Bildiğimiz yerlerden uzakta, farklı bir boyutta, tanımadığımız akıllı ırkların; Kara Elf’lerin yaşadığı karanlık bir yer; Menzoberranzan…
Soylu evin prensi; Drizzt Do’Urden, kendi ırkında olmayan bir şeyler arıyor. Dürüstlük, bağlılık, paylaşmak gibi insana ait şeyler… Bu bir yolculuk hikayesi… Unutulmuş diyarlarda, anayurdunda bulamadığı, görmediği ama hissettiği şeylerin peşinde koşan Drizzt Do’Urden’in yolculuğunun hikayesi…
***
BAŞLANGIÇ
Ne bir yıldız süsler bu ülkeyi bir şairin gizemli parıltısıyla, ne de güneş yaşam dolu ılık ışıklarını gönderir buralara. Burası Karanlıkaltı’dır; Unutulmuş Diyarlar’ın telaşlı yüzeyi altındaki gizli dünya. Burada gökyüzü acımasız bir kayadır. Duvarlar, ölümün, buraya gelme yanılgısına düşecek kadar budala yüzey canlılarının meşale ışığı ile grileşmiş rengini yansıtır. Burası onların dünyası değildir. Burası ışığın dünyası değildir. Buraya davetsiz gelenlerin çoğu geri dönmezler.
Yüzeydeki evlerinin güvenliğine kaçabilenler ise değişmişlerdir. Gözleri gölgeleri ve karanlığı görmüştür. Bu, Karanlıkaltı’ndaki kaçınılmaz akıbettir.
Kapkaranlık koridorlar döne dolaşa ilerler bu kasvetli diyarda ve irili ufaklı mağaraları birbirine bağlar. Uyuyan bir ejderin dişleri kadar keskin taş yığınları kimi zaman sessiz bir tehditle bekler, bazen de davetsiz misafirlerin yolunu kesmek ister gibi yükselir.
Burada derin, felaketi çağrıştıran bir sessizlik hüküm sürer, pusuya yatmış yırtıcı bir hayvanın sükuneti. Yolu Karanlıkaltı’na düşenlere işitme duyularını tamamıyla yitirmediklerini anlatan tek ses uzaklardan yankılanan bir su damlamasıdır. Bu, tıpkı bir yaratığın yürek atışları gibidir. Sessiz kayalardan süzülerek Karanlıkaltı’nın dondurucu havuzlarına akar. Bu havuzların karanlık ve durgun yüzeylerinin altında neyin olduğu ise bir tahminden öteye gitmez. Hangi sırlar cesurları, hangi dehşetler budalaları bekler, bunu sadece hayal gücü söyleyebilir… Ta ki sükunet bozulana dek.
Burası Karanlıkaltı’dır.
* * * * *
Burada yaşam bölgeleri bulunur, yüzeydekilerin pek çoğu kadar büyük şehirler. Bir yolcu, gri kayaların sayısız kıvrım ve dönüşlerinden herhangi birinde, ansızın kendini boş dehlizlerle keskin bir tezat oluşturan böylesi bir şehirde bulabilir. Ancak, buraları bir sığınak değildir, yalnızca budala gezginler böyle sanır. Bu şehirler tüm diyarlardaki en şeytani ırkların vatanlarıdır ki bunların en bilinenleri duergarlar, kua-toalar, ve drowlardır.
İki mil genişliğinde ve bin ayak yüksekliğinde böyle bir mağarada beliriverir Menzoberranzan; drow elflerinin ırkına özgü, başka bir dünyaya ait ve ölümcül bir zarafet taşıyan abide. Menzoberranzan, drow ölçülerine göre büyük bir şehir değildir; yalnızca yirmi bin kara elf barınır burada. Eski çağlarda kaba şekilli sarkıt ve dikitlerle dolu boş bir mağara olan bu mekan, şimdi sessiz ve büyülü bir ışıltı saçan sıra sıra oyulmuş kaleleriyle bir sanat eserini andırır. Şehir biçimsel bir mükemmelliktir; tek bir taş bile doğal halinde bırakılmamıştır. Ancak, bu düzen ve kontrol duygusu yalnızca zalim bir görünüm, kara elflerin yüreğini yöneten kaos ve kötülüğü gizleyen bir aldatmacadır. Tıpkı şehirleri gibi, onlar da güzel, zarif ve hoş yaratıklardır. Keskin ve büyüleyici çehreleri vardır.
Yine de, bu kuralsız dünyanın yöneticileri drowlardır; ölümcüllerin en ölümcülü. Tüm diğer ırklar onlara karşı temkinli davranır. Güzellik bir kara elfin kılıcının ucunda solar. Drowlar hayatta kalmayı bilir. Burası Karanlıkaltı’dır; ölüm vadisi… İsimsiz kabusların ülkesi.
*
KISIM 1
Mevki
Mevki; tüm drow dünyasında daha önemli başka bir sözcük yoktur. Bu onlarm-bizim-dinimizin bir gereği, açlık çeken yüreğin ardı arkası kesilmeyen uğraşıdır. İhtiras iyi niyeti bastırır, merhameti söküp atar.. Hepsi O’nün adına yapılır: Lloth, Örümcek Kraliçe.
Drow toplumunda güce ulaşmak basit bir suikast işleminden geçer. Örümcek Kraliçe bir kaos tanrıçasıdır. Drow dünyasının gerçek hükümdarları olan Lloth ve onun ulu rahibeleri ihtiras içinde zehirli hançerlerine sarılanlara kötü gözle bakmazlar.
Elbette ki davranış kuralları vardır ve her toplum bu kurallarla övünmelidir. Alenen cinayet işlemek ya da savaş ilan etmek göstermelik bir adaleti davet eder ve drow adaleti adına verilen cezalar acımasızdır. Bir savaşın karmaşası içinde ya da bir kuytunun karanlıklarında rakibin sırtına bir hançer saplamak ise oldukça kabul gören, hatta alkışlanan bir şeydir. Soruşturma drow adaletinin güçlü bir yönü değildir. Hiç kimse uğraşacak kadar umursamaz.
Mevki, Lloth’un yöntemidir; kaosu sürdürmek ve drow ırkından ‘çocuklarını’ kendilerinin yarattığı kişisel tutsaklıkları içerisinde tutabilmek için onlara bahşettiği ihtirastır. Çocuklar mı? Daha doğrusu piyonlar; Örümcek Kraliçe için raks eden bez bebekler; hissedilmez ancak güçlü ağlarına yapışmış kuklalar. Hepsi Örümcek Kraliçenin merdivenlerine tırmanır; hepsi onu memnun etmek için avlanır ve hepsi onu memnun etmek için av olur.
Mevki benim toplumumun çelişkisidir; gücün, güce duyulan açlığın içinde kısıtlanması. Güç ihanetle kazanılır ve güce sahip olana karşı ihaneti davet eder. Menzoberranzan’ın en kudretlileri, günlerini sırtlarını bulacak hançere karşı arkalarını kolaçan ederek geçirirler.
Ölümleri ise çoğunlukla önlerinden gelir.
– Drizzt Do’Urden
***
1
Menzoberranzan
Yaşayan birinin bir ayak ötesinden, fark edilmeden geçebilirdi. Sürüngen bineğinin ayak sesleri duyulamayacak kadar hafifti ve hem sürücü hem de bineğin giydiği kusursuzca yapılmış esnek örme zırh, her hareketlerinde eğilip katlanıyor ve sanki derilerinin bir parçasıymış gibi duruyordu.
Dinin’in sürüngeni engebeli zeminde, duvarlarda ve hatta uzun tünelin tavanında rahat ancak çevik hareketlerle ilerledi. Yer altı sürüngenleri yapışkan, yumuşak ve üç parmaklı ayakları yardımıyla kayalara bir örümcek kadar kolay tutunabildiklerinden, tercih edilen bineklerdi. Aydınlık yüzey dünyasında, sert zeminlerde yol almak geride lanet izler bırakmazdı, ancak Karanlıkaltı’nın neredeyse tüm yaratıkları infra görüş yetisine sahiptiler. Ayak izleri, bir dehlizin zemininde sıradan bir yol izlediklerinde kolayca fark edilebilecek ısı kalıntıları bırakırdı.
Sürüngen bir tavan uzantısı boyunca ağır ağır ilerlerken, Dinin oturduğu eğere sıkıca yapışmıştı. Sonra hayvan kıvrak bir hareketle bulundukları yerden duvarın uzak bir noktasına sıçradı. Dinin izlerinin sürülmesini istemiyordu.
Ona yolunu gösterecek bir ışığı yoktu, ayrıca buna ihtiyaç da hissetmiyordu O bir kara elfti, bir drow, dünya yüzeyinde yıldızlar altında dans eden şu orman halkının kara derili kuzenlerinden biri. Dinin’in karmaşık ısı çeşitlemelerini canlı ve renkli imgelere çevirebilen gelişmiş gözleri için Karanlıkaltı ışıksız bir dünya olmaktan çok uzaktı. Uzaktaki bir çatlak veya sıcak bir akıntı tarafından ısıtılmış duvarlarda ve zeminde spektrumun tüm renkleri dönüp durmaktaydı. En belirgin olanı da yaşayan varlıkların bıraktığı ısı idi ve bu da kara elfe düşmanının tüm ayrıntılarını yüzeyde yaşayan birinin parlak gün ışığında görebileceği kadar net algılama olanağı sağlıyordu
Normalde Dinin şehri yalnız terk etmezdi. Karanlıkaltı dünyası yalnız geziler için fazlasıyla tehlikeliydi, bir kara elf için bile. Ancak bugün durum farklıydı. Dinin geçişinin dostça olmayan drow gözleri tarafından fark edilmediğinden emin olmak zorundaydı.
Oymalı bir kemerin ötesinden gelen büyülü mavi bir parıltı, drowa bir şehir girişine yaklaştığını söylüyordu. Dinin kertenkelesini yavaşlattı. Menzoberranzan’ın Akademi’ye bahşedilmiş kuzey bölümü olan Tier Breche’ye açılan bu dar geçidi pek az kişi kullanırdı ve sadece Akademi’nın öğretmenleri olan üstatlar şüphe uyandırmadan buradan geçebilirlerdi.
Dinin bu noktaya her gelişinde asabileşirdi. Menzoberranzan’ın ana mağarasının dışına açılan yüz tünelden en iyi korunanı buydu. Kemerli yolun ilerisinde, birbirinin eşi iki örümcek heykeli sessiz bir savunma içinde oturmaktaydı. Eğer bir düşman geçecek olursa, örümcekler canlanıp saldırırlar ve Akademinin her yanında alarmlar çalardı.
Dinin kertenkelesinden inerek sürüngeni göğüs hizasında bir duvara tutunmuş halde bıraktı. Piwafwisinin; büyülü, koruyucu pelerininin yakasına uzandı ve boyun kesesini aldı. Bunun içinden, sekiz bacağının her birinde değişik bir silah bulunan ve üzerinde Do’Urden ailesinin eski ve resmi adı olan Daermon N’a’shezbaernon’u simgeleyen ‘DN’ harflerinin kazınmış olduğu örümcek şeklindeki aile nişanını çıkardı.
“Dönüşümü bekleyeceksin,” diye fısıldadı Dinin kertenkelenin kulağına, bir taraftan da elindeki nişanı hayvanın gözleri önünde sallandırarak. Tüm drow ailelerinde olduğu gibi, Do’Urden ailesinin nişanı da birçok büyülü özellik taşımaktaydı ve bunlardan birisi de aile üyelerine sahip oldukları evcil hayvanlar üzerinde mutlak bir kontrol sağlıyordu. Kertenkele sanki bulunduğu kayaya kök salmışçasına emre itaat edecekti, hatta en sevdiği yiyecek olan sıçanlardan bir tanesi çenesinin birkaç ayak ötesinde uyukluyor olsa bile.
Dinin derin bir soluk aldı ve ihtiyatla kemere doğru ilerledi. Örümceklerin on beş ayak yükseklikten kendisine pis pis baktıklarını görebiliyordu. O şehre ait bir drowdu, bir düşman değil, bu sebeple herhangi başka bir tünelden endişelenmeksizin geçebilirdi, ancak Akademi önceden kestirilemeyen bir yerdi. Dinin örümceklerin davetsiz drowların geçişini engellediklerini duymuştu. Dinin kendi kendisine korku ve olasılıklarla yitirecek vakti olmadığını anımsattı. Yapacağı iş ailesinin savaş planları için büyük önem taşıyordu. Gözlerini kule gibi dikilen örümceklerden kaçırıp, doğruca ileri bakarak aralarından yürüdü ve Tier Breche’nin zeminine ayak bastı.
Yana çekilerek durakladı, öncelikle kimsenin pusuya yatmadığından emin olmak, sonra da Menzoberranzan’ın geniş manzarasını hayranlıkla izlemek için. Drow ya da başkası, hiç kimse bu noktadan drow şehrine hayranlık duyguları beslemeden bakmamıştı. Tier Breche iki millik mağara zemininin en yüksek noktasıydı ve Menzoberranzan’ın geri kalan kısmının panoramik bir manzarasını izlemeyi olası kılıyordu. Akademinin bulunduğu yer oldukça dardı ve sadece drow okulunu oluşturan üç yapıyı barındırıyordu: Arach-Tinilith; Lloth’un örümcek şekilli okulu, Sorcere; zarif çizgilere sahip, pek çok sivri külah şeklinde çatısı olan büyücülük kulesi, ve Melee – Magthere; erkek savaşçıların sanatlarını öğrendikleri, nedense sade, piramit şekilli bina.
Tier Breche’nin ilerisinde, Akademi’nin girişini oluşturan şatafatlı dikit kolonların ardında, mağara aniden alçalarak yanlara doğru genişliyor ve Dinin’in her iki yana ve geriye doğru görebileceği mesafenin üzerine çıkıyordu. Menzoberranzan’ın renkleri drowların hassas gözleri için üç kat etkiliydi. Çeşitli yarık ve sıcak su kaynaklarından yayılan ısı çeşitlemeleri tüm mağarada girdap gibi dönmekteydi. Mor ve kırmızı, parlak sarı ve koyu mavi, birbiri içine geçmiş halde duvarlara ve dikit kümelerine tırmanıyor, ya da loş gri kaya üzerinde ayrı ayrı çizgiler halinde uzanıyorlardı. Kızılötesi spektrumdaki bu dağınık ve doğal renk değişimlerinden daha derli toplu olanları yoğun büyü bölgeleriydi; Dinin’in aralarından geçtiği örümcekler gibi. Bunlar neredeyse enerji ile parıldıyorlardı. Geri kalanlar şehrin asıl ışıkları; büyülü ateş ve evlerin üzerindeki vurgulanmış heykellerdi. Drowlar tasarımlarının güzellikleriyle övünürlerdi, özellikle de süslü püslü kolonları veya kusursuz sanat eserleri olan duvar ve çatılardaki hayvan başı şekilli oluk ağızları hemen her zaman daimi büyülü ışıklarla betimlenirdi.
Dinin bu mesafeden bile Menzoberranzan’ın ilk ailesine ait olan Baenre Evi’ni seçebiliyordu. Yirmi dikit ve bu sayının yarısı kadar dev sarkıtlarla çevrelenmişti. Baenre Ailesi beş bin yıldır varoluşunu sürdürmekteydi, yani Menzoberranzan’ın kuruluşundan beri, ve bu zaman zarfında malikanenin sanatsal yönünü mükemmelleştirme çabası asla durmamıştı. Görkemli yapının her santimi büyülü ateşle parıldamaktaydı; uzak kubbelerde mavi ve muazzam merkezi kubbede parlak mor.
Karanlıkaltı’nda yabancı, keskin mum ışıkları uzaktaki evlerin bazı pencerelerinden ışıldıyorlardı. Dinin, sadece rahibelerin ya da büyücülerin papirüslerle ve parşömenlerle dolu dünyalarında gerekli bir zahmet olduğu için ateş yaktıklarını biliyordu. Burası Menzoberranzan’dı, drow şehri. Yirmi bin kara elf yaşıyordu burada, kötülüğün ordusunun yirmi bin askeri.
Bu askerlerden bazılarının bu gece öleceğini düşününce, Dinin’in ince dudaklarına şeytani bir gülümseme yayıldı.
Dinin, Narbondel’i inceledi; Menzoberranzan’ın saat kulesi işlevini gören, büyük, merkezi anıt sütun. Başka bir yolla günler ve mevsimlerden haberdar olamayacak bir dünyada, drowlara zamanın akışını bildiren tek şeydi Narbondel. Her günün bitiminde, şehrin atanmış Başbüyücüsü sütunun kaidelerine alevlerini salardı. Büyü tüm çevrim süresince -yüzeydeki bir tam gün- orada kalır ve sıcaklığını ağır ağır Narbondel’e yayardı, ta ki tüm yapı kızılötesi spektrumda kıpkızıl parlayana dek. Büyücünün ateşi söndüğünden bu yana serinlemiş olan yapı şimdi tamamen karanlıktı. Büyücü şu anda çevirimi yeniden başlatmak için kaidenin yanı başında olmalı, diye mantık yürüttü Dinin.
Vakit gece yarısıydı, belirlenen saat.
Dinin örümceklerden ve tünel girişinden uzaklaştı ve duvarda kendi beden ısısının ayırdedici ana hatlarını örtecek ısı motiflerinin ‘gölgelerini’ arayarak Tier Breche’nin kuytularında sessizce ilerledi. Sonunda Sorcere’ye, büyücülük okuluna vardı ve kulenin eğimli kaidesi ile Tier Breche’nin dış duvarı arasındaki dar vadiye süzüldü.
“Öğrenci mi, öğretmen mi?” dedi beklenen fısıltı.
“Yalnızca bir öğretmen Narbondel’in kara ölümünde evden dışarı adım atabilir,” diye yanıtladı Dinin.
Kalın cübbeli bir figür yapının kavisinden çıkarak Dinin’in önünde durdu. Yabancı, Drow Akademisi’nin öğretmenlerine özgü geleneksel duruş biçimini koruyordu; dirsekten bükülü kolları önde, elleri göğsünün üzerinde sıkıca kavuşturulmuş.
Bu duruş, bu şahısta Dinin’e normal gelen tek şeydi. “Selam sana, Yüzü Olmayan,” diye işaret etti Dinin, drowlara özgü sessiz el mesajı ile. Bu konuşulan sözcükler kadar ayrıntılı bir dildi. Ancak, Dinin’in titreyen eli soğukkanlı suratını yalanlıyordu. Bu büyücü onu şimdiye dek hiç olmadığı kadar tedirgin etmişti.
“Do’Urden’in ikinci oğlu,” diye yanıtladı büyücü aynı işaret diliyle. “Ücretimi getirdin mi?”
“Ücretin karşılanacak,” diye haşince işaret etti Dinin sükunetini geri kazanarak. “Menzoberranzan’ın Onuncu Evi Daermon N’a’shezbaernon’un Saygıdeğer Anası Malice Do’Urden’in sözünden şüphe mi ediyorsun?”
Yüzü Olmayan hatasını fark ederek geriledi. “Özürlerimi sunarım, Do’Urden Evi’nin İkinci Oğlu,” diye yanıtladı boyun eğen bir ifade ile tek dizi üzerine çökerek. Büyücü, bu komploya dahil olduğundan beri, sabırsızlığının yaşamına mal olmasından korkuyordu. Kendi büyü deneylerinden biriyle uğraşırken başına gelen bir trajedi yüz hatlarının eriyip gitmesine ve geride boş, yeşil-beyaz bir madde kalmasına neden olmuştu. Rivayete göre, iksir ve merhem hazırlamakta koskoca şehirdeki hiç kimsenin boy ölçüşemeyeceği kadar becerikli olmakla ünlenmiş olan Saygıdeğer Malice Do’Urden ona yabana atamayacağı bir umut kırıntısı önermişti. Dinin’in nasır tutmuş yüreğinde en ufak acıma hissi yoktu, ancak Do’Urden Evi’nin büyücüye gereksinimi vardı. “Merhemini alacaksın,” diye söz verdi soğukkanlılıkla, “Alton DeVir öldüğü vakit.”
“Elbette,” diye onayladı büyücü. “Bu gece mi?”