Kraliyet ajanı Marcus Ashford sayısız düello yapmış, kurşunlardan ve top mermilerinden kurtulmuştur. Ancak hiçbir şey onu eski nişanlısı Elizabeth’e duyduğu açlık kadar etkilememiştir. Elizabeth ise seneler önce Marcus’u, yakışıklı Lord Hawthorne uğruna terk etmiştir.
Koşulsuz teslimiyet…
Fakat Marcus, Elizabeth’in kocasının katillerini bulma ve kadını koruma görevini üstlenerek ona hizmet etmeye yemin eder… hem de her açıdan. Fakat her şeyiyle genç kadına teslim olmaya cesaret edebilecek midir?
“Buram buram tutku kokan, tehlikeli bir oyun.”
-Booklist-
“Danielle Steel ve Jackie Collins’i artık bir kenara bırakın, yeni bir çağ başlıyor.”
-Amuse-
***
Giriş
Londra, Nisan 1770
“Yoksa kadına tecavüz etmemden mi korkuyorsun, Eldridge? Yatağıma dul kadınları almayı yeğlediğimi inkâr edemem. Onlar bakirelere ya da diğer erkeklerin eşlerine göre çok daha uyumlu ve anlaşılabilir oluyorlar.”
Keskin bakışlara sahip gri gözler, devasa boyuttaki maun masanın üzerine yığılmış kâğıt tomarlarından ayrılarak yukarı çevrildi. “Tecavüz etmek mi, Westfield?” Bu boğuk sese öfke hâkimdi. “Lütfen biraz ciddi ol, dostum. Bu görev benim için çok önemli.”
Yedinci Westfield Kontu Marcus Ashford, akimdan geçenlerin ciddiyetini gizleyen o muzip gülümsemesinden sıyrılarak derin bir nefes bıraktı. “Benim için de aynı derecede önemli olduğunu bilmelisin.”
Nicholas, namıdiğer Lord Eldridge, arkasına yaslanarak dirseklerini oturduğu koltuğun kollarına yerleştirdi ve uzun, zayıf parmaklarını önünde birleştirdi. Gemilerin güvertesinde saatler geçirmenin etkisiyle yüzünde kırışıklıklar olan Nicholas, uzun boylu ve güçlüydü. Konuşma tarzından fiziksel yapısına dek her şeyi tam olması gerektiği gibiydi. Arkasında fon oluşturan işlek Londra caddesi etkileyici bir hale bürünmesine neden olmuştu. Yaratmak istediği etkiyi en iyi şekilde elde etmeyi başarmıştı.
“işin doğrusu şu ana dek bunu hiç fark etmemiştim. Ben sadece şifreli yazı çözme becerilerinden faydalanmak istiyordum. Bu işin tamamım üstlenmeye gönüllü olabileceğin aklımın ucundan geçmezdi.”
Marcus, delici bakışlara sahip gri gözlere kararlı bir ifadeyle karşılık verdi. Eldridge, tek amaçlan herkesçe tanınan korsan ve kaçakçıları yakalayıp sorguya çekmek olan son derece seçkin bir ajan grubunun başındaydı. Kraliyet Donanması himayesinde çalışan biri olarak sınırsız bir güce sahipti. Onun bu görevi üstlenmesine izin vermediği takdirde Marcus’un elinden pek fazla bir şey gelmezdi.
Ama geri çevrilmeyecekti. Bu görev ona verilecekti. Dişlerini sıktı. “Bu iş için başkasını görevlendirmene izin vermeyeceğim. Leydi Hawthome tehlikedeyse güvenliğini sağlamak bana düşer.”
Eldridge her şeyin farkında olduğunu belirten bakışlarım Marcus’un üzerinde gezdirdi. “Bu iş için neden bu kadar heveslisin? Aranızda geçen onca şeyden sonra onunla yakınlaşmak istemen beni şaşırtıyor doğrusu. Seni buna iten şeyin ne olduğunu merak ediyorum.”
“Herhangi bir art niyetim yok.” En azından başkalarına söz edebileceği türde bir art niyeti yoktu. “Geçmişte ne yaşamış olursak olalım ona zarar gelmesini istemem.”
“O kadının yaptıkları seni aylarca devam eden ve bugün hâlâ bahsedilen bir skandala sürükledi. Rol yapmakta başarılıydın, dostum ama yaralandın. Belki de bu yaraların bazıları henüz kapanmamıştır, ne dersin?
Hâlâ bir heykel gibi hareketsiz duran Marcus, yüzündeki kayıtsız ifadeyi korumayı başardı ve içini kemirip duran öfkeyi belli etmemeye çalıştı. Acısı sadece kendisine aitti ve özeldi. Bu konuda sorguya çekilmekten hoşlanmazdı. “Özel hayatımı kariyerimden ayrı tutmayı beceremeyeceğimi mi düşünüyorsun?” Eldridge iç geçirerek başını iki yana salladı. “Pekâlâ. Bu konuyu daha fazla deşmeyeceğim.”
“Ve beni geri çevirmeyeceksin, değil mi?”
“Sen benim en iyi adamımsın. Tereddüt etmeme sebep olan tek şey geçmişte başından geçen olaylardı ama senin için bir sorun yoksa bu görevi üstlenmene itirazım olmayacak. Fakat Leydi Hawthome bu iş için başkasının görevlendirilmesini talep ederse onun isteğini yerine getireceğimden de emin olabilirsin.” Başını sallayan Marcus rahatladığını belli etmemeye çalıştı. Elizabeth asla farklı bir ajan talebinde bulunmazdı; gururu buna müsaade etmezdi.
Eldridge parmak uçlarım birbirine vurdu. “Leydi Hawthome’a ulaşan günlük şifreli ve asıl muhatabı onun ölen kocası. Bu günlüğün onun ölümüyle bir ilgisi varsa…” Duraksadı. “Vikont Hawthome öldürüldüğü sırada Christopher St. John’un peşindeydi.” Marcus bu meşhur korsanın ismini duyunca donakaldı. Suçlular arasında ele geçirmeyi en çok istediği kişi St. John’du ve ona olan düşmanlığı tamamen kişiseldi. Bağlı olduğu teşkilata katılmasının sebebi, St. John’un Ashford Gemicilik’e düzenlediği baskınlardı. “Lord Hawthome kendisine verilen görevlerin bir güncesini tuttuysa ve bu günce St. John’un eline geçerse… lanet olsun!” O korsanın Elizabeth’e yaklaştığım düşünmek bile Marcus’un midesinin kasılmasına neden olmuştu.
“Aynen öyle,” diye onayladı Eldridge. “İşin aslı, günlük bir hafta kadar önce bana ulaştığında Leydi Hawthome’la bu konu hakkında çoktan irtibata geçilmişti bile. Hem onun hem de bizim güvenliğimiz için kendisini derhal günlüğün sorumluluğundan kurtarmalıyız ancak şu an bunu yapabilmemiz imkânsız. Günlüğü bizzat onun teslim etmesi söylendiği için yardımımıza ihtiyacı var.”
“Elbette.”
Eldridge masanın üzerinden Marcus’a doğru bir dosya itti. “Bu dosyada şu ana dek elde ettiğim bilgiler var. Geri kalan her şeyi Moreland balosunda Leydi Hawthome’dan öğrenebilirsin.”
Marcus üstlendiği görevin detaylarını içeren dosyayı alarak ayağa kalktı ve odadan çıktı. Koridora adım attığında dudakları memnun bir ifadeyle yukarı doğru kıvrıldı.
Birkaç güne kalmadan Elizabeth’e kavuşacaktı. Genç kadının matemden çıkmış olması Marcus’un bitmek bilmeyen bekleyişinin nihayet sona erdiği anlamına geliyordu. Şu günlük olayı, rahatsız edici bir durumdu belki ama Marcus’un işine yaramış ve Elizabeth’in kendisinden kaçmasını imkânsız hâle getirmişti. Elizabeth dört yıl önce skandala sebep olacak bir şekilde terk ettiği Marcus’un hayatına yeniden dâhil olmasından pek hoşlanmayacaktı. Ancak Marcus onun bu rahatsızlığım Eldridge’e kadar taşımayacağından emindi. Yakında, çok yakında, Elizabeth’in kendisine vermeyi vadedip de vermediği her şeye sahip olacaktı.
Birinci Bölüm
Marcus daha balo salonuna girmeden Elizabeth’i buldu. İşin aslı, genç adam kendisiyle bir iki çift laf etmek isteyen sabırsız asilzadeler ve kodamanlar tarafından merdivenlerde esir abnmıştı. Elizabeth’i görmenin etkisiyle, dikkatini çekmek için birbirleriyle yanşan etrafındaki insanlara tamamen kayıtsız kaldı.
Elizabeth eskisinden bile güzel görünüyordu. Marcus böyle bir şeyin nasıl mümkün olduğunu bilmiyordu. O hep kusursuz bir kadın olmuştu. Belki de yokluğu, Marcus’un yüreğindeki sevginin artmasına neden olmuştu.
Genç adamın dudaklarında alaya bir gülümseme belirdi. Belli ki Elizabeth kendisiyle aynı duygulan paylaşmıyordu. Göz göze geldiklerinde Marcus’un yüzünde onu tekrar görmekten memnuniyet duyduğunu gösteren bir ifade belirmişti. Oysa Elizabeth başını yukarı kaldırıp bakışlarını ondan kaçırmıştı.
Kasten küçümser bir ifade takınmıştı.
Bu hareketiyle Marcus’un yüreğinde ustaca bir yara açmış ama kanım akıtmayı başaramamıştı. Yıllar önce ona en büyük acıyı tattırdığı için Marcus’un yeni yaralara karşı direnç kazanmasını sağlamıştı. Genç adam onun kendisini görmezden gelmesini de zorlanmadan atlattı. Elizabeth tersini istese bile hiçbir şey ortak kaderlerini değiştiremezdi.
Marcus yıllar boyu kraliyete hizmet vermiş ve bu süre boyunca romanlarla aşık atabilecek türde bir hayat sürmüştü. Sayısız kılıç düellosuna katılmış, iki kere vurulmuş ve bir erkeğin kaderine düşenden çok daha fazla sayıda top mermisinden başarıyla kaçmıştı. Bu süreçte üç gemisini kaybetmiş, başkalarına ait olan yarım düzine gemiyi batırmış ve nihayetinde sahip olduğu unvanın gerektirdiği şekilde Ingiltere’de kalmaya zorlanmıştı. Yine de sinir uçlanm yalayıp geçen farkındalık ve dikkat kesilmesine neden olan bu ateşi sadece Elizabethle aynı ortamdayken hissediyordu.
Onun olduğu yere çakılıp kaldığım fark eden ortağı Avery James, Marcus’un yanına geldi. “Vikontes Hawthome burada, Lordum.” Çenesini belli belirsiz bir hareketle yukarı kaldırarak Elizabeth’i işaret etti. “Sağ tarafta, dans pistinin yanında duruyor ve üzerinde menekşe rengi, ipek bir elbise var. O…”
“Onun kim olduğunu biliyorum.”
Avery şaşkınlıkla Marcus’a baktı. “Birbirinizi tanıdığınızı bilmiyordum.”
Marcus’un, kadınların nefesini kesmekle meşhur dudakları, açık bir beklentiyle yukarı doğru kıvrıldı. “Biz Leydi Hawthomela… eski dostuz.”
“Anlıyorumdiye mırıldandı Avery, yüzünde hiçbir şey anlamadığını söyleyen bir ifadeyle.
Marcus kendisinden kısa boylu olan ortağının omzunu tuttu. “Benim bu insanlarla ilgilenmem gerekiyor, Avery. Sen içeri gir suna Leydi Hawthome’u bana bırak.”
Avery kısa bir tereddüdün ardından gönülsüzce başını salladı ve etraftaki kalabalık, Marcus’un çevresini sardığı için boş merdivenlerden balo salonuna doğru devam etti.
Duyduğu öfkeyi yolunu kesen ısrara konuklar sayesinde az da olsa dindiren Marcus, kendisini telaşla selamlayıp soru yağmuruna tutan insanlara çabucak karşılık verdi. Bu tür organizasyonları sevmemesinin tek nedeni yaşanan bu karmaşaydı. Onunla iş saatlerinde konuşma girişiminde bulunamayan beyefendiler, herkesin daha rahat davrandığı bu tur sosyal organizasyonlarda yanına yaklaşmaktan çekinmezdi. Marcus işini asla zevkle karıştırmazdı. En azından o geceye dek böyle bir kuralı vardı.
Elizabeth her zamanki gibi bir istisna olacaktı.
Tek camlı gözlüğünün yönünü değiştiren Marcus, Avery’nin kalabalığın arasından hiç zorlanmadan sıyrılmasını izledikten sonra bakışlarını, korumakla görevlendirildiği kadına çevirdi. Onun görüntüsünü susuzluktan ölmek üzere olan bir adam gibi içine çekti.
Elizabeth peruklardan hoşlanmazdı ve o gece de çoğu kadının aksine peruk takmamıştı. Koyu renkli saçlarının arasındaki parlak, beyaz tüylerin yarattığı etki nefes kesiciydi ve içerideki herkesin bakışlarının ona çevrilmesine neden oluyordu. Neredeyse simsiyah olan saçları, akla ametist taşının parlaklığını getiren, büyüleyici bir renge sahip gözlerini iyice belirginleştiriyordu.
Bu gözler çok kısa bir an Marcus’un gözleriyle buluşmuştu ama yarattıkları çekim gücünün sarsıcı etkisi, varlığını inkâr edilmez bir şekilde hâlâ sürdürüyordu. Bu güç Marcus’u öne doğru bir adım atmaya zorluyor, her zaman olduğu gibi ateşe çekilen kelebek misali onu yanına çağırıyordu. Marcus yanıp kül olma tehlikesine rağmen bu güce direnemiyordu.
Elizabeth’in o muhteşem gözleriyle erkeklere farklı bir bakış tarzı vardı. Marcus bir an içerideki tek erkeğin kendisi olduğunu, etraftaki herkesin aniden kaybolduğunu ve sıkışıp kaldığı merdivenler ile dans pistinin diğer tarafında duran Elizabeth arasında hiçbir engelin kalmadığını düşündü.
Aralarındaki mesafeyi kapattığını, onu kollarının arasına aldığını ve dudaklarını dudaklarına yaklaştırdığını hayal etti. Biçimi ve dolgunluğuyla son derece seksi görünen o dudakların kendi dudakları arasında eriyeceğinden emindi. Elizabeth’in dudaklarıyla işi bittikten sonra onun incecik boynuna inmek ve köprücük kemiğinin etrafını yalamak istiyordu. O dolgun vücudunun üzerine abanmak ve neredeyse çıldırmasına sebep olacak kadar şiddetli cinsel açlığını doyurmak istiyordu.
Geçmişte Elizabeth’e ait olan her şeyi elde etmek istemişti; onun gülümsemesini, kahkahasını, ses tonunu ve dünyaya bakış açısını. Oysa şimdi çok daha basit şeylerin peşindeydi. Bundan daha fazlasının olmasına izin veremezdi. Açının, öfkenin ve uykusuz gecelerin olmadığı eski hayatına geri dönmek istiyordu. Elizabeth bu hayatı elinden almıştı ama şimdi onu kendisine iade edecekti.
Marcus dişlerini sıktı. Aralarındaki mesafeyi kapatmasının zamanı gelmişti.
Elizabeth tek bir bakışıyla bile Marcus’un, kontrolünü kaybetmesine neden olmuştu. Onu tekrar kollarının arasına aldığında neler hissedecekti acaba?
Elizabeth, Vikontes Hawthome, yaşadığı şokun etkisiyle yanaklarına ateş bastığını hissederek uzunca bir süre öylece kalakaldı.
Bakıştan çok kısa bir an merdivenlerde duran adamın bakışlarıyla buluşmuş ama bu kadarı bile kalbinin endişe verecek kadar hızlı bir ritme ulaşmasına yetmişti. Adamın yüzünün erkeksi güzelliği karşısında büyülenip hareketsiz kalmıştı ve bu yüz, açıkça kendisini görmekten memnuniyet duyduğunu söylüyordu. Elizabeth aradan geçen onca yıldan sonra vücudu böyle bir tepki verdiği için rahatsızlık duyarak onu görmezden gelmeye ve kibrini yansıtan bir umursamazlıkla ondan gözlerini kaçırmaya çalıştı.
Artık Westfield Kontu olan Marcus hâlâ olağanüstü görünüyordu. Elizabeth’in o güne dek gördüğü en yakışıklı erkek olma unvanını koruyordu. Bakışları buluştuğunda genç kadın aralarında oluşan kıvılcımın somut bir güç yarattığını hissetmişti. İkisinin arasında hep yoğun bir çekim gücü olmuştu. Bu gücün biraz olsun azalmadığını fark etmek Elizabeth’i fazlasıyla rahatsız ediyordu.
Oysa kendisine yaptıklarından sonra bu adamdan iğrenmesi gerekirdi.
Dirseğini kavrayan bir el Elizabeth’in irkilerek dikkatini yeniden sohbete çevirmesine neden oldu. Dönüp baktığında, yanında duran George Stanton’ın endişeli gözlerle kendisini incelediğini fark etti. “Rahatsızlandınız mı yoksa? Yüzünüz kızarmış.”
Elizabeth huzursuzluğunu gizlemek için elbisesinin kolundaki dantelleri kabartıyomuş gibi yaptı. ‘İçerisi çok sıcak,” dedi. Alev alev olan yanaklarını biraz serinletebilme çabasıyla yelpazesini açtı ve hızla sallamaya başladı.
“Size bir içki getireyim,” dedi George. Elizabeth onun bu düşünceli davranışını bir gülümsemeyle ödüllendirdi.
George gittikten sonra dikkatini etrafını saran diğer erkeklere çevirdi. Herhangi birini muhatap almadan, “Ne konuşuyorduk?” diye sordu. Açıkçası son bir saattir sohbete kayıtsız kalmıştı.
Cevap Thomas Fowler’dan geldi. “Westfield Kontu’nu tartışıyorduk.” Thomas temkinli bir ifadeyle Marcus’u işaret etti. “Onu burada görmek beni şaşırttı. Kont bu tür davetlerden nefret etmesiyle tanınır.”
“Haklısınız.” Elizabeth, eldivenli avuçları terden sırılsıklam olduğu halde konuya ilgisizmiş gibi görünmeye çalıştı. “Kont’un yapmış olduğu tercihe bu gece de sadık kalacağını düşünmüştüm ama belli ki o kadar şanslı değilim.”