırtılmış, leke lenmişti. Bardaklar saydamlıklarını yitirmiş, kalemler de, küf lü ekmekler de iç karartıcı duvarlar gibi orasından burasından kemirilmişti. Tiksindirici bir sıvının dalgalandığı lavabonun üstünde, küçük bir ayna asılıydı. Aynanın sırları öylesine dökülmüştü ki, bütün bu hırpalanmış nesneler, kendi yansımasin içinde dağılıp giderlerdi. Bense nesnelerin zedelenmiş yüzeyinde kendimi görüyordum. Kendi zedelenmiş tenimi Boşluğa, hem içimdeki, hem dışarıdaki boşluğa direnen ince cik bir zar gibi, yaralı bereli…
“Soğuk diyarlar buralar, değil mı?” Gözleri elektrik sobasına takılmış, gülümsemışti. Merhametli bu gülümsemesi vardı. “Üstelik daha ağustostayız.”
Konuşmadan yüzüne baktım kötülük kapkara ıkı gözden, sonu belirsiz bir çift tünelden başka bir şey göremedim.
“İki ayı bulmaz ilk karın düşmesi. Önce denizden ciğerleri acıtan bir rüzgâr esmeye başlar. Çamur birikintilerini kaplayan buz tabakası giderek derinleşir, bir sabah uyandığında kendini bembeyaz bir dünyada bulursun. Her şey donmuştur. Donmuş ve canlı canlı gömüldüğü buzdan tabutunda yeniden doğacağı günü düşlemektedir.”
Odanın ışık alan merkezine, tavana dikilmiş, şaşkın bir gözü andıran dikdörtgen güneş lekesine yürüdü. Hep dar mekânlarda yaşamış birinin kısıtlanmıslığını fark ettim devinimlerinde, bu eşyasız odada bile sağa sola çarpmaktan korkuyordu sanki. Belki ardı sıra iz bırakmak istemiyordu. Yüzünde solgun bir ışık demeti dolandı. Birden onu tanıdım. Toprak şansı cansız ten, gözaltlarındaki morumsu sislikler, kanlı damarlarla yol yol çizilmiş gözakları… O da geceleri uyku uyumayanlardandı.
“Ama soğuktan da dayanılmazı karanlık. Şu günes…”
Durdu, yerdeki parlak lekeye baktı. Sanki eğilip bir kapağı açsa, gün ışığı fışkırarak odayı dolduracaktı Başımı pencereye çevirdim. Yeşil yeşil titreşen dallar, yaprakların üzerindeki gümüşümsü damlalar, camdaki gölgelerin yumuşak, düşsel dansı… Bakışımı hem kucaklayan, hem sınırlayan engin mavilik… Kuzey güneşi parıldadığı ender anlarda, bütün dünya ışıldıyor, dönüşüyor, gülümsüyordu Ancak hava derhal buluttandı, oda eskisinden de karardı.
“Şu güneşi günde bir, bilemedin iki saat göreceksin. Öğleye doğru ufakla, hastalıklı, beyaz bir leke gibi belirecek, da ha tepeye taramadan güçten kesilecek. Aslında gerçek güneş hiçbir zaman doğmayacak. Onun yersiz yurtsuz yalancı hayaleti günlerin yerine, içı boş çerçeveler dağıtacak. Dünyanın aydınlık yarısıyla, karanlık yansı, bıçakla kesilmiş gibi birbirinden ayrılacak.”
Ciltlerini duvarlara çevirdi, ben de, onunla birlikte, onun gözleriyle ezbere bildiğim tozlu duvarlın taradım. Saç telleri gibi sarkan kablolar, borular, kabuk bağlamış yaraları andıran yağmur izleri arasında, insan biçimini yitirmiş bir gölge bana bakıyordu. Kendisinden daha iri, daha korkunç gölge si, gölgeler arasında bir gölge daha…
“İşte o zaman, uzun, kesintisiz, tek bir geceden oluşacak hayatın. Böyle bir geceye yalnızca hayalciler dayanabilir. Beyaza kesmiş insanlar, beyaza kesmiş ağaçlar, hayaletlerin dolandığı kent..- ışık o zaman, belleğin uzun gecesi başladı…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Adsız Sokak Çocukları

Editor

Sonuncu Sonbahar – Pınar Kür

Editor

Yanmış

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası