“Aslında, insan beyni gerçekten keşfedilmemiş bir bölge gibidir; dünyayı o yönetiyor olsa da, beynimiz hakkında çok az şey biliyoruz. İşte bu keşfedilmemiş bölgeye, Erin ve Ted gibi cesur yazarlar girip de hafıza gibi karmaşık bölgelerle, duygular ve ilişkilerle ilgilendiğinde, kapılıp gidiyorum. Eminim ki, bu yaratıcılık dolu hikâye, okuyucuları da alıp götürecektir. Unutulmaz bir şey!”
Melody Carlson, Finding Alice and The other Side of Darkness kitaplarının yazarı
“Erin Healy ve Ted Dekker’ın yazdığı Çalınmış Hafizalar, beni ilk cümlesiyle içine çeken, muhteşem bir macera romanı. Kitabı okurken sürekli tahminlerde bulunup durdum. Bir daha bir öpücüğe aynı gözle bakabilir miyim bilemiyorum. Sıradaki kitabı merakla bekliyorum!” Colleen Coble
(…) On bir yaşındaydım. Patrice, babamın izniyle beni terbiye etmeye kalkıştığında, üç gündür üvey annemdi. Babam Rudy’i, o beni seçti. Onun annelik ve terbiye anlayışı, tabi buna annelik denilirse, beni tuvalete kilitlemek, annemin bana yapmış olduğu resim ve yazı albümünü yakmak ve bir gün boyunca bana yemek vermeyi reddetmekten ibaretti. Büyüdükçe bu davranış tarzına bir anlam vermeye çalışmaktan vazgeçip, küstahlaşmaya başladım. O da daha ağır yöntemlerle karşılık verdi. Birbirimize olan düşmanlığımızı gizlemiyorduk. Bana vuracak ve beni yakacak kadar sinirlendiğinde, artık katlanamayarak, Landon’a anlattım. Ona, Patrice’in, temiz çamaşırlarımı henüz sıkma işi bitmeden kurutucudan aldığım için ütü buharıyla sol kolumun iç tarafına yaptığı üçgen şeklindeki yanıkları gösterdim. Landon bana bir merhem uzattı ve “Bir daha karım hakkında yalan söyleyecek olursan, yaralarını ben saracağım. Ama inan, benim dokunuşumdan hiç hoşlanmayacaksın” dedi.(…)
***
Önsöz
Terapistimin penceresinden sıradan bir manzara görünüyordu. Dört kat aşağıdaki asfalt park yeri, Teksas’ın kavurucu yaz sıcağından dağlanıyordu. Öylece manzarayı izleyerek durdum. Zaten bu, arkamda duran iki adama bakmaktan daha kolaydı. Onlardan biri, sevgili doktor Ayers’ti; şimdiye dek tanıdığım en erdemli ve tecrübeli kişi… Kırışmış kakao renkli cildine ve pamuktan daha beyaz saçlarına bakılacak olursa seksen yaşında olabilirdi. Fakat, o, elli yaşında gibi çevikti. Canım kardeşim Rudy de oradaydı. O, benim hep, kendisinin de olduğu gibi aklı başında olmam için çabalamıştır.
Rudy bu seanslara, ona ihtiyacım olduğunu bildiği için gelir.
Bense -haftalardır- geçmişi ardımda bırakmak için geliyorum.
Fakat bugün, beş aydır ilk kez bu gece, babamı göreceğim için buradayım. Landon ile karşılaşmalarım, en iyi koşullarda bile zor olur. Sonu hep aynı öfke nöbetleri, sert sözler ve yeni açılan yaralardır. Fakat bu gece, Landon ile yüzleşmek zorundayım. Benim geçmişim değil, onun geleceği hakkında…
Evet, babama adı ile seslenirim. Bunun aramızda yarattığı mesafe, acımı hafifletmeye yardımcı olur.
Dr. Ayers arkamdan. “Yani senin ikilemin, babanla yüzleşmenden doğacak olan sonuçların, sessiz kalmandan kaynaklanacaklardan daha berbat olmasından korkman,” dedi.
Kafamı, onaylar gibi bardağa doğru eğdim. “Elbette her şeyden kaçmayı tercih ederim. Rudy bile, daha çok şey… bilene kadar susmam gerektiğini söylüyor. Ve, eğer haklıysam ve şimdi konuşmazsam…” Neden buradayım? Pireyi deve yaptım ve herkesin vaktini boşa harcıyorum. Buna bir son vermeliyim. “Muhtemelen, Landon beni dinlemeyecektir bile. Seni dinlediği gibi değil Rude.”
Rudy, “O, seni de dinliyor,” dedi. Her zaman olayların olumlu yanlarına bakar.
Gerçek ise; Landon beni hiç dinlemez. Fakat, Senatör Landon McAllister’in Amerikan başkanlığı için yaptığı girişimlerde yardımcı kampanya menajeri olan Rudy, onun yolundan gitmekteydi. Bu yüzden, tüm dikkati ona yönelikti. Ayrıca Rudy, anneme de benim kadar benzemez. Annem, sütlü kahve teniyle, Guatemalalı bir güzelliğe sahipti. Kalın telli siyah saçlarım ortaya çıktığı günden beri, kişiliğim kadar görüntüm de anneme benzedi. Bugün bile saçlarıma, annemin eskiden yaptığı gibi kısa ve dağınık bir model veririm. Uzun bacaklarım ve boyum, uzun adımlarım ve gülüşüm anneminkiyle aynıdır.
Tüm acayipliklere karşın, babamızın baskın olmayan İrlanda genleri genetik savaşını kazanarak, Rudy’de mevcut hale gelmiş. Bence, bana bakmak babam için hep acı verici oldu.
Rudy, terapiste “Onun bunu gizlemesi gerektiğini düşünmüyorum. Bence, Shauna çok dikkatli davranmalı. Hatta mümkünse, daha fazla köprü yıkmaktan kaçınmalı. Fakat, Shauna haklıysa, Tanrı bize yardım etsin,” dedi.
Sonunda kardeşime dönerek, “Landon’la senin sahip olduğun ilişkiye asla sahip olamayacağım hâlde, amacım bir şeyleri yıkıp dökmek değil Rudy,” dedim. Bu gerçek, beni öğrendiğim şeyden bile daha çok acıtıyor. Öğrendiğim şey ise, göreceli de olsa dehşet verici.
Gerginlik başımın ağrımasma neden olmuştu. Omurgamın üst bölgesinden başlayan ağrı, başımın arka kısmına kadar ulaştı. Şu an hissettiğim rahatsızlık, şüphelendiğim şeyden de, babamın beni bu gece yine reddedeceğinden emin olmamdan da kaynaklanıyor olabilir.
Evet, eminim; tekrar reddedilme olasılığı midemi bulandırıyor.
İkinci reddediliş daha acı verici olmasına ve üst üste gelip çarpıntı etkisi yaratan bir kalp ağrısına dönüşmesine rağmen, babamın ilk kez bana sırtını döndüğü anı asla unutmayacağım.
Rudy, istemeden, Landon’ın ilk terkediş sebebi olmuştu. Kardeşim, ben yedi yaşındayken dünyaya geldi ve annemiz, onun doğumundan on dokuz dakika sonra öldü. Annemin öldüğünü duyduğumda, nefes almakta zorlandığımı hatırlıyorum. Gerçekten de, annemin o küçücük bebek yüzünden öldüğü ilk birkaç saatte, ben de annemle beraber ölebilirim diye düşünmüştüm.
Babam, annemin ölümünden beni sorumlu tutuyor gibi görünse de, bunun Tanrı’nın suçu olduğunu söyledi. Ama, ben asıl hedeftim diye tahmin ediyorum.
Annemin doktoru o acı haberi verdikten sonra, babam amcamla ilgili bir şeyler mırıldandı ve Rudy’yi alıp, beni hastanede bırakarak gitti. Amcam Trent, beni iki saat sonra, bekleme odasında bir sandalyenin arkasında saklanırken buldu.
Gerçekler yalnızca incitmiyor, utandırıyor da; o an Rudy’nin ölmüş olmasını dilemiştim, bu bir gerçek. Annemin tabutunun başında durduğum gün düşündüm, Rudy’nin ciyaklayan yüzünü yumuşak mavi battaniyeyle kapatsaydım ne olacaktı diye. Evrendeki dengenin annemi geri getirebilmesini diledim.
Rudy’nin kalbinin benimkinden daha yıkık dökük hâlde olduğunu anlamam, yalnızca bir gecemi aldı. Annemin geri gelmesi için döktüğü gözyaşları sanki durmayacaktı. O gece, onu bir şişe sütle besledim ve yatağımda uyuttum; annemin hatırasını, onunla hiç tanışmamış bu küçük çocukta yaşatmaya söz verdim.
Şimdi yirmi sekiz yaşındayım ve reddedilmenin açtığı yaraların zamanla iyileşmeyeceğini çoktan anlamış durumdayım. En ufak bir dokunuşta tekrar açılıp, ilk günkü kadar derin bir hâl alıyorlar. Bu acı, burada, Austin’deki yağmur mevsiminde olan ani seller kadar gerçek, bunaltıcı ve durdurulamaz.
Bu acı, başarılı bir şekilde ondan kurtulabilmiş sayılabileceğim zamanlarda bile, beni hep Tanrı’dan ve insanlardan uzak tutar. Arada bir, bu durumdaki tutarsızlığı düşünürüm; bir zamanlar, bana gerçekçi ve rahatlatıcı görünen annemin Tanrı’sı, annemle beraber ölmeyi nasıl başardı?
Bir gecede birçok ölüm…
Ve bu gece, burada, bir başka ölümü karşılamak üzere bulunuyorum. Umudun ölümü… Hayatımın büyük bir bölümünü, babamdan nefret etme ve onun sevgisini kazanmayı umut etme duygularının yarattığı gerginliği hissederek yaşadım.
Ne zamandan beri bilmiyorum ama şu an fark ettim ki, ağlıyorum.
Doktor Ayers’in yumuşak sesi duyuldu. “Araştırdığın bu olayda, babanın suçu olduğuna inanıyor musun?”
Bu soruyla, Landon’a hissettiğim sevgiden kaynaklanan hassas noktama ulaşmış gibi, başka bir soru soruyordu sanki. Bu soru altında ima edilen başka bir soru. Landon’un sevgisine hasret olan içimdeki hassas noktaya, bir bıçak gibi saplandı. Babanın, seni incitmekten başka bir suçu olduğuna inanıyor musun? Gerçek mi, yoksa sadece geçmiş mi umurunda?
Her nasılsa, her ikisi de umurumda. Bu mümkün mü?
“Onun suçlu olduğuna inanıyorum. Bundan öte…” Şöyle bir burnumu çektim ve “Henüz bilmiyorum. Fakat çok yakında biliyor olacağım. Çok yakında,” dedim.
Doktor Ayers deri koltuğunda geriye yaslandı ve buruşmuş ellerini zayıf karnında kavuşturdu.
“Söyle bana, bu karşılaşmadan ne bekliyorsun?”
Aklımdan bir sürü mantıklı cevap geldi geçti. Aslında, haksız olmayı isterim. Landon’ın bana, şüphelendiğim hiçbir şeyin doğru olmadığını söylemesini isterim. Babamın beni; endişeleneceğim hiçbir şey olmadığı ve asla aptal, yaralayıcı bir şey yapmayacak doğru bir adam olduğu konusunda ikna etmesini isterim. Yapmış olduğunu tahmin ettiğim şeyi yapmadığını bilmek…
Rudy ne olduğunu anlamak ister gibi bana bakıyordu. Ve gerçekten ne istediğimi düşünmek midemde bir ağrı yaratıyordu. Sandalyeme doğru gidip, oturdum.
“Onun gizlediklerini ortaya çıkarmak istiyorum,” dedim düşünmeden. “İhanetin nasıl hissettirdiğini ona göstermek istiyorum. Onu alt etmek istiyorum.”
Gözyaşlarım hıçkırığa dönüştü. Elimde değildi; kendimi durduramadım.
Rudy, ağlamamı durdurmam için uyarır gibi değil de, destek olduğunu göstermek için ellerini dizlerime koydu.
Babama olan nefretim, o bana ikinci kez sırt çevirdikten sonra hayatımın bir parçası oldu.
On bir yaşındaydım. Patrice, babamın izniyle beni terbiye etmeye kalkıştığında, üç gündür üvey annemdi. Babam Rudy’i, o beni seçti. Onun annelik ve terbiye anlayışı, tabii buna annelik denilirse, beni tuvalete kilitlemek, annemin bana yapmış olduğu resim ve yazı albümünü yakmak ve bir gün boyunca bana yemek vermeyi reddetmekten ibaretti. Büyüdükçe bu davranış tarzına bir anlam vermeye çalışmaktan vazgeçip, küstahlaşmaya başladım. O da, daha ağır yöntemlerle karşılık verdi. Birbirimize olan düşmanlığımızı gizlemiyorduk.
Ona, benim de annemi hatırlattığımı seziyorum.
Bana vuracak ve beni yakacak kadar sinirlendiğinde, artık katlanamayarak Landon’a anlattım. Ona, temiz çamaşırlarımı henüz sıkma işi bitmeden kurutucudan aldığım için, Patrice’in ütü buharıyla sol kolumun iç tarafına yaptığı üçgen şeklindeki yanıkları gösterdim.
Landon bana bir merhem uzattı ve “Bir daha karım hakkında yalan söyleyecek olursan, yaralarını ben saracağım. Ama inan ki benim dokunuşumdan hiç hoşlanmayacaksın,’’ dedi.
Karım… Anneme her zaman aşkım diye hitap etmişti.
Doktor Ayers, beni sakinleştirmek için hiçbir çaba göstermedi. Önceden, ağlamanın en iyi ilaç olduğunu söylemişti. Sonunda, söylemiş olduğum şeyin doğruluğunu kanıtlamak için birkaç kelime bulmaya çalıştım.
“Landon yaptığı şeyin cezasını çekerse, hesabı kapatacağım.”
Doktor, “Ne hesabı?” dedi.
“Geçmişle ilgili hesabım,” diye yanıt verdim.
Cevap vermek için birkaç dakika beklerken, ben de kendimi toplamaya çalıştım.
“Yani şimdi, yeni bir hayata başlaman için geçmişten sıyrılman gerektiğini söylüyorsun.”
Doktor Ayers’in sesinde, sakinlikten çok bir sorgulama vardı.
Mendille burnumu sildim ve “Evet, tam olarak bahsettiğim bu. Geçmişi ardımda bırakmak istiyorum,” dedim.
“Babanın senin üzerine yıktığını, sen onun üzerine yıkarak… Onu ihanete uğratmaktan bahsettin, öyle mi?”
“Hayır, üzerine bir şey yıkarak değil, sadece beni hatırlamasını sağlayarak.”
“Evet, tabii ya. O seni hatırladığında, sen amacına ulaşmış olacaksın; yani geçmişi unutabileceksin.”
Sözleri beni bir karmaşaya sürükledi. Bunu söyleme şekil sanki yanlış yoldayım gibi hissettirmişti ama tüm amacım aklımda apaçık ortadaydı. Zaten böyle olmaz mı hep? Geçmişle uğraşıp adalete ulaşmak değil midir acıların silinmesine yardım eden?
“Öyle de denebilir,” dedim.
Doktor Ayers, sanki şimdi her şeyi daha iyi anlamışçasına, kafasını onaylar gibi salladı. Kalkıp masaya dayandı ve bana doğru eğildi.
Yaşlanmış elini uzattı ve omzuma dokundu. “Sakıncası yoksa, sana başka bir teoriden bahsedebilir miyim?”
Gerçekten, hiçbir fikrim yoktu.
Doktor doğruldu ve “Planının seni geçmişten uzaklaştırmak yerine, daha çok geçmişe bağlama ihtimali de var,” dedi.
İçimdeki karmaşa daha da arttı. “O zaman, geçmişi nasıl arkamda bırakmamı önerirsiniz?”
“Geçmiş senin arkanda tatlım. Ve sonsuza kadar da orada kalacak. Onu yok edemezsin…”
“Ama yok etmek istiyorum. Bunu yapabileceğime inanıyorum.”
“Daha fazla acıya neden olarak mı? Matematiksel olarak, bu doğru gözükmüyor.
“Sadece görmezden gelerek halledemem bunu.”
“Bu doğru.”
“Ama Landon ile yüzleşmemem gerektiğini düşünüyorsunuz.”
“Shauna, ben senin yapman gereken hakkında bir değerlendirme yapmıyorum. Yalnızca senin isteklerin hakkında konuşuyorum. Gerçekten ne istiyorsun?”
“Unutmak… her şeyi, beni sevmesi gereken kişilerin neden olduğu tüm inciten hatıraları, hepsini unutmak istiyorum. Birinin benden tüm bu hatıraları alıp, silmesini istiyorum.”
Doktor Ayers gülümseyerek, “Bir zamanlar ben de böyle hissetmiştim.” dedi.
Şöyle derin bir nefes aldım.
Doktor, “Biliyorsun, burada insanlara yardım etmeye başlamadan önce bir pederdim,” diyerek ofiste gidip geldi. “Din adamlığı farklı ama değeri daha az olan bir iş değil. Tanrıyı sevdiğini söyleyen ama onun zenci çocuklarından nefret eden halk tarafından kürsümden edilmiştim. Birçok senemi, senin şu an hissettiğin duyguları hissederek harcadım. Hâlbuki, şimdiki aklım olsa, bu acıyı hissetmeme neden olan anılarımdaki umutsuzluğu da, o insanların kötülüklerini de silecek bir yol bulurdum.”
Tekrar öne doğru eğilip, yanıma yaklaştı. “Ama daha iyi bir şey keşfettim. Shauna, hayatta kalabilmen için nefes alıp vermen kadar önemli bir şey daha var; geçmişin. Sonunda, anılarını acıyla mı yoksa öngörüyle mi doyuracağına karar verebiliyorsun. Unutmak bir seçenek değil. Şimdi sana doğruyu söylüyorum: Acı, Tanrı’nın hayat için olmasını planladığı bir şey değil. Acı, bir gerçek fakat planın bir parçası değil.”
Bir nefes aldım ve “Tanrı ve ben tam olarak iyi bir ilişkiye sahip değiliz; özellikle de benim hayatımla ilgili planları konusunda.”
“Acı ya da öngörü Shauna, bunlar senin kontrolünde olan şeyler.”
Kafamı ellerimin arasına aldım; hiçbir şeyin benim kontrolümde olmadığından, hiç bu kadar emin olmamıştım.
* * *
Doktor Ayers‘in uyarısına rağmen, bu gece Landon’la konuşmaya karar verdim. Sonucun ne olacağını düşünmeden -ki benim için bir son veriş ya da onun için daha çok acı olabilir— gerçeğin buna karar vermesini diledim.
Bunun yerine, o an geldiğinde tüm sözleri unutur gibiydim. Landon alışılmadık bir insandır. Başından beri üstünlüğü elde etti. Konuya bağlı olmak yerine, hep, onun söylediği şeylere karşı savunma yapmak durumundaydım. Şimdi net olarak hatırlayamıyorum ama ne zaman ona gerçeklerden bahsetmek için çabalasam, o, birkaç sert sözle beni ezmeyi başardı.
Ve, ben yine buradayım… Landon ile yaşanan bir başka tartışmanın etkisinde, gecenin bir vakti, yağmurdan ıslanmış yolda hızla araba kullanıyorum. Daha önceden birçok kez yaptığı gibi, Rudy yine benim öfke bulutumu dağıtmak için geldi. Benim atıp tutmalarıma hafiften bir gülümsemeyle karşılık verdi. Bazen beni eğlenceli bulduğunu düşünüyorum.
Islak asfalta değen tekerin vızıltısı, daralmış kalbimi biraz rahatlattı. “Onun bu kadar üzerime gelmesine nasıl izin verdim bilmiyorum Rude.”
Sen gayet iyiydin, bence iyi bir baskı kurdun ”
“Ama yeterli değildi.”
“Tamam, yeterli değildi.” Rudy, gerçekleri söylemekten çekinmez. Arabayla aşağıya doğru eğimli yolu izleyip, köprünün üzerine, bizi doğuya yani Austin’a götürecek olan yolu takip ediyoruz.
“Tüm bunlann altında gizlenmiş bir gerçek var; babam seni merak ediyor, biliyorsun.”
Rudy’e baktım. Hayır, bunu bilmiyordum. Tıpkı Rudy’nin, Patrice’in vücuduma yaptığı ütü izlerini bilmediği gibi… Bunu, Doktor Ayers’e söylemiştim ama Rudy’e değil. Rudy ve Patrice iyi anlaşırlar.
“O, ne için endişelenir ki?” Minik arabamın güvensiz oluşuyla mı yoksa kalbimin ne hissettiğiyle mi?
Kalbim, kollarımın altındaki deriden bile daha fazla parçalanmış hâlde.
Peki neden hâlâ kendimi bir şeyler dilemekten alıkoyamıyorum? Mesela Landon’ın sadece…