Roman (Yabancı)

Anılarımla Yatak Odasında

anilarimla yatak odasinda 5ed3fc6e4b696Geçmişin izinde zincirleri kıran bir aşkın hikâyesi…

Bir kazada eşini kaybeden Kirsten, anılarını canlı tutmak için eşinin yaşamını senaryolaştırmaya kararlıdır…
Eşini canlandıracak ünlü ve yakışıklı oyuncu Ryan’la tanışması ve sonrasında yaşadıkları Kristen’ı sıra dışı olayların içine çeker…

Aşkın yakıcı tuzağına düşmemek için çabalayan Kristen, kendisini keşfetmeye kararlı bu adama daha ne kadar kayıtsız kalacaktır?

“Brown’ın kitapları soluk soluğa sayfa çevrilerek okunan türden.”
-Booklist-

“Bir çırpıda, nefes nefese okunan bir roman. Çok hoş.”
-Philadelphia Inquirer-

“Aşk romanı hayranları bu kitabı ellerinden bırakamayacaklar.”
-Boston Herald-

“Sandra Brown romanlarındaki baş döndüren kurgusuyla okuyucunun tansiyonunu nasıl yüksek tutacağını çok iyi biliyor.”
-Fresno Bee-

***

Birinci Bölüm

“Kapı açıktı, girdim.”

Duymayı hiç beklemediği bu ses karşısında başını ani­den çevirinceye kadar kadının gözlük taktığını bilmiyordu. Alelacele gözünden çıkardığı gözlük, önündeki Kraliçe Anne tarzı çalışma masasında yığılı metinlerin üzerine düştü. Kır­mızı kalemi de aynı şekilde elinden firlayıp kâğıtların üzerine düştü. Sanki kalp atışlarını durduracakmış gibi bir eliyle sol göğsünün üzerini tuttu.

“Beni ürküttünüz, Bay North.”

“Üzgünüm. Niyetim sizi korkutmak değildi.” İçinde bu­lunduğu aydınlık ve sade döşenmiş odayla kıyasladığında, Cehennem Melekleri’nden birinin dövmeli göğsünden emzi­rilmiş doğaüstü bir varlığa benzediğini düşündü. Kibirli yüz ifadesi buraya ait olmadığını söylüyordu. Gizlice gülümsedi, elindeki bez spor çantayı ayaklarının yanına koyup güneş gözlüklerini çıkardı. “Ön kapıyı tıklattım ama kimse cevap vermedi.”

“O halde belki zili çalmalıydınız.”

Kadın kızmıştı, aslında haklı olduğunu düşündü. O da yüzlerce -ve bu epey cömert bir tahmindi- öfkeli kadından biriydi. Gerçekten o da iğne dilli bir şirret miydi? Daha ilk tanışmalarında ona sarf ettiği bu sözlerle sonraki haftaların nasıl geçeceğine dair bir işaret vermek mi istiyordu? Hani onunla iş yapmaya hiç niyeti yokmuş gibi.

Birden dizlerinden birinin bağı çözüldü ve dengesini kaybedip hafifçe ileri doğru fırladı; kalça eriten, ağız kurutan, kalp durduran Farah Fawcett’in tüm zamanların en çok satan posteri karşısında dengede durmakta zorlandı.

“Başka bir kapıyı mı denemeliydim?” Somurtkan du­daklarında imalı bir gülümseme belirdi, bu onun bildik kibirli tavrıydı. “Anlaşılan zamanlamam bu kapı için pek uygun ol­madı.”

Kadın ona aynı şekilde gülümseyerek karşılık vermedi. “Neden bunu sorun ettiniz? Sonuçta içeridesiniz artık.”

“Doğru.”

Kadın ayağa kalkıp masanın çevresinde yürüdü. Mozaik döşemeli zemin üzerinde birkaç adım atıncaya kadar onun ayaklarının çıplak olduğunu fark etmemişti. Kadın onu çıp­lak ayaklarına bakarken yakaladı, ama bu yüzden özür dile­medi ya da yarı giyinik yakalandıklarında kadınların hep yaptığı gibi saçma bir telaş içine girip özür sözcükleri mırıl­danmadı.

Küçük yüzündeki ifadeden ne düşündüğü gayet iyi anla­şılıyordu. “Çıplak ayaklarımı beğenmiyorsan, bu senin soru­nun.”

Oysa onun bu halini de beğendiğinden tamamen haber­sizdi. Hem de çok. Şu an onda gördüğü her şeyi sevmişti, te­peden tırnağa; parlak siyah saçlarından, baştan çıkartıcı ayak parmaklarına kadar.

Genç bir kız gibi vücuduna sımsıkı oturmuş beyaz kot bir pantolon giymişti. Beyaz gömleği ise tam tersine ona en az üç beden büyüktü ve bu aslmda bedenini saran bir tişörtten çok daha seksi duruyordu. Geniş kollarını dirseklerine kadar çektiği gömleğin etek uçları kalçalarına kadar uzanıyordu. İlk bakışta bir erkeğe ait, giyilmiş bir gömleğe benziyordu. Onun merhum kocasına ait olup olmadığını merak etti.

Her haliyle tapılacak derecede güzeldi.

“Sizi çalışırken mi yakaladım?” diye sordu.

“Evet, öyle.”

“Kitapla mı ilgili?”

“Doğru.”

“Böldüğüm için bağışlayın. İnsan çalışırken bir kez bö­lünmeye görsün, düşünceleri yeniden toplamanın ne kadar zor olduğunu bilirim.”

Kadın alnına yapışan perçemlerini sabırsızca kenara itti. “Hizmetçim alışverişe gitti, o yüzden size odanızı ben göste­receğim. Valiziniz nerede?”

“İşte.”

Başıyla çirkin görünüşlü bez spor çantayı işaret etti. Bir dikişi ayrılmış ve gümüş renkli bez bir bantla gelişigüzel ta­mir edilmişti. Aşınmış, yırtılmış ve lekeliydi, bagaj taşıyıcı­larının eğitim gördüğü seminer salonundan kurtulmayı başarmış yegâne valizin o olduğu izlenimi veren bir görüntüye sahipti.

“Louis Vuitton’umu evde unutmuşum,” dedi alaycı bir ifadeyle çantasını işaret ederek. “Motosikletimle ancak bunu taşıyabildim.”

“Motosiklet mi?”

“Evet.”

Kadın ona ve bez spor valize iğrenç bir şeymiş gibi bak­tı. Onun bakışı karşısında içinden bir kahkaha atmak geldi, ama buna cesaret edemedi. Onun yerine önündeki geniş cam sürgülü kapıdan aşağıdaki kumsalın manzarasına ve gerisin­de uzanan Pasifik Okyanusu’na dikkatini verdi.

“Los Angeles’tan buraya kadar motosikletle mi geldi­niz?” diye sordu. “Uçmadınız mı?”

“Uçmak derken neyi kastettiğinize bağlı. Kaliforniya Otoban Güvenliği için bu uçmak olarak adlandırılabilir.” Omzu üzerinden ona doğru bakıp sırıttı, avuçları dışa dönük olarak ellerini yıpranmış kot takımına ait pantolonun arka ceplerine soktu. Şu an daha iyi günlerinde oldukları görülü­yordu. Daha iyi yıllarında. “Muhteşem bir manzara.”

“Teşekkür ederim. Charlie’yle bu evi satın alma neden­lerimizden biri bu manzaraydı.”

Kendisine karşı öz saygısını asla yitirmeyip bir kez bile şansının yaver gitmeyişine kızmamış bir kovboy olarak çiz­melerinin topukları üzerinde döndü, tekrar ona baktığında yüzünde ölü gibi solgun bir ifade vardı. “Charlie? Onu ‘Şey­tan’ diye çağırmaz mıydınız?”

“Çok nadir.”

“Neden?”

“O sadece benim kocamdı, idolüm değil.”

Köprü gibi iyice havaya kalkan düzgün siyah kaşlarının altındaki etkileyici bal rengi gözlerini dosdoğru ona dikti. Çoğu insan Rylan Noıth’un delip geçer gibi insanın içine iş­leyen bu bakışlarının bir tür kamera oyunuyla mükemmel bir ışıklandırmadan ve muhtemelen duygularını daha geniş bir açıdan aktarabilmek adına aktörün kullandığı özel tertibattan kaynaklandığını düşünürdü. Ama bu doğaldı, sadece ona öz­gü, samimi bir tavırdı: diğerinden bir santim kadar havada duran bir kaş; gür, kısa, siyah kirpikler; hareketsiz, kahve­rengi benekli ela gözbebekleri…

Rylan bu tedirgin edici bakışlarla onu etkisi altına almak gibi bir amaç gütmüyordu. Sadece Bayan Rumm’ın sözleri ardında gizlenmiş bir anlam olup olmadığını anlamaya çalı­şıyordu. Belki yoktu ama belki de vardı. Bu her neyse onu bulup çıkarmak istiyordu. O sırada kadının sinirli bir şekilde dudaklarını ıslatışını izledi ve onda gördüğü bu tedirginlikle, yanılmadığına, sezgilerinin yardımıyla doğru hedefe odak­landığına karar verdi.

“Valizinizi alırsanız,” dedi kadın soluk soluğa kalmış bir sesle, “size odanızı göstereceğim.”

“Bu odayı sevmiştim.” Söz dinlemeyen asi bir çocuk gi­bi arka odaya gitmeye kendini pek hazır hissetmiyordu. Ona biraz daha bakmak istiyordu.

“Burada çalışıyorum, Bay North ve siz benim dikkatimi dağıtıyorsunuz.”

“Ah, gerçekten mi?”

Bir şey daha öğrenmişti. Rahatsız edilmekten hoşlanmı­yordu. Dudaktan onaylamadığına dair bükülmüştü. Ciddi gö­rünmek konusunda kontrolünü kaybetmemek için kendi ken­dine baskı uygulamadan önce, ona ne ölçüde karşı çıkabilir­di? Bunu bilmek istiyordu ama şu an bunun için uygun za­man değildi, henüz daha yeni gelmişken olmazdı.

“Tamam, o halde sizi işinizle baş başa bırakayım, bu arada ben de dı­şarıdaki manzaranın keyfini çıkartıp biraz yüzeyim. Oldu mu?”

“Güzel.”

“İyi.”

Ayaklarından birini havaya kaldırdı ve çizmesiyle çora­bını çıkarıp yere attı. Ardından aynı şeyi diğer ayağı için yap­tı. Sonra etek uçlarından tuttuğu siyah tişörtünü başı üzerin­den çekip çıkardı, onun hakarete uğradığını ifade eden şaşkın bakışlarını görmezden geldi.

Çıkardığı tişörtü de yerdeki ayakkabı yığıntısının üze­rine attı. “Siz işinize bakın. Daha sonra görüşürüz,” terasın sürgülü cam kapısını çıplak omzuyla iterek aralanan boşluk­tan süzülüp dışarı çıktı. Yüzme havuzunun çevresinden do­laştı ve onu aşağıdaki kumsala indirecek olan kayalık mer­divenlere yöneldi, kadının onu izleyip izlemediğini merak etti. Bu yılki Oskar’da kesinlikle onu aday göstereceklerdi.

Bir an arkasına dönüp bakmak istedi ama yapmadı. Amacı; “bana ilgi duyan kadınlara, ne kadar baştan çıkartıcı olsalar da metelik dahi vermeyen piçin tekiyimdir,” izlenimi vermekti. Gerçi geçen hafta Kirsten Rumm, avukatının ofi­sinden içeri girdiğinde bu hiç yazılmamış kanunu neredeyse ihlal etmişti.

Randevu Rylan’ın kendi isteği üzerine ayarlanmıştı. Ba­yan Rumm, aşın baskı sonucu geldiği toplantıya, omuzlan geride, çenesi yukarıda, meydan okuyan bir tavırla girmişti. Sadece gözleri kırılgandı. Endişeli bakıyorlardı.

Üzerinde işkadınlarının giydiği türden iyi dikilmiş keten bir takım vardı, onu görünce kendi kıyafetinden utanmıştı. Bir gece önce geç saatlere kadar üzerinde çalıştığı film senar­yosuna ait metinleri okumuş ve replikler üzerine son düzelt­meleri yapmıştı. Sabah gözünden uyku akıyordu ve tıraş ola­cak zaman bulamamıştı. Gardıroba gidip eline ilk gelen giy­sileri üzerine geçirmişti: bir pantolon ve ham ipekten spor bir ceket… Ceketinin içine giydiği ve yanya kadar düğmele­rini iliklemediği gömlek buruş buruştu. Tanrı’ya şükür, buru­şukluklar içeride kalıyordu.

Uykusuzluktan çok kötü durumdaydı, hep taktığı koyu renk güneş gözlüklerini gözünden hiç çıkartmadı, çünkü kan çanağına dönmüş gözlerinin çevresinde kırmızı halkalar oluşmuştu. Böyle zamanlarda güneş gözlüğü takmadığı tak­dirde, müdavimi olduğu içki âlemlerine katıldığı gecelerin ertesinde ayakta durmakta zorlanan bağımlılara benziyordu.

Kadın geç kalmamıştı; o ve avukatı erkenciydi, limuzin o saatte otoban serbest olduğu için şaşılacak derecede erken gelmişti. Kadını beklerken, onun avukatıyla kendi avukatı sıkıcı bir sohbete koyulmuşlardı. O da bundan istifade, bekledikleri dördüncü kişi gelene kadar, her zaman yaptığı gibi oradaki deri koltuklardan birine gömülüp biraz kestirmişti Uyandığında, beklenen kişi gelmişti ve ilgisi bir anda ona yöneldi. Kirşten Rumm, klimanın aşın soğuttuğu sıkıcı ofisten içeri girerken elinde bir demet çiçek taşıyordu. Ancak bu Rodeo Drive‘daki şık butiklerden satın alınmış üzerine parfüm zerrecikleri püskürtülmüş olan Alman malı, kutulu çiçeklerden değildi. Bayan Rumm’ın elindekiler Rylan’a ha­fif bir yağmurdan sonra büyükannesinin bahçesinden taze kopartılmış çiçekleri hatırlatmıştı.

Eğer şu an ayaklarında çorapları olsaydı, bu görüntü karşısında onları çıkartıp fırlatır atardı.

Onunla tanışmak için ayağa kalktığında, avukatının il­tihaplı eklem romatizmasına tutulmuş dizlerinin çatırtısını hiç duymadığı gibi kadının avukatının coşkulu selamlaması­na da dikkat etmedi. Onun için o anda odada duyduğu tek ses, halı kaplı zeminde yürürken bacaklarının hareketiyle kal­çalarını örten ipek kumaştan çıkan tatlı bir fısıltıya benzer hışırtıydı.

“Bayan Kirsten Rumm, Rylan North,” dedi onları ta­nıştıran kadının avukatı Mel.

Rylan North’un keçi gibi inatçı ve küstah tavırları oldu­ğu herkesçe bilinirdi. Saygı söz konusu olduğunda, Bağlılık Yemini onun en son gösterdiği şeydi. Herkese affedilemez derecede kaba davranırdı. Ama Kirşten Rumm’la tanıştırıldı­ğı sırada koltuktan yuvarlanır gibi kalkıp sırf ona dokunabilme şansını kaçırmamak için elini sıktı.

Kadının kemikleri çok kırılgandı. Onları avuçlarının arasına alıp her şeyin yolunda gideceğine dair onu temin et­mek istedi. Nedense ona daha önce hiç söz edilmemesine rağmen birden bunu yapma gereği duymuştu.

“Bayan Rumm.”

“Bay North.”

Ses tonu onu tamamlayan bir şey gibiydi, küçük, yumu­şak ve seksi. Kavranması gereken bir şeymiş gibi, dudakla­rına götürüp onu tatmak istedi. Erkekliği bundan etkilendi; birden onunla sevişmek istedi. Hatta tekrar yerine oturmadan önce yarı yarıya sertleşmişti.

Kadın, Mel’in onun için gösterdiği koltuğa oturdu. Ba­cak bacak üstüne attığında, Rylan onun kenarlan kakao rengi dantelli krem rengi ipek külotunun aradan göründüğünü fark etti. Gözünde güneş gözlükleri olduğu için memnun oldu, böylece kimse görmeden, kadının düzgün şekilli dizlerini birbiri üzerine bindirdiği yerden görünen bu yasak noktaya keyifle bakabiliyordu. Kadın harikulade güzellikte kalçalara ve ince uzun bileklere sahipti.

Yarı yarıya tenini açıkta bırakan takımının ceketi, üst kısmı sıkıca saran türden miydi? Son moda tabir bu muydu? Her neyse, göğüsleri üzerinde üst üste binmişti. Hafifçe öne doğru eğildiğinde arada oluşan küçük boşluk, göğsünün ka­visini ve sutyeninin külotuyla uyumlu olduğunu görmesi için yeterli oluyordu ve baştan çıkaran teni güneşte yanmıştı, ama pek çok kadının taptığı Güney Kaliforniya güneşinin kavu­rup meşin gibi yaptığı türden koyu bir yanık değildi…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Seninle Başım Dertte

Editor

Vergilius’un Ölümü

Editor

Philip K. Dick – Yüksek Şatodaki Adam

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası