Karısının öldürülmesiyle birlikte FBIdaki görevini bırakıp her şeyden vazgeçen ajan Grady Shields, eşini kaybettikten sonra aşkını kalbine gömüp Montanada yalnız başına yaşamaya başlar. Yıllar süren inzivadan sonra, kız kardeşinin düğünü için Chesapeake Koyundaki sakin bir kasaba olan Saint Dennise gitmek zorunda kalır. Gradynin tekrar âşık olmak gibi bir niyeti de yoktur, ta ki Vanessa Keatonı gördüğü ilk ana kadar.
Geçmişinde birçok kötü seçim yapmış olan Vanessa, Saint Dennise gelmekle hayatının en doğru kararını verdiğini düşünen genç bir kadındır. Bu küçük kasabada arkadaş edinip sevdiği bir eve sahip olur ve arkasındaki kâbusu bırakarak bu şirin kasabada kendisine yeni bir hayat kurar. Kasabalıların olduğu kadar, turistlerin de ilgisini çeken Bling adında modern ve şirin bir butik açar. Vanessanın da aradığı son şey romantizmdir, ama kasabaya gelen bu yeni, ateşli adama karşı koyması neredeyse imkânsızdır.
Fakat Vanessanın geçmişi kolay kolay peşlerini bırakmaz. Grady bu sefer sevdiği kadının zarar görmesine izin vermeyecektir. Vanessa ile Grady bir taraftan zorlukların üstesinden gelmeye çalışırken, bir taraftan da hayatın sürprizlerle dolu olduğunu ve hayatta bir insanı sevmenin her zaman insanı acıtmadığını öğreneceklerdir.
***
Birinci Bölüm
Vanessa Keaton, bir salı akşamı saat 18.02’de, Charles Caddesindeki küçük, sevimli butiğinin arka kapısını kilitleyip ışıkları söndürdü. Fazla müşteri yoktu ve biliyordu ki iki hafta daha, en azından St. Dennis Gizli Bahçe Turu kasabaya ilk ciddi turist kafilesini getirene kadar böyle de kalacaktı. Bunu sorun etmiyordu. Turist yoğunluğu başladığında, arkadaşlarıyla çıkacağı akşam yemekleri ya da kasaba boyunca yapacağı keyifli yürüyüşler için mağazayı erken kapatmaya çok az fırsatı olacaktı.
Bodruma inen kapının sürgüsünü çevirdikten sonra ön kapıdan dışarı çıkarak bu kapıyı da kilitledi. St. Dennis’in eşsiz ilkbahar kokusunu içine çekmek için durdu. Charles Caddesi boyunca her bir dükkânın önündeki sümbül, nergis ve ahşap fıçılara dikilmiş minik lalelerin kokusu körfezden gelen tuz kokusuyla karışmıştı. Çiçeklerin kusursuz renkleri ona baharı fısıldıyordu; morlar ve pembeler, sarılar ve beyazlar… Sadece onları görmek bile onu gülümsetebiliyordu.
Gününün çoğunu düzenlemekle geçirdiği vitrine iyice bakabilmek için geriye doğru adım attı. Beyaz tenis ayakkabılarıyla civardaki pek çok bayanın kasaba dışındaki yeni spor kulübünde golf oynarken gösteriş için giydiği pastel renkleri sergilemek için çok mu erkendi? Belki de bu parçaları mağazanın köşesindeki daha küçük vitrine koyup mankenlerine spor kıyafetlerden ziyade başka şeyler giydirmeliydi. Geçen hafta New York’tan aldığı şu sevimli kokteyl elbiselerinden ya da belki kışın Cape May’de bulduğu o tasarımcıdan birkaç çekici gece çantasını da koyabilirdi.
Ilık havanın verdiği şevkle hoplaya zıplaya caddeden karşıya geçerken Bling için sipariş ettiği yeni ürünlerin görüntüsü kafasında dans etmeye başladı.
“Olduğunuz yerde kalın bayan,” diye bağırdı, kadının karşıdan karşıya geçmesi için arabayı durduran şoför. “Yoksa dikkatsizce yürüdüğünüz için sizi tutuklamak zorunda kalacağım.”
“Ah, sen…” diye güldü Vanessa. “Sen neden banka soyguncuları ya da araba hırsızlarının kovalamıyorsun?”
“Burada yaşadığım süre boyunca St. Dennis’te hiçbir banka soyulmadı.”
Polis şefi olan Vanessa’nın üvey kardeşi Gabriel Beck arabasını yolun kenarına çekip dörtlülerini yaktı.
“… Ve çalıntı araba hakkında edindiğimiz son bilgi, Wes Taylor’ın on beş yaşındaki oğlunun gece yarısı kız arkadaşını görmek için arabayı gizlice aldığı yönünde.”
“Sıkıcı bir gün, değil mi Beck?” Vanessa arabaya doğru yürüyüp pencereye eğildi.
“Cennette bir başka gün,” dedi Beck ve telaşla ekledi: “Bunda tuhaf olan bir şey yok ki!”
“Güzel. Birkaç hafta daha bekle. Turistler kasabaya akın akın gelmeye başladığında, bu şık arabanla şehir çevresinde yol alarak yalnızca yerlilerle konuşmak için durup böyle bir günün hayalini kuruyor olacaksın.”
“iletişimde kalmanın tek yolu bu, ufaklık.”
“İyi, fırtına öncesi sessizliği sevdiğimi itiraf etmeliyim. Mağazayı altıda kapatıp akşamları kendime ayırmayı seviyorum. Biliyorum uzun sürmeyecek, ama mağazanın iyi iş yapmasına da minnettarım. Kalabalık akın etmeden önce bu muhteşem havanın tadını çıkarmak için birkaç günün olması güzel.”
Geçen aracın sürücüsüne selam vermek için doğruldu:
“Ee, nişanlın nerede?”
“Bu sabah BMI’a bıraktım onu. Erkek kardeşini görmek için Montana’ya gidiyor.” Saatine bakarak, “Aslında bu saatlerde varmış olması lazım,” dedi.
“Bu keşiş olan kardeşi mi? Hani benim Dağ Adamı lakabını taktığım?”
“Kilisede beraber yürümek için onu ikna etmeyi umuyor,” dedi Beck kafasını sallayarak.
“Düğününüz birkaç hafta içinde,” diyerek somurttu Vanessa. “Biraz geç kalmamış mı?”
“Diğer kardeşi Andy’ye çoktan sordu ve o bu teklifi kabul etti. Ama geçen yıl babası öldüğünden beri ikisinin de kendisini affetmesini istiyor.”
“Peki, ona şans diliyorum.”
“Evet, ben de. Beraber gitmeyi teklif ettim, ama o kendi başına daha çok şansı olacağını düşündü. Mia, babalarının cenazesinden sonra ne kadar zaman geçerse geçsin, onun yerinden ayrılacağını düşünmüyor; göreceğiz.” Pek umutlu gözükmüyordu. “Sen nereye gidiyorsun?”
“Akşam yemeği için Steffie ile buluşacağım.”
“Henüz buluşma yerine gittiğini sanmıyorum. Bu öğlen kasabadaki tarihi topluluk binasında konferans için toplanmış bir grup vardı. Steffie’nin mekânının önünde toplanan kalabalığa bakarak söyleyebilirim ki herkesin otobüse binmeden önce dondurma yemek istiyormuş gibi bir hali vardı.”
“Tüyo için teşekkürler. Oraya doğru yürüyüp yardıma ihtiyacı var mı diye bir bakayım.”
“Sadece dondurma yemek istiyorsun,” diye Vanessa’ya takılarak arabayı sürdü.
Vanessa kaldırıma çıkıp, “Her zaman ne derim bilirsin,” dedi. “Önce tatlı ye.”
Vanessa, Beck giderken arkasından el salladı ve geriye dönüp Bling’e baktı. Hâlâ ön cephedeki vitrinin dekorasyonu aklındaydı. Sonra aniden aklına gelen fikir için alnına vurdu. Hadi ya. Vitrin, yaklaşan düğünü yansıtmalıydı. Düğünde giyilecek güzel elbiseler ve ayakkabılar… Çiçekler, vitrinin önüne konmuş kiremit rengi saksılarda rengârenk çiçekler olabilirdi. Belki de menekşeler… Köşelere de çiçek açmış kiraz ağacı dallarının olduğu vazolar koyardı. Ve şişkin bulutları andıran bir sürü beyaz tül…
Bling’ten, Steffıe Wyler’m dondurma dükkânına yürümek on dakikadan daha az sürüyordu. Vanessa St. Dennis’e vardığı ilk günden bu yana sürekli yaptığı gibi, hayatının dönüm noktalarını düşündüğü bir gezintiye çıkmıştı. Düğün gününde taşıdığı san güllerin yapraklan dökülmeye başlamadan çok önce kötüye gitmeye başlayan evliliğini noktalamaya çalışmanın stresi kendisini fiziksel ve ruhsal açıdan tüketmişti. Tüm bu yaşadıklarının üstünden sadece üç yıl geçmiş olması gerçekten inanılmazdı. Şimdi bile san gül görmek kollarını güçsüz hissetmesine sebep oluyordu.
“Geçmişte kaldı,” diye sert bir şekilde hatırlattı kendine. “Artık şimdideyiz. O yere ve zamana gitmenin gereği yok. St. Dennis’e geldiğimden beri hayatımda gerçekleşen güzel şeylere odaklanmayı sürdürmeliyim.”
Üvey kardeşi Beck’i bulmak muhtemelen hayatı boyunca başına gelen en iyi şeydi. O ve babası Hal Garrity onu çok sıcak karşılamış, kalması için ısrar etmiş ve St. Dennis turistlerin ilgisini çekmeye başladığında Hal’in aldığı mağazada çalışması için onu teşvik etmişlerdi. Kim bunların olacağını tahmin edebilirdi ki…
“Zamanlama her şeydir” diye hatırlattı kendine. “Bunu herkes bilir.”
Lola’nın kafesinin camından gördüğü ihtiyar garsonlardan Jimmy’ye el salladı ve dış kısmında çinko kaplama yüksek çelik konteynerlerin içinde uzun hor çiçeğiyle kedi söğüdü dallarının bulunduğu, vitrinindeyse lale ve nergislerden oluşan gökkuşağının göz alıcı bir biçimde sergilendiği kafenin hemen yanındaki Taç Yapraklar ve Çiçek Demeti adındaki çiçekçiyi geçti.
Taç Yapraklar ve Çiçek Demeti nin hemen yanında, köşede birçok kasabalının sabah ilk iş olarak kahve içmek, son dedikoduları almak ve güne başlamadan önce yan duvara asılmış büyük ekranlı televizyondan haberleri izlemek için toplandığı Cuppachino vardı. Vanessa, açık olan kapıdan haftalık yerel gazete olan St Dennis’in sahibi ve editörü Grace Sinclair’in bir masada oturduğunu gördü. Bahçe kulübünün .başkanı Amelia Vandergrift ile koyu bir sohbet içindeydi. Şüphesiz, gelecek turda sergilenecek en güzel parçaları tek bir elde toplamak ve herkesi bilet almaya ikna etmek için bir araya gelmişlerdi. Vanessa, kasabadaki herkesi ve her şeyi bilen, beyaz saçlı, yetmiş yaşlarındaki enerjisi bitmek bilmeyen Grace’in kasabadaki bir numaralı amigo olduğunu düşünüyordu. Vanessa’nın el altından St. Dennis’le ilgili öğrendiği şeylerin yansı Halden, diğer yarısı da Grace Sinclair’in toplulukla ilgili yazdığı haftalık makalelerdendi.
Charles ve Kelly’nin mekânının olduğu köşeyi döndükten saniyeler sonra, ek binasının içinde polis şubesinin bulunduğu belediye binasını da geçti ve Beck’in arabasının henüz park yerinde olmadığını fark etti.
Muhtemelen yapabildiği en iyi şeyi yapıyordur, diye düşündü. Yani St. Dennis’te yaşayan yerli halkı, sadece Avustralya asıllı İngilizler olduklarına ikna etmek…
Yolun sonunda, bir zamanlar körfezin yanındaki tahta kaldırımların üzerine kurulmuş ve yengeçlerin bir kez uğradığı bir baraka olan, ancak şimdilerde Steffie Wyler’in göz alıcı bir mekâna çevirdiği Kaşık Kaşık Dondurma adlı dondurmacı vardı. Vanessa, küçük binanın çevresinde toplanmış kalabalığı görünce adımlarını hızlandırdı. Sabırla sırada bekleyen müşterilerin arasından geçmek için izin istedi ve gülümseyerek iki dondurucunun arasından geçip kasanın arkasında asılı duran önlüklerden birini aldı.
“Sıradaki kişiye yardım edebilirim,” diye seslendi. Sipariş vermek için yaklaşan sevimli, beyaz saçlı adam geldiğinde ince, naylon eldivenleri giyiyordu.
“Sana borçlandım bebeğim,” diye fısıldadı Steffie, Vanessa’nın kulağına eğilerek.
“Evet, borçlandın. Ve bunu ödeyeceksin,” diye gülümseyip ardından müşteriye döndü: “En alta böğürtlenli mi, yoksa çikolatalı mı istersiniz bayım?”
Otuz dakika ve dört düzine kadar müşteriden sonra, tüm kalabalığa servis yapılmış ve son külah da kullanılmıştı. Otobüsler ayrıldığında, Steffie dış duvarın yanında duran küçük masaların sandalyelerinden birine kendini bıraktı.
“Az elemanla yakalandın, hi?” Vanessa kâğıt bardağın içine küçük bir top üzümlü dondurma alıp Steffie’nin karşısına oturdu.
“Hiç böyle olmamıştı,” diye sızlandı Steffie. “Tarih kulübünde verilen konferansın bu kadar popüler olacağını ya da sezona bu kadar erken başlayacaklarını kim tahmin edebilirdi?”
“Belki, programlarının bir kopyasını istemelisin.”
Steffie gözlerini devirdi. “Bunu daha önce düşünemediğime inanamıyorum.”
“Aslında bu diğer toplulukların davet edildiği ilk yıl,” diye hatırlattı Vanessa.
“Bu kadar yoğun bir geri dönüş olacağını kim tahmin edebilirdi ki? Konferansın konusu neydi, biliyor musun?”
“Hayır. Şu durumda umurumda da değil.” Bir sandalye daha çekip ayaklarını uzattı. “Haftanın diğer günlerinde olduğu gibi Taffy Ellis bugün burada benimle olacaktı, ama okul çıkışı mezuniyet balosu heyetiyle bir toplantısı var ve beşten önce burada olamayacak. Ben de bir saat işlerle kendim başa çıkabilirim diye düşündüm ve arayıp kimseyi rahatsız etmek istemedim.”
“Belki de her zaman seninle birlikte olacak birini işe almalısın,” diye belirtti Vanessa. “Burada yalnız olmamalısın diye düşünüyorum.”
“Bunu, Memorial Day’de işe gelmeyen ve geldiğinde de yarım gün çalışan kişinin patronu mu söylüyor?”
“Ben, iki tarafta dükkânların ve tam karşısında işlek bir restoranın olduğu Charles Caddesi’ndeyim. Senin bir tarafında geniş, karanlık bir park alanı, diğer tarafındaysa körfez var. Karanlık bastıktan sonra, kimin pusuda beklediğini kim bilebilir ki?”
“Harika, bunları aklıma soktuğun için çok teşekkür ederim.”
“Ciddiyim, hiç durup burada ne kadar yalnız olduğunu düşünmedin mi?”
Vanessa’ya dik dik bakıp, “Şimdiye kadar hayır,” dedi. “Ama başarılı polis şubemizin buraya yalnızca taş atma mesafesi kadar uzakta, hemen park alanının yanında olduğunu unutuyorsun.”
“Çığlığını duyabilecek kadar yakın değiller.”
“Au contraire, mon amie. Bağırmak için bir kez fırsatım olmuştu ve diğer polisleri bırak, polis amirinin kendisi bile gelmişti.”
“Bunu hatırlamıyorum,” diye kaşını çattı Vanessa. “Ne zamandı? Ne oldu?”
“Sen buraya taşınmadan önce, benim bu mekânı restore etmeye başladığım zamanlardı. Bir sabah geldim ve her yerde yarasalar uçuyordu.”
“Bu beni de çıldırtırdı,” dedi Vanessa, düşüncesi bile tüylerini diken diken etmeye yetmişti. “Peki, Beck onları kovaladı mı?”
“Evet, pencereleri açıp hepsini dışarı çıkardı.” Steffie bir saniye sessiz kaldı. “Yani, sanırım gerçekten evleniyor.”
“Evet.”
Steffie, iki elini de kalbinin üstüne koyup iç çekti.
“Stef, Beck’le mutlu olamazdın. Eğer yolunda gidecek olsa, siz beraberken yolunda giderdi. Birbirinizle görüşmeyi kestiğinizde, ne sen ne de o beraber geçirdiğiniz günleri düşünüyormuş gibi gözüküyordunuz, hatırlatırım,” dedi Vanessa gülerek.
“Gerçekte öyle, ama hâlâ…” Steffıe kalkıp tezgâhın arkasına geçti. “Ben hâlâ buradayken bir şeyler ister misin?”
Vanessa boş dondurma kutusunu kaldırdı. “Madem teklif ediyorsun, vişneli ve vanilyalıdan alabilirim.”
“Sen gerçek bir dondurma hastasısın, değil mi?”
Steffıe dondurucuyu açıp başka bir kâğıt bardağa dondurmayı koydu ve masaya giderken bardağı da arkadaşına götürdü.
“Teşekkürler.” Vanessa gülümseyip dondurmaya gömüldü. “Sen hiç yemiyorsun?”
Steffie bir şişe suyu kaldırarak, “Mayo sezonunun başlamasına altı hafta kaldı. Sıcak hava mayıs sonu gelirse, daha bile az. Ben senin kadar fazla yürüyemiyorum. Şehir merkezine yakın bir yerde yaşadığın için çok şanslısın; ben şehrin dışında kalıyorum. Her gün işe geç kaldığımı göz önüne alırsak, yürüyerek gelmek için fazla uzun bir mesafe. Ayrıca kendi dondurmamı her gün kendim yaptığımı ve tadı iyi olana dek devamlı test ettiğimi de unutmamak gerekir. İster inan ister inanma, aldığın kalorileri de işinin bir parçası olarak hesaba katmalısın ve bu söylediğim her şeyin tam aksine bir durum,” dedi.
“Ee, Mia seni düğününe davet etti mi?” Steffie sandalyesine gömüldü.
“Nedime olarak,” dedi Vanessa kafasını sallayarak.
“Davetli listesinde olma ihtimalim var mı?”
“Neden olmayasın?”
“Merhaba, ben eski sevgilisiyim,” dedi Steffie yüzünü buruşturarak.
Vanessa bu düşünceyi kovuyormuş gibi ellerini iki yana salladı:
“Sen eski bir arkadaşsın. Erkek kardeşin Beck’le birlikte liseye gitti ve baban, Hal ile birlikte büyüdü. Bu, sonradan yaşanan her şeyin üstünde.”
“Düşündüm de davet edileceğimi sanmıyorum.”
“Daha yeni hazırlık yapmaya başladılar. Tarihi, hazirandan geri çekmeye karar verdikleri zaman daha sadece birkaç haftadır birliktelerdi.”
“Ee, düğün için verilecek partide kimler var?”
“Mia’nın erkek kardeşi Andy’nin eşi de nedime olacak ve diğer bir nedimeyse Mia’nın FBI’dan bir arkadaşı. Babası öldüğünden beri iki erkek kardeşini de evlenirken yanında istiyor. Andy gelecek, ama diğer kardeşini gelmeye ikna etmek için Montana’ya uçması gerekti. Beck, onu bu sabah havaalanına bıraktı.”
“Montana’da yaşayan abisinin bir münzevi ya da onun gibi bir şey olduğunu duydum. Barbara ve Nina kahve dükkânında bu konuyla ilgili konuşuyorlardı. Ayrıca FBI’da çalışan bir kardeşi daha olduğunu da söylemişlerdi, ama her türlü pis işle uğraşan, ciddi anlamda ürpertici bir çocukmuş.”
Vanessa omuz silkti. “Gerçekten bilmiyorum. Mia, onun hakkında pek konuşmaz; ben de sormam.”
“Erkek kardeşinin evlenmek üzere olduğu kızın ailesi gerçekten çok hoş.” Steffıe başını geriye atıp suyundan büyük bir yudum aldı.
Vanessa bu laftan dolayı Steffie’ye düşmanca baktı.
“Sadece fikrimi söylüyorum,” dedi Steffie omuz silkerek.
“Neredeyse hepsiyle tanıştım ve hepsi çok tatlıydı.”
“Peki, diğer kardeşine ne olmuş? Şu ürpertici olana?”
“Hi, Brendan… Bu konuyla ilgili tek bildiğim onun öldüğü ve herkesin bundan memnun olduğu,” dedi Vanessa.
“Belki şu Montana’daki ateşli biridir,” dedi Steffie kirpiklerini oynatıp. “Bu ilginç bir gün olacağa benziyor.”
“Andy ile tanıştım ve onun gerçekten çok sevimli biri olduğunu söylemeliyim. Mia bir keresinde ailesindeki tüm erkeklerin birbirine benzediğini söylemişti, yani Dağ Adamı da muhtemelen sevimlidir. Sadece bunca zamandır tek başına yaşadığı için biraz tuhaf olacağını düşünüyorum. O yüzden teşekkür ederim, ben almayayım.”
“Ee, ne olmuş? Daha önce garip şeyler yapmıştın.”
“Bu kesinlikle benim uzmanlık alanım. O kadar çok sorunlu erkekle çıktım ki bunlardan daha başka bir model yok diye düşünmeye başladım. O yüzden münzevinin ne kadar ateşli olduğunu hiç umursamıyorum. Tüm bunlarla işim bitti artık.” Başını salladı: “Yok illa benim için bir şeyler yapacaksan, sıkıcı ve normal bir şeyler olsun. Eşya yok, sorun yok, dram yok.”
“Bu bana pek eğlenceli gelmedi.”
“Bana bir ömür yetecek eğlenceyi yaşadım ben. Başka bir erkeği, herhangi bir zaman diliminde ya da ara sıra sevişmek dışında isteyeceğimden pek emin değilim, ama eğer bir erkek arkadaşım olursa, ıstırap verici şekilde kibar olması gerek.” Boşalan dondurma bardağını kaldırıp, “Vanilyalı! Üzüm olmasın. Cumartesi sabahlan cadde üstünde araba yıkayan, sonbaharda arka bahçedeki yaprakları süpüren ve kahvaltı masasında gazete okuyan biri olacak. Bir eli bende, diğeri patlamış mısırda beraber film izlerken iyi vakit geçirdiğini düşünen adamlardan biri olacak,” dedi.
Steffie gözlerini devirdi.
“Bunları duyduğuma inanamıyorum. Şu anda kız kardeşimin inanılmaz sıkıcı olan hayatını tarif ettin ve bir gün benim de sonumun böyle olacağını düşünmek beni dehşete düşürüyor. Bu benim en kötü kâbusum.”
“Bu da senin bağlılık fobinin nedenini gayet güzel açıklıyor.”
“Denemeden hiçbir şeye kapını kapatma.”
“Bu belaltı çalışmak, Stef.”
“Üzgünüm, gerçekten. Lanet olsun. Çok üzgünüm.” Steffie pişmanlıkla bakıp, “Düşünmeden söylediğim saçma sapan şeyleri geri almam için biraz zaman ver,” dedi.
“Sorun değil. Bu doğru. En azından bir zamanlar doğruydu, ama başımdan ciddi anlamda iki kötü evlilik geçirmem beni tüm bunlara karşı sertleştirdi.”
Dondurmasını bitirip kaşığını temizledi.
“Her neyse, söylediğim gibi, Dağ Adamı muhtemelen birkaç yıldır bir münzevi gibi yaşadığından biraz tuhaflaşmıştır. Bu yüzden ne kadar ateşli olduğu beni hiç ilgilendirmiyor. Düğünde de her zamanki gibi tatlı ve eğlenceli olacağım, çünkü o Mia’nın kardeşi. Ama Mia’nın dediği gibi gerçekten asosyal biriyse, kız kardeşi çiçeğini atmadan önce muhtemelen Montana’ya giden bir uçağa binmiş olacaktır. Bu da benim için sorun olmaz.”
“Güzel, eğer St. Dennis’te olduğu süre boyunca sıkılır ya da yalnız hissederse, onu bana yollayabilirsin.”
Steffie sandalyeden kalkarken, “Bu akşam yemeği Kaptan Walt’un yerinde yememizin bir sakıncası var mı? Lola’nın yeri için yeterince şık değilim ve eve gidip üstümü değiştiremeyecek kadar yorgunum,” dedi.
“Walt’un yeri bana uyar. Oradaki kızarmış deniz ürünleriyle yapılan servisi seviyorum.”
Vanessa kalkıp kâğıt bardak, peçete ve plastik kaşıklan toplayarak kapının yanındaki çöp kutusuna attı. Ateşli adamla ilgili düşünceleri yerini hafif kızarmış istiridye, bir parça kayabalığı ve Walt’un meşhur büyük, yuvarlak yengeç böreklerine bırakmıştı.