Kitap ÖzetleriRoman (Yabancı)

Anton Çehov ‘un Yolunu Şaşıranlar Öyküsü Konusu Metni ve Öykünün Tarzı

Anton Çehov ‘un Yolunu Şaşıranlar Öyküsü Konusu Metni ve Öykünün Tarzı

Yolunu Şaşıranlar adlı öykü Anton Çehov’un ( 29 Ocak 1860, Taganrog, Rusya Ölüm tarihi ve yeri: 15 Temmuz 1904 )  bir öyküsüdür.

Vaka planının veya olayın bir önemi olmadığı başı sonu ve çözümü belli olmayan öyküleri ile tanınan Anton ÇEHOV’un bu öyküsü, kendi adı ile anılan durum kesit öykücülüğü tarzı denilen öykü tekniğinden farklı olarak yazılmış daha ziyade olaya dayalı bir hikâye tekniği özelliği göstermektedir.  Anton Çehov’un bu öyküsü bir vakaya dayanması bakımından Çehov tarzı denilen öykülerinden farklı teknikle yazılmış bir öyküsü olmaktadır.

Çehov tarzı ile yazılmış öykülerde belli bir vaka dizini serim, düğüm çözüm diye adlandıracağımız başlayıp, gelişen ve biten düzenli bir olay örgüsü bulunmamaktadır. Oysaki Çehov’un bu öyküsünde başlayan gelişen ve biten tek bir olay bulunur. Yani Çehov’un bu öyküsü Çehov Tarzı öykü tekniği ile yazılmamıştır. Aksine bu öykü olay hikâyeciliği olarak adlandırılan klasik olay hikâyesi tertibine uygun bir hikâye olmaktadır.

Durum hikâyeciliğinde hayatın bir kesitinden görülen anlık bir durum, bir resim, bir ayna, bir görüntü, akla bir anda gelip geçiveren yaşamla ilgili bir kesit,  öyküleri n yapısını teşkil eder. Oysaki bu hikâyede olay iki avukat arkadaşın sarhoş olduktan sonra evlerine gitmek istemeleri ile başlayan bir olay vardır. İki sarhoş arkadaş istasyondan inip eve gitmek için yola çıkarlar, ikisi birlikte bir eve girerler. Ev sahibi olan arkadaş uyuduğuna vehm ettiği karısını uyandırmak için şarkı söylemeye başlar.  Fakat beklediği yanıt gelmeyince ev sahibi olan bir odaya girer. Lakin pencereden tavuklar bağırarak uçmaya, köpekler havlamaya başlar.  Evine girdiğini zanneden avukat burası bizim ev değilmiş diye seslenir. En sonunda evin sahibesi ve komşular yetişmiş bu iki sarhoş arkadaşın evlerinin yolunu şaşırıp başka bir eve girdikleri anlaşılmıştır.

Yolunu Şaşıranlar adlı öykü Çehov tarafından yazılmış olsa bile tüm bu Grekçeler nedeni ile Çehov tarzı olarak anılan öykü tarzı değildir. Çehov’un yazdığı bu öykü pek çok yönü ile olay hikâyeciliği tekniği ile yazılmıştır.

Çehov tarzı olarak adlandırılan öykülerde olay örgüsü önemini yitirmeli, merak ve heyecan unsurları belirsiz hale gelmelidir. Oysaki bu öykü serim, düğüm çözüm bölümlerine dayanan, sonucunun ne olacağı merakı uyandıran ve nihayetinde şaşırtıcı bir son ile biten bir hikâyedir.

 Kendi adı ile anılan Çehov Tarzı denilen öykücülüğün kurmacısı olan Anton Çehov’ bu öyküsünü  kesit ve durum hikâyeciliği denilen öykü tarzı ile yazmamıştır.

 

Anton Çehov ; “Yolunu Şaşıranlar”

Karanlığa gömülmüş yazlık bir semt. Köy kilisesinin çanı gecenin 1’ini vuruyor. İki avukat, Kozyavkin ile Layev, her ikisi de çakırkeyif, yalpalaya yalpalaya ormandan çıkıyorlar, yazlık evlerine doğru yürüyorlar.

Kozyafkin durup soluklanarak;

–    Çok şükür gelebildik, diyor. Şu durumumuzda istasyondan buraya dek beş fersah yol yürümek büyük bir başarıdır. Ah, öyle yoruldum ki! Arabacılar da sözleşmişler sanki birini bile bulamazsın!

Layev;

–    Petya, iki gözüm, diyor. Benden pes! Öyle yoruldum ki, beş dakika sonra yatağa girmezsem ölüm çıkar.

–    Ne, yatmak mı dedin? Sen aklını kaçırmışsın, arkadaş! Yağma yok, önce yemeğimizi yiyeceğiz, kırmızı şarabımızı içeceğiz, sonra da istediğin kadar uyu! Veroçka da, ben de daha önce uyumana izin vermeyiz!.. Şu evlilik iyi şeymiş, azizim. Ama senin gibi ruhsuz herifler bundan ne anlar? Bak, şimdi ben yorgun argın eve dönüyorum, değil mi? Karıcığım, beni karşılar, önüme çayımı koyar, yemeğimi getirir… Çok çalışmamdan, ona sevgi göstermemden ötürü teşekkür anlamında kara gözleriyle bana öyle tatlı, öyle okşayıcı bakar ki, yorgunluğumu da, kasa soyguncularını da, mahkemeyi de, temyizi de unuturum. Ne güzel şu şey evlilik!

–    Bacaklarım tutmuyor sanki… Zorla yürüyorum… öyle de susadım ki!

–    Canım geldik işte!

Yazlıkçılar evlerden birine yaklaşıyorlar, en uçtaki pencerenin önünde duruyorlar.

Kozyavkin;

–    Bizim yazlık bir tanedir, diyor. Yarın gündüz buranın görüntüsünü gözlerinle göreceksin. E, pencereler karanlık. Anlaşılan, Vera beni beklemeden yatmış. Herhalde şimdi yalnız yatarken gelmediğime üzülüyordur. (Bastonla kanadı iter, pencere açılır.) Yürekli kadındır vallahi, pencereyi kapatmadan yatmış. (Pelerinini çıkarır, çantasıyla birlikte pencereden içeri atar.) Çok sıcak! Hadi gel, şarkı söyleyerek Vera’yı güldürelim. (Söyler.) “Ay, karanlık göklerde yüzüyor. Ilgıt ılgıt esiyor yel… Esiyor da dalları kıpırdatıyor”… Hadi, sen de söylesene, Alyoşa! Hey, Veroçka, sana Schubert’in serenadını söyleyeyim mi? (Söyler.) “Benim şarkıım… özlem doluuu…” (Sesi öksürükle kesilir.) Tüh! Veroçka, Aksinya’ya söyle de bize kapıyı açsın! (Sessizlik.) Veracığım, üşenme güzelim, hadi, kalk! (Bir taşın üstüne çıkıp pencereden içeri bakar.) Verunçik, canımın içi, ruhum, meleğim… Eşsiz karıcığım benim… Kalk da Aksinya’ya kapıyı açmasını söyle! Biliyorum, uyumuyorsun. Sevgilim, ne kadar yorulduğumuzu bir bilsen! Hiç şaka yapacak durumda değiliz, ta istasyondan buraya yaya geldik. İşitiyor musun? Ah, Allah kahretsin! (Pencereye tırmanmak ister, ama elleri pervazdan kayar.) Ama Veroçka, belki de bu yaptığın, konuğumuzun hoşuna gitmez. Görüyorum, hâlâ enstitülü kız tavırlarını bırakmamışsın, işin gücün şaka etmek…

Layev araya giriyor:

–    Belki de Vera Stepanovna gerçekten uyuyordur.

–    Biliyorum, uyuduğu filan yok! Belki de gürültü çıkararak komşuları uyandırmamızı istiyor. Bak, kızmaya başlıyorum, Vera! Gördün mü başımıza gelenleri! Alyoşa, gel, bana omuz ver de içeri gireyim! Sen zaten şımarık kızdan başkası değilsin! İşte o kadar!.. Alyoşa, omuz ver!

Layev oflayıp poflayarak Kozyavkin’i kaldırıyor. Beriki pencereye tırmanıp odanın karanlığında gözden yitiyor.

Bir dakika sonra içerden duyuluyor sesi:

–    Vera, neredesin? Hay, aksi şeytan! Bir şey bulaştı elime!..

İçerden hışırtılar, kanat çırpmalar, tavuk gıdaklamaları geliyor. Layev, Kozyavkin’in;

–    Bu da nesi? Dediğini işitiyor. Vera, bu tavuklar da nerden çıktı? Hay, Allah kahretsin, burada bir sürü tavuk var!.. Bir de kuluçkaya yatmış hindi… Gagalıyor kahpe!

İki tavuk şamatayla kanat çırpıp pencereden dışarı fırlıyor, bağıra çağıra sokakta koşmaya başlıyor. Kozyavkin ağlamaklı bir sesle;

–    Alyoşa, biz başka bir eve girmişiz, diye söyleniyor. Nasıl da yanıldım! Defolun, yere batası yaratıklar!

–    Öyleyse oradan çabuk çık! Beni işittin mi! Susadım, ölüyorum…

–    Şimdi… Pelerinimle çantamı bulayım da…

–    Kibrit yaksana!

–    Kibrit pelerinin cebinde. Buraya ne halt etmeye girdim ben de? Zaten bütün evler birbirine benziyor. Bu karanlıkta şeytan bile çıkamaz işin içinden. Aman, ay, hindi yanağımı gagaladı! Alçak!

–    Çabuk çık oradan! Yoksa bizi tavuk hırsızı sanacaklar!

–    Şimdi, şimdi… Ah, pelerinimi bir bulsam! Burada bir sürü paçavra var, hangisi pelerinim, anlayamıyorum ki… Kibritini atsana!

–    Bende kibrit ne gezer?

–    Eh, bu duruma diyecek yok doğrusu! Pelerinimi, çantamı almadan bir yere gitmem! Onları bulmalıyım!

Layev kızıyor bu sefer.

–    Anlamıyorum, insan oturduğu evi nasıl tanımaz? Sarhoş herif, sen de!.. Bunun böyle olacağını bilsem, seninle kesinlikle yola çıkmazdım! Şimdiye dek çoktan evime gitmiş, rahat rahat uyumuştum. Artık işin yoksa eziyet çek dur!.. Çok yorgunum, başım dönüyor… Öyle de susadım ki!

–    Şimdi, şimdi… Dişini sık biraz. Korkma, ölmezsin!

İri bir horoz haykırarak başının üstünden uçuyor Layev’in. Derin derin içini çeken Layev umutsuzca elini sallayarak gidip bir taşa oturuyor. Susuzluktan içi yanmakta, göz kapakları kavuşmakta, başı kurşun gibi ağırlaşmaktadır… Bir beş dakika geçiyor aradan, sonra on, yirmi dakika. Kozyavkin hala tavuklarla didişmektedir.

–    Piotr, hadisene!

–    Şimdi… Çantamı bulmuştum, gene yitirdim.

Layev başını yumruklarına dayıyor, gözlerini yumuyor. Tavuk gıdaklamaları arttıkça artmaktadır. Kimsenin oturmadığı yazlığa yerleşen yaratıklar uçuşarak pencereden çıkıyorlar, baykuşlar gibi dönüyorlar Layev’in tepesinde. Şamatadan adamcağızın kulakları çınlıyor, ruhu allak bullak oluyor.

“Hayvan!” diye söyleniyor kendi kendine. “Evine çağırdı, şarapla yoğurt sözü verdi. Vazgeçtik hepsinden, nedir istasyondan ta cehennemin dibine taban tepmek, tavuk gıdaklamaları dinlemek?”

Öfkesi tepesine çıkan Layev çenesini yakasının arasına sokuyor, başını çantasının üstüne koyduktan bir süre sonra yavaş yavaş dinginleşiyor. Ardından yorgunlukla birlikte uyku bastırıyor…

Tam o sırada Kozyavkin’in utku dolu haykırışı çınlıyor kulaklarında:

–    Yaşasın, çantamı buldum! Şimdi bir de pelerinimi buldum mu bu iş tamam! Layev uykusu sırasında köpek havlamaları duyuyor. Önce bir köpek, ardından ikincisi, sonra bir sürü köpek havlamaya başlıyorlar. Köpek sesleri tavuk gıdaklamalarına karışınca garip bir kakafoni çıkıyor ortaya. Oradan geçen bir adam Layev’e yaklaşıyor, bir şeyler soruyor. Sonra birilerinin başının üzerinden atlayıp pencereden içeri girdiklerini, gürültü ettiklerini, bağrıştıklarını işitiyor. Elinde fener, kırmızı eteklikli bir kadın tepesinde dikilerek ona bir şeyler soruyor.

–    Bunları bana söylemeye hakkınız yok! Dediğini duyuyor Kozyavkin’in.

–    Ben avukat Kozyavkin! İşte kartvizitim. Kalın, hırıltı bir ses karşılık veriyor:

–    Bana ne sizin kartınızdan! Bütün tavuklarımı kaçırdınız, yumurtaları ezdiniz! Ne yaptığınızı bilmiyor musunuz? Bugün-yarın hindi kuluçkası çıkacaktı, ama çiğnediniz hepsini! Kartvizitinizi ben ne yapayım, bayım?

–    Hayır, beni zorla tutamazsınız! Buna izin vermem! Layev gözlerini açmaya çalışarak;

“Öyle susadım ki…” diye düşünüyor. Birinin üzerinden atlayarak pencereden çıktığını belli belirsiz görüyor.

–    Soyadım Kozyavkin! Burada yazlık köşküm var, herkes beni tanır!

–    Biz Kozyavkin diye birini tanımıyoruz.

–    Nasıl tanımazsınız! Çağır muhtarı, o beni bilir!

–    Kızmayın, bayım. Şimdi komiser gelecek… Burada oturan yazlıkçıları tanırız, ama sizi hiç görmedik.

–    Sen ne diyorsun? Beş yıldır Gnilıye Viselki’de oturuyorum.

–  Gnilıye Viselki mi? Burası Gnilıye Viselki değil, Hilovo! Sizin orası sağda kalır, kibrit fabrikasının arkasında. Buradan dört fersah uzaktadır…

–    Hay, Allah benim cezamı versin! Demek ki, yanlış yola sapmışız.

İnsan ve tavuk bağrışmaları köpek havlamalarına karışıyor. Bu curcuna arasından Kozyavkin’in konuşmasını duyuyor Layev:

– Hayır, hakkınız yok buna! Zararınız neyse öderim! Benim kim olduğumu yakında öğreneceksiniz!

Sesler yavaş yavaş uzaklaşıyor, Layev birinin omzundan tutup onu sarstığını duyumsuyor…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Tutulma

Editor

Aynada Yeni Bir Kadın

Editor

80 GÜNDE DEVR-İ ÂLEM

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası