Moskova’da îslâv Pazarı otelinde uşak olarak ça lisan Nikolay Çikildeyev hastalanmıştı. Ayakları uyuşuyordu, yürüyüşü değişmişti. Öyle ki, bir gün koridordan geçerken ayağı sürçmüş, üzerinde bezelyeli jambon bulunan tepsiyle birlikte yere yuvarlanmıştı, işini bırakması gerekmişti. Karısının, kendisinin ne kadar parası varsa hepsini doktorlara harcadı; yiyecek için elinde bir şey kalmadı, işsizlikten canı sıkılmaya başladı, köye, evine gitmesi gerektiğine karar verdi. Evde hastalık daha kolay atlatılabilirdi, evde yaşamak daha ucuz.
Boşuna dememişler: Evde duvarların bile yardımı olur, diye. Akşama doğru köyü Jukovo’ya vardı. Çocukluk anılarında yaşattığı baba ocağı aydınlık, rahat, sakin bir yer olarak canlandı. Şimdi izbaya1 girince bayağı ürkmüştü: Öyle karanlık, basık ve pisti ki. Kendisiyle birlikte gelen karısı Olga, kızı Şaşa, neredeyse izbanın yarısını kaplayan l îzba : Köy evi, izbe. isten, sinekten kararmış kirli, büyük ocağa şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Ne kadar da çok sinek vardı!
Ocak iğrilmiş, duvarlardaki kirişler yana yatmıştı1, izba neredeyse çökecek gibiydi. Öndeki köşede kutsal resmin yanma şişe etiketleri, gazete kesikleri yapıştırılmıştı: Bunlar resim yerini tutuyordu. Yoksul uk, yoksul uk! Büyüklerden evde kimse yoktu; hepsi ekin biçmeye gitmiş ti. Ocağın başında sekiz yaşlarında, açık kumral başlı, kirli, ilgisiz bir kız çocuğu oturuyordu. İçeri girenlere başım çevirip bakmadı bile.
Aşağıda beyaz • bir kedi bir böcekle oynuyordu.
— Gel, pisi, pisi! diye Şaşa kediyi çağırdı. Gel, pisi, pisi!.
— O işitmez ki, dedi kız çocuğu, Sağır oldu.
— Neden?
—. Öyle işte. Dövdüler de.