Roman (Yabancı)

Çatıdaki Pencere

catidaki pencere 5ed42cc7938d2

“Ölmek, varolmuş olmak ve artık olmamaktır,” derdi José Saramago. O öldü, artık yok, ama Çatıdaki Pencere Portekiz’de ve Brezilya’da, anadilinin vatanlarında basılır basılmaz insanlar yeni kitabı elden ele dolaştırdılar ve yepyeni bir heyecanla okuduklarını belirterek şaşkınlıklarını dile getirdiler. Saramago bir kitap daha yayımlamıştı, duyarlılıklarımıza nüfuz eden, hayret ve hayranlıkla kalakalmamıza neden olan taze ve aydınlık bir kitap; ve anladık, sonunda anladık ki bu artık kesinlikle varolmayan ama paylaşmaya devam etmek isteyen yazarın ardında bıraktığı bir armağandır. Bıktırana kadar şu cümle yinelendi: Bu kitap bir mücevher, Saramago nasıl oluyordu da o yaşında bu bilgeliğe sahip olabiliyordu, insanları böylesine incelikle, kusursuzca ve anlatıyı uzatmadan betimleyebiliyordu? Nasıl oluyordu da sıradan ve önemsiz ama bir o kadar da evrensel durumları dile getirebilecek, bu kadar dingin bir şiddetle köhne değer yargılarına karşı gelecek kapasiteye sahip olabiliyordu?”
Pilar del Rio

Çatıdaki Pencere, José Saramago’nun yazarlığının erken döneminde yazdığı, ama ölümünden sonra yayımlanan romanı. Eşi Pilar del Rio’nun dediği gibi, Çatıdaki Pencere Saramago’ya giriş kapısıdır ve her okur için bir keşif olacaktır. Sanki mükemmel bir halka tamamlanıyormuş gibi. Sanki ölüm yokmuş gibi.

***

Zaman İçinde Kaybolan ve Bulunan Kitap

Telefon çaldığında Saramago tıraş oluyordu. Almacı yüzünün sabun köpüğü bulunmayan kısmına dayayarak kısa konuştu: “Öyle mi? Şaşırtıcı. Siz rahatsız olmayın, yarım saat içinde orada olurum.” Ve telefonu kapattı. Banyodan hiç bu kadar çabuk çıktığı olmamıştır. Sonra bana 1940-50 yıllan arasında yazdığı ve o zamandan beri kayıp olan romanını almaya gideceğini söyledi. Döndüğünde kolunun altında Çatıdaki Pencere vardı, yani daktiloda yazılmış sayfalarla dolu bir dosya; zamanla sararıp yıpranmamışlardı da üstelik, belki de zaman 1953 yılında teslim edilen bu özgün metne insanlardan daha saygılı davrandığı içindir. 1989 yılında, José Saramago’ya, “Taşınma sırasında bulduğumuz bu metni yayımlamak yayınevimize büyük onur verecektir,” demişlerdi törensel bir tavırla, o sırada İsa’ya Göre İncil adlı kitabını tamamlamakla uğraşıyordu ve “Obridago (teşekkür ederim) şimdi olmaz,” yanıtını vermiş, yeni bulunan kitabı elinde, tüm hayalleri dorukta otuz bir yaşında genç bir adamken ondan esirgenen yanıtı nihayet kırk yedi yıl sonra almış olarak sokağa çıkmıştı. Yayınevinin bu tutumu Saramago’nun artık yok edilmesi mümkün olmayan ve onlarca yıl süren ıstıraplı bir sessizliğe boyun eğmesine neden olmuştu çünkü.

“Zaman içinde kaybolan ve bulunan kitap.” Çatıdaki Pencere‘den evde böyle söz ederdik. O zamanlar romanı okuyanlar yazarı neden basılması gerektiği konusunda ikna etmeye çok uğraştılar, ama Saramago ısrarla kabul etmeyerek kendisi hayattayken basılmasına karşı çıktı. İtirazının nedeni olarak bir sürü kez yazdığı ve dile getirdiği yaşam ölçütünden başka bir açıklama yapmaya gerek görmedi: Kimse kimseyi sevmek zorunda değildir, ama hepimiz birbirimize saygı göstermek zorundayız. Bu mantığa göre, Saramago’ya kalırsa hiçbir kurum eline ulaşan metinleri yayımlamak zorunda değildir, ama günlerce ve günlerce, aylar boyunca sabırsızlık ve hatta huzursuzlukla yanıt bekleyen kişiye o yanıtı vermek zorundadır çünkü yayınevine teslim edilen kitap, o taslak bir harf yığınından ötedir, içinde tüm aklı ve duyarlılığıyla bir insan barındırır. Kendisinden birkaç satır, o kısa ve resmi “yayın programımız dolmuştur” açıklaması esirgenen genç Saramago’nun gururu kırılmıştı, ne zaman kitabı görse bunu hatırlayabilirdi, en azından biz yakın çevresindekiler böyle olacağını düşündük ve kitabın yayımlanması konusunda ısrarcı olmadık. Metni masasının üzerindeki binbir evrak arasında unutup gitmesini de bu eski acıya bağladık. José Saramago Çatıdaki Pencere‘yi okumadı, metni deri ciltle kaplatmaya götürdüğümde hiç sormadı ve geri getirip ona sunduğumda da abarttığımı söyledi. Kötü bir kitap olmadığını -çünkü yazarıydı-, bu kitaptaki bazı öğelerin edebi kariyeri boyunca yinelendiğini ve sonra da tam anlamıyla onun tarzını oluşturduğunu biliyordu elbette: kendine özgü anlatı sesi.

“Her şey farklı biçimlerde anlatılabilir,” derdi Saramago çölleri aştığı ve ürkütücü sulara yelken açtığı zaman. Şimdi, olayları ve varsayımları aktardıktan sonra onun bu önermesini kabul edersek, dayatmacı bir iletişim ihtiyacıyla dolu dolu yaşanmış, paylaşılmış bir yaşamın ışığında işaretleri yorumlamamız ve inadını anlamamız gerekir, “ölmek, var olmuş olmak ve artık olmamaktır,” derdi José Saramago. O öldü, artık yok, ama Çatıdaki Pencere Portekiz’de ve Brezilya’da, anadilinin vatanlarında basılır basılmaz insanlar yeni kitabı elden ele dolaştırdılar ve yepyeni bir heyecanla okuduklarını belirterek şaşkınlıklarını dile getirdiler. Saramago bir kitap daha yayımlamıştı, duyarlılıklarımıza nüfuz eden, şaşkınlık ve hayranlıkla kalakalmamıza neden olan taze ve aydınlık bir kitap ve anladık, sonunda anladık ki bu artık kesinlikle var olmayan ama paylaşmaya devam etmek isteyen yazarın ardında bıraktığı bir armağandır. Bıktırana kadar şu cümle yinelendi: Bu kitap bir mücevher, nasıl olur da yirmilerinde bir genç bu kadar kendinden emin, bu kadar olgunlukla yazabilir, edebi takıntılarının neler olacağını haber verirken hem mesleki hem de duygusal haritasının böylesine açık bir biçimde görünmesini sağlayabilir? Evet, okurların sorduğu soru buydu. Saramago nasıl oluyordu da o yaşında bu bilgeliğe sahip olabiliyordu, insanları böylesine incelikle, kusursuzca ve anlatıyı uzatmadan betimleyebiliyordu? Nasıl oluyordu da sıradan ve önemsiz ama bir o kadar da evrensel durumları dile getirebilecek ve bu kadar dingin bir şiddetle köhne değer yargılarına karşı gelecek kapasiteye sahip olabiliyordu? Hatırlayalım, üniversiteye gitmemiş, okuma-yazma bilmeyen insanların oğlu ve torunu, teknisyen, o günlerde bir memur olan otuzuna gelmemiş bu delikanlı, Pessoa, Shakespeare, Eça de Queirós, Diderot ve Beethoven’ı sevimli dostlar olarak yanına katmış, bir ev olan evreni kendi pusulasıyla yorumlamaya cesaret ediyor. Bu kitap Saramago’nun daha o zaman tanımlanmış olan evrenine giriştir.

Çatıdaki Pencere‘de Saramago’nun erkek karakterlerini bulabilirsiniz, adı Ressamın El Kitabı‘nda H., Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl‘da Ricardo Reis, Lizbon Kuşatmasının Tarihi’nde Raimundo Siva, Bütün İsimler’de Don José, Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’ta müzisyen; Kabil, İsa, Cipriano Algor olan erkektir bu. Sözü kıt, yalnız, özgür, bu dünyadaki yoğun ve içedönük varolma biçimlerini anlık da olsa kırmak için aşka gereksinim duyan erkekler koleksiyonu.

Çatıdaki Pencere‘de Saramago’nun güçlü kadınları da vardır. Yazar dişil karakterlerde kendini yeniden yarattığı zaman isyankârlığı da kendini daha fazla gösterir, daha çıplak olarak ortaya koyar. Bir işadamının metresi olan Lidia adama onur ve ahlak hakkında iyi bir ders verir; lezbiyen aşk, kalıtsal teslimiyet ailenin bağrında acınası biçimde keşfedilir; katlanılması zor toplumsal yargılar, zorbalık, içgüdüler, belli bir konumu korumak için güç kullanma, yaşamların güdüklüğü ve onca yoksulluğa ve talihsizliğe karşın kimi bedenlerin kapsadığı dürüstlük anlatılır.

Çatıdaki Pencere kişilerin romanıdır. Kırklı yılların Lizbon’unda geçer, İkinci Dünya Savaşı bitmiştir, ama romandaki her şeyi sarıp sarmalayan bir gölgeye, sessizliğe benzeyen Salazar diktatörlüğü sürmektedir. Politik bir roman değildir, bu nedenle dönemin sansür uygulamaları yüzünden basılmadığını düşünmek yerinde olmayacaktır. Dönemin değer yargılarına karşı çıkması, aileyi ocağın değil de cehennemin eşanlamlısı olarak görmesi, görünüşlerin gerçeklerden daha güçlü olduğunu vurgulaması, övülmeye değer amaçlar gibi görünen bazı ütopyaların sayfalar sonra sorgulanması, kadınlara kötü davranışların açıkça kınanması, hemcinsler arasındaki aşkın doğallıkla anlatılması; tüm bunların yargılayarak değil ama kişisel bir kaygıyla yazarın bakış açısından dile getirilmesi ve kitabı oluşturan diğer her şey, kitabın basılmadan bir kenara itilmesine karar verilmesinde etkili olmuştur kuşkusuz. Fazla serttir, tanınmamış bir yazarın kaleminden çıktığı için de fazla riskli bir romandır, getireceği kârla kıyaslayınca toplum ve sansür karşısında savunmak için gösterilecek çabaya değmeyecektir. Böylelikle kitap ne şimdi umut vaat eden bir “evet” ne de gelecekte umut vaat edebilecek bir “hayır” olmaksızın sürgüne gönderilir. Yeniden dönemin koşullarına dönecek olursak, belki de daha ileriye, zamanın ve koşulların değişmiş olacağı bir tarihe ertelenmiştir, sözde açılmanın görünmeye başlamasının on yıllar alacağı tahmin edilememiştir. Bu arada nesiller birbirini izlemiş ve onlarla birlikte unutuş da gelmiştir. Dünyada ve yayın dünyasında. José Saramago’nun başka bir işi vardır artık, editördür, sessizlik ve yalnızlık sürecini tamamlamış, başka kitaplar yazmaya hazırlanmaktadır.

Yaşam José Saramago için kolay olmadı. Zorlu işlerden sonra gece saatlerinde yazılan Çatıdaki Pencere‘ye editörlerden yanıt gelmeyişinin yaşattığı bozgunun yanı sıra, üniversite eğitimi almamış, seçkin sınıfa dahil olmayan biri olarak (bunlar ellili ve altmışlı yılların Lizbon’u gibi küçük bir toplumda önemliydi) başka küstahlıkları ve horgörüleri de sineye çekmek zorunda kaldı. Zaman içinde meslektaşları olacak insanlar, kekelediği için onunla alay ediyorlardı, daha sonra üstesinden gelmeyi başardığı bu sorun nedeniyle her zaman geride kaldı, söz söylemek başkalarına düşerken o gözlüyor ve kendi iç dünyasında yaşıyordu, belki de bu nedenle bu kadar çok yazabilmiştir. Saramago’nun Çatıdaki Pencere‘yi teslim etmesiyle tekrar kitap yayımlaması arasında yirmi yıl geçmiştir. Yeni başlangıcını şiirle yapar: Os Poemos Possíveis ve Provalvemente Alegría; çünkü üçüncüsü, El año 1993 anlatıya uzanan bir köprüdür, gazete hikâyelerinden oluşan daha sonra yayımladığı iki kitap da kurgunun ceninleridir. Çatıdaki Pencere de hikâyelerinin arasındadır, ama kimse bu kitabın varlığını bilmiyordu; o, kayıp bir kitaptan daha fazlası olarak okura ulaşacağı günü bekleyerek saklanıyordu.

Çatıdaki Pencere Saramago okurlarının hak ettiği armağandır. Bir kapıyı kapatmak değil, tam tersine, yazarın gençken ne söylediğinin ışığı ve perspektifiyle eserlerini tekrar okumak için ardına kadar açmaktır. Çatıdaki Pencere Saramago’ya giriş kapısıdır ve her okur için bir keşif olacaktır. Sanki mükemmel bir halka tamamlanıyormuş gibi. Sanki ölüm yokmuş gibi.

PİLAR DEL RÍO
José Saramago Vakfı Başkanı

1

Silvestre gözlerini açtı, uçuşan perdelerin arasından tabak çanak sesleri duyuluyordu, perdelerin gevşek dikişlerinden her şeyi rahatça görebildiğine yemin edebilirdi. Sinirlenmek üzereydi ki aniden uyanık olduğunu fark etti. Gözlerini kırpıştırdı, esnedi ve uykunun yavaşça uzaklaştığını hissederek hareketsiz kaldı. Hızlıca doğrulup yatakta oturdu, kollarının eklemlerini çıtırdatarak gerindi. Fanilasının altındaki sırt kasları bükülüp gerildi. Güçlü bir gövdeye, kalın ve sert kollara sahipti, kürekkemikleri birbirine dolaşmış kaslarla kaplıydı. Kundura tamircisiydi ve bu kaslara ihtiyacı vardı. Elleri taş gibiydi, avuçlarının derisi o denli nasırlıydı ki, iplik geçirilmiş bir iğneyi batırırdı da bir damla kanı akmazdı.

Ayaklarını yavaşça yataktan sarkıttı. Zayıf bacak kasları, pantolonuna sürtünmekten tüyleri dökülmüş, bembeyaz görünen dizleri Silvestre’yi son derece üzüyor ve kızdırıyordu. Gövdesiyle gurur duyuyordu kuşkusuz, ama ona ait değillermiş gibi görünen sıska bacaklarına fena halde öfkeleniyordu.

Keyifsizce halının üzerindeki çıplak ayaklarına baktı, Silvestre kır saçlı başını kaşıdı. Sonra elini yüzünde gezdirerek kemiklerine dokundu, sakalını sıvazladı. Huysuzlanarak yataktan kalktı ve yatak odasında birkaç adım attı. Bedeninde Don Quijote’nin resimlerini andıran bir şey vardı; uzun bacaklarının üzerinde bir atın sağrısında otururmuşçasına yükseliyordu, donu ve fanilası, ak düşmüş perçemi, iri ve çarpık burnu, bacaklarının ancak taşıyabildiği güçlü gövdesi.

Pantolonunu aradı, bulamadı. Başını kapıdan uzatarak bağırdı:

“Mariana, hey Mariana, pantolonum nerede?”

(İçeriden gelen ses.)
“Getiriyorum.”

Ayak seslerinden Mariana’nın şişman olduğu ve hızlı hareket edemediği anlaşılıyordu. Silvestre’nin epeyce beklemesi gerekti ve sabırla bekledi.

“İşte burada.”

Kadın sağ kolundaki katlanmış pantolonla içeri girdi, Silvestre’nin bacaklarından daha kalın bir koldu bu.

“Pantolon düğmelerini ne yaparsın bilmem, her hafta kaybolup gidiyorlar. Dikenli telle dikmem gerekecek anlaşılan…”

Mariana’nın sesi de sahibesi gibi etkileyiciydi. Ve tıpkı gözleri gibi berrak ve iyilik doluydu. Şaka yaptığını düşünmüyordu belli ki, ama kocası yüzündeki tüm kırışıklar ve kalan pek az sayıdaki dişiyle gülümsedi. Pantolonunu aldı, karısı iyiliksever gözlerle izlerken giydi ve giysi bedenini daha orantılı ve düzgün gösterdiği için memnuniyet duydu. Silvestre karısının bedeniyle ne kadar gurur duyuyorsa, Mariana da doğanın ona cömert davranmamasından o kadar hoşnutsuzdu. İkisi de diğeri konusunda kendilerini kandırmıyorlar, gençlik ateşinin sonsuza dek söndüğünü biliyorlardı, ama birbirlerini bugün de otuz yıl önce evlendikleri günkü kadar şefkatle seviyorlardı. Belki de aşkları çoğalmıştı, çünkü artık gerçek ya da hayali kusursuzluklardan beslenmiyordu.

Silvestre karısının peşinden mutfağa gitti. Banyoya girdi, on dakika sonra kendine çekidüzen vermiş olarak çıktı. Saçını taramamıştı çünkü başına hükmeden (terim hükmeden‘di) o karmaşayı alt etmesi olanaksızdı, Mariana kocasının saçına “yer fırçası” derdi.

Masanın üzerinde dumanı tüten iki fincan kahve duruyordu, mutfakta güzel, taze, temiz bir koku vardı. Mariana hareket ederken yuvarlak yanakları parlıyor, obez bedeni titreşiyor, sarsılıyordu.

“Giderek şişmanlıyorsun, kadın!..”

Ve güldü Silvestre. Mariana da onunla birlikte güldü. İki çocuk gibiydiler, ne fazla ne de eksik. Masaya oturdular. Cilveleşerek gürültülü, iri yudumlarla sıcak kahvelerini içmeye koyuldular. İkisi de kahvesini yudumlarken ötekini bastırmak istiyordu.

“Neye karar verdik bakalım?”

Artık Silvestre gülmüyordu. Mariana da kaşlarını çatmıştı. Yanakları bile pembeliğini yitirmişti sanki.

“Bilmiyorum. Karar vermesi gereken sensin.”

“Bilmiyorum. Ayakkabı tabanlarının fiyatı giderek artıyor. Müşteriler çok para aldığımdan yakınıyorlar. Taban… mucize yaratamam. Kim daha ucuza yapıyormuş bilmek isterdim. Yine de yakınıp duruyorlar…”

Mariana bu protestoya son verdi. Böyle bir yere varamayacaklardı. Karar vermeleri gereken, evin bir odasını kiralama meselesiydi.

“İyi o zaman. Kirayı ödememize yardımı olur, bekâr bir adamsa giysileriyle sen ilgilenirsin, bütçeyi denkleştiririz.”

Mariana fincanının dibindeki şekerli kahveyi yudumlayarak yanıt verdi:

“Benim açımdan fark etmez, yardımı olur…”

“Evet öyle. Ama yine kiracı alacağız, kendimizi bu dertten kurtardık sanıyorduk, sonunda yine…”

“Başka çare var mı? Yeter ki iyi insanlar olsunlar. Benimle iyi geçinirlerse, ben herkesle iyi geçinirim.”

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Hiç Kimse Sıradan Değildir

Editor

Serseri Kalbim

Editor

Melekler Korusun

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası