Özgürlük tahtı önünde ağaçlar, meltemin dokunuşuyla titriyorlar. Özgürlüğün heybeti karşısında güneş ve ay ışığıyla seviniyorlar. Serçeler, özgürlüğü işitmek için ötüşüyor, çiçekler özgürlük ortamında nefeslerinin kokusunu yayıyor… Yeryüzündeki herşey, özgürlük şeref ve sevinciyle dolu tabiat kanunlarıyla yaşıyor…
Oysa insanlar bu nimetten ne kadar yoksun! Çünkü insanlar, evrensel ilahi ruhlarına sınırlı kanunlar koydular. Bedenleri ve ruhları için acımasız kanunlar çıkardılar. Eğilim ve duyguları için korkunç ve dar zindanlar yaptılar. Kalpleri ve akılları için derin ve karanlık mezarlar kazdılar. Aralarından birisi kalksa, toplumsal kurallara ve kanunlara karşı çıksa, hemen onun isyankar, aşağılık, toplumdan sürülmeye layık, rezil ve ölümü hak eden birisi olduğunu söylerler…
Ancak sevgiyle yaşamak ve sevgi için yaşamak dururken, bir insan, ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar kendi koyduğu geçersiz kanunların kölesi olarak kalabilir mi? Dikenler ve kafatasları arasında kendi bedeninin gölgesini görmemek için gözlerini yere dikerek ya da yüzünü güneşe dönerek sonsuza kadar durabilir mi?
İçindekiler
Verde el Hâni .
Mezarların Çığlığı
Gelinin Yatağı .
Nankör Halil
Editör’den.
Verde el Hânî
Genç bir ki2a aşık olan, onu kendine hayat arkadaşı olarak seçen, alın tenni ve sevgisini ayaklarının altına seren, bütün servetini önüne koyan, sonra birden, sevgisini kazanmak için gece gündüz çalıştığı kadının, gizemli sevgisiyle mesut olmak, duygularından faydalanmak için kalbini bir başka erkeğe karşılıksız verdiğini fark eden erkek ne talihsiz bir erkektir!
Karısını, gençlik uykusundan uyandığında mal ve hediyelere boğan, cömertçe ve sevgiyle giydiren, ancak hayat veren aşk ışığıyla onun kalbini okşayamayan, Allah’ın erkeğin gözünden kadının kalbine akıttığı semavi iksirle ruhundaki açlığı doyuramayan bir erkeği evinde bulan kadın ne talihsiz bir kadındır!
Reşit Numan Bey’i gençliğimde tanımıştım. Beyrut’ta doğmuş büyümüş bir Lübnanlıydı Mazide kalmış basanlarını sürekli hatırlatan, atalarının şerefinden bahseden olayları sık sık tekrarlamaya özen gösteren köklü ve zengin bir aileye mensuptu. Yaşantısında alalarının inanç ve ananelerine ayak uydurmuş. Doğunun gökyüzünde kuş sürüleri gibi dalgalanan Balı moda ve adetlerini taklit etmesinde de atalarının yolunu benimsemiş birisiydi
Reşit Numan Bey temiz kalpli, üstün ahlaklı birisiydi. Ancak Suriye’de yaşayanların pek çoğu gibi, olayların gelişini araştırmaz, sadece dış görünüşü ile yetinirdi. Kendi benliğinin sesine kulak vermezken, çevresindekilerin sözlerini dinlemek için duyularını seferber ederdi. Hayatın sırlan hakkındaki basireti körleştiren, var olmanın sırlarını kavramak yerine insanın dikkatini anlık zevklere yönlendiren sahte parıltılara ilgi duyardı, insanlara karşı sevgilerini ve nefretlerini çabucak ortaya koyan, bir müddet sonra da, pişmanlığın alay ve eğlence konusu olduğu bir ortamda pişmanlık duygusuna kapılan kimselerdendi
İşte aile hayatını saadete çeviren gerçek aşkın gölgesinde bedenlerini birleştirmeden önce Reşit Numan Bey’ı Verde Hanımefendiye yakınlaştıran ahlaki niteliklerdi bunlar.
Birkaç yıl Beyrut’tan uzak kaldım. Geri dönüp Reşit Numan Bey’i ziyarete gittiğimde onu, bedeni zayıflamış, siması kararmış buldum. Hüzünlü karaltılar titreşiyordu asık çehresinde. Üzgün gözlerinden acı veren bakışlar yayılıyordu. Her halinden hayal kırıklığına uğradığı, derin bir ümitsizliğe kapıldığı belli oluyordu. Etrafındakilere sordum ancak zayıflamasının ve moral bozukluğunun sebebini öğrenemedim. Sonunda ona sordum:
Ne oldu sana? Nerede o bir ışık gibi yüzünden yayılan tebessümler? Nereye gitti o gençliğindeki neşen? Yoksa ölüm, seninle değerli bir dostunun arasını mı ayırdı? Parlak günlerinde biriktirdiğin mallarını kara geceler mi alıp götürdü?
Doğru söyle bana, bedenini kucaklayan bu üzüntü de ne Vücudunu ele geçirmiş bu zayıflık da neyin nesi?
Güze! günlerde yaşadığı anıların etkisiyle bana üzgün bir bakış attıktan sonra gözlerini kaçırdı Ümitsizlik dolu, boğuk bir sesle şöyle dedi,
insan değerli bir dostunu kaybettiğinde etrafına şöyle bir baksa, pek çok dost bulur, sabreder, teselli bulur Malı kaybolsa biraz düşündüğünde mal kazandıracak gayreti kendisinde bulur Kaybettiğini geri kazanır, olanları unutur ve bir daha da düşünmez. Ancak insan gönül huzurunu kaybederse onu nerede bulabilir, bu durumu nasıl telafi edebilir?
Ölüm elini uzatarak sana sert bir tokat atıyor, acı duyuyorsun Ancak bir gün bile geçmeden hayatın parmaklarının seni okşadığını hissediyor, gülümseyip seviniyorsun Ansızın kader karşına çıkıp korkunç yuvarlak gözlerini sana dikiyor. Demir pençeleriyle seni ensenden yakalıyor. Sert bir şekilde yere atarak ayaklarının altında çiğnedikten sonra gülerek yanından ayrılıyor Çok geçmeden pişman olarak, af dileyerek ipek gibi avuçlarıyla seni çekip kurtarıyor, umut türküsü söyleyerek seni coşturuyor. Sen, hayallerine tutunmuş umutlarınla baş başa iken sayısız musibet, acı veren sıkıntılar, gece hayaletleri gibi üzerine geliyor, güneşin doğusuyla da yavaş yavaş yok oluyorlar. Ancak bu dünyadaki nasibinin, kalbinin parçalarıyla beslediğin, göz bebeğinin ışığıyla suladığın, göğsünü onun için bir kafes, ruhunu da yuva yaptığın bir kuş olup da sen ona bakarken, aydınlık ruhunla onu kuşatırken, birden elinden kaçtığını, bulutların üzerinde süzülerek uçtuktan sonra, dönüşü olmayan bir başka kafese konduğunu gördüğünde ne yaparsın ey adam?
Söyle bana, ne yaparsın, sabır ve teselliyi nerede bulursun? Umutlarını, döşlerini nasıl diriltirsin?
Reşit Bey son sözlerini acı içinde, boğuk bir sesle söylemişti. Ayağa kalktı, rüzgara kapılmış bir kamış gibi titriyordu. Bükülmüş parmaklarıyla bir şeyi yakalayarak paramparça etmek istercesine ellerini Öne uzattı. Benzine kan gelmiş, donuk tenine siyah bir renk hakim olmuştu Gözleri büyümüş, gözkapaklan donmuş; birdenbire önüne çıkıp kendisini öldürmek isteyen bir ifrit görmüş gibi kısa bir süre dalmıştı. Sonra yüz hatları süratle değişmiş, zayıf bedenindeki kızgınlık ve hiddet, acı ve eleme dönüşmüştü. Bana baktı ve ağlayarak:
O bir kadın, yoksulluk ve kölelikten kurtardığım, servetimi önüne serdiğim, paha biçilmez mücevherler, güzel elbiseler, değerli takılar ve doru atlarla donattığım, kadınlar arasında kıskanılan birisi yaptığım bir kadın! Bütün kalbimle sevdiğim, duygulanım ayaklarının altına serdiğim, bütün benliğimle kendisine yöneldiğim ve hediyelere boğduğum bir kadın) Kendisine seven bir arkadaş, samimi bir dost, sadık bikoca olduğum bu kadın bana ihanet etti. Beni sırtımdan vurdu. Birlikte fakirliğin gölgesinde yaşamak, utançla yoğrulmuş ekmekten yemek, zillet ve günahla karışık sudan içmek için başka birisine gitti. Sevdiğim kadın, kalbimin parçalarıyla beslediğim, göz bebeğimin ışığıyla suladığım, onun için göğsümü kafes, ruhumu da yuva yaptığım kadın elimden kaçtı. Diken yemek, zehir içmek için dikenli dallarla örülmüş bir başka kafese uçtu. Gönül bahçeme yerleştirip her şeyin sahibi yaptığım can kuşum, korkunç bir şeytana dönüşerek, günahıyla hem bana acı çektirmek, hem de kendi suçunun cezasını çekmek için karanlığa kanat çırptı.
Adamcağız sustu Kendinden kaçmak istercesine yüzünü avuçlarının arasına almıştı. Derin bir iç çekerek
Bütün söyleyebileceğim bu kadar Anık bana daha fazlasını sorma Başıma gelen musibeti insanlara anlatma Bırak gizli kalsın Ola ki derdim sessizce büyüyerek beni öldürür ve rahata erdirir.
Göz yaşlarım göz kapaklarıma hücum ederken yerimden kalktım. Acıma duygusu kalbimi parçalıyordu. Konuşmanın, onun yaralı kalbini teselli etmede, kararmış ruhunu aydınlatmada bir faydasının olmayacağını anlamıştım. Sessizce ayrıldım yanından
Birkaç gün sonra, ağaçlar ve çiçeklerle kuşatılmış basit bir evde Verde Hanım’la ilk kez karşılaştım. Kalbini ayaklarının altında çiğnediği, hayatın toynakları arasında ölü olarak terk ettiği o adamın, yanı Reşit Numan Bey’in evinde benim ismimi duymuştu Parlak gözlerini görüp ahenkli yumuşak sesini duyduğumda kendi kendime dedim ki:
Bu kadın, kötü bir kadın olabilir mı? Şeffaf yüzünün altında iğrenç bir kişiliği, günahkâr bir kalbi gizleyebilir mi? Yoksa kocasına ihanet eden kadın bu mu? Ya da zihnimde, eşsiz bir kuş bedenine bürünmüş korkunç bir yılan gibi tasavvur ederek hakkında birçok kez ithamda bulunduğum kadın bu mu?
Sonra kendime gelerek yavaşça şöyle fısıldadım:
Öyleyse bu adamı bu güzel yüz mahvetmediyse kim mahvetti? Görünüşteki güzelliklerin, gizli ve korkunç felaketlere, acı veren derin hüzünlere sebep olduğunu hiç duyamadık, göremedik mı? Sairlere ilhanı kaynağı olan ay ile meddücezirle durgun bir denizi harekete geçiren ay aynı ay değil mı?
Verde Hanım düşüncelerimi ısıtmış gibi oturdu Ben de hemen yanına oturdum. Şaşkınlığını ve şüphelerim arasındaki mücadele uzun sürmedi Güzel kadın, başını parlak ellerine yaslayarak ney ezgisini andıran ince bir sesle:
Daha önce sizinle karşılaşmadım, beyefendi. Ancak insanların ağızlarında dolaşan düşüncelerinizi ve düşlerinizin yankısını işittiğimden, sizi mazlum ka’dınlara acıyan, zayıf kadınlara karşı şefkatli, kadınların duygu ve düşüncelerini bilen birisi olarak tanıdım. Bu nedenle de gizli şeyleri görmeniz ve dilerseniz insanlara “Verde Hanım asla kocasına ihanet eden ası bir kadın değildir” diyebilmeniz için kalbimi ve düşüncelerimi size açmak istedim
Kader beni, yaklaşık kırk yaşlarında olan Reşit Bey’e götürdüğünde, on sekiz yaşında idim. Bana aşık oldu ve insanların da dediği gibi yüce bir duyguyla bana yöneldi. Sonra beni, birçok hizmetçisi olan muhteşem evinde kansı ve evinin hanımefendisi yaptı, ipek elbiseler giydirdi. Başımı, boynumu ve bileklerimi değerli taşlarla, mücevherlerle süsledi Dostlarının ve tanıdıklarının evlerinde eşine az rastlanan değerli bir hediyeymişim gibi takdim etti beni. Akranlarının beğenerek ve güzel bularak bana baktıklarını görünce, bacan ve zafer kazanmış gibi gülümsedi. Arkadaşlarının kanlarının benim hakkımda gıpta ederek sevgiyle konuştuklarını duyduğunda övünerek, kibirle başını kaldırdı. Ancak birilerinin
Bu Reşit Bey’in karısı mı yoksa evlatlık edindiği kızı mı? Ya da bir başkasının:
Reşit Bey gençliğinde evlenmiş olsaydı ilk doğacak çocuğu Verde Hanım’dan yaşça daha büyük olurdu, gibi sözlerim duymadı.
Bütün bunlar, derin gençlik uykusundan uyanmadan, tanrılar kalbimdeki sevgi meşalesini tutuşturmadan, göğsümdeki sevgi ve duygu tohumlan filizlenmeden önce gerçekleşmişti. Evet bütün bunlar, sonsuz mutluluğun, bedenimi saran güzel bir elbiseden, beni taşıyan gösterişli bir arabadan, etrafımı kuşatan değerli mobilyalardan ibaret olduğunu zannettiğim zamanlarda oldu. Ancak uyandığımda, uyanarak aydınlığa göz kapaklarımı açtığımda, göğsümde yanan kutsal ateşin göğsümü dağladığını, ruhsal açlığın kalbimi sıkıca kavrayarak bana acı verdiğim hissettiğimde, evet uyanıp ta kanatlarımın hareket ettiğini ve beni aşk atmosferine uçurmak istediğini gördüğümde, henüz anlamını dahi bilmediğim, bedenimi saran bağlılık ve kanun zincirleri karşısında acizlikten titreyerek sarsıldığımda, evet uyanıp da bütün bunları hissettiğimde anladım ki, kadının mutluluğu ne erkeğin onur ve otoritesi, ne de cömertlik ve yumuşaklığıdır. Aksine gerçek mutluluk, ruhları birleştiren, kadının sinesine erkeğin duygularını akıtan, hayat yolunda ikisini tek bir parça, Allah’ın iradesiyle tek bir varlık yapan sevgidir.
Ruhumu yaralayan bu gerçek açığa çıktığında, kendimi, Reşit Numan Beyin evinde, onun ekmeğini yiyen ve gece karanlığında gizlenen bir hırsız gibi gördüm. Anladım ki yanında geçirdiğim her gün, yer ve gök önünde açıkça yüzümü yakan, ikiyüzlülükle kaplanmış korkunç bir yalandan ibaret. Çünkü cömertliğine karşılık bütün kalbimle sevemedim onu. İyiliğine ve samimiyetine karşılık duygularımı veremedim ona. Sevgisini öğrenmek için çok çabalamama rağmen Öğrenemedim. Çünkü sevgidir kalplerimizi ortaya çıkaran güç. Sevgiyi ortaya çıkaran, kalplerimiz değildir.
Sonra, gecelerin sessizliğinde, bana eş olarak seçtiği adama beni yakınlaştıracak, kalbimin derinliklerinde onun varlığını hissettirecek ruhsal bir yakınlık yaratması için Allah’ın huzurunda boş yere dua edip yalvardım. Çünkü Allah dileğimi yerine getirmedi. Çünkü sevgi, ruhlarımıza insanların istemesiyle değil, ancak Allah’ın ilham etmesiyle konar. Böylece o adamın evinde özgür tarla serçelerine, zindanıma imrenen hemcinslerime gıpta ederek yaşadım Biricik yavrusunu kaybetmiş bir anne gibi, bilgi ile doğup kanunla hastalanan, açlık ve susuzluktan her gün ölen kalbimin matemini tutarak, tam iki yıl kaldım.
Bu kara günlerin birinde, karanlığın ardından baktığımda, hayat yolunda yalnız yürüyen, bu basit evde kağıtları ve kitaptan arasında tek başına yaşayan bir gencin gözlerinden süzülen hoş bir ışık gördüm. Bu ışığı görmemek için gözlerimi kapatarak kendi kendime şöyle dedim:
Ey insanoğlu! Dünyadan nasibin kabir karanlığı, sakın ola aydınlığı umma!
Sonra kulak verdiğimde tatlılığıyla bütün organlarımı titreten, temizliğiyle bütün bedenime sahip olan ulvi bir ses duydum. Kulaklarımı tıkayarak:
Ey insanoğlu! Dünyadan nasibin cehennem çığlığı, şarkılar senin neyine, dedim
Görmemek için gözlerimi, duymamak için kulaklarımı kapattım. Ancak kapalı gözlerim hala o ışığı görüyor, tıkalı kulaklarım hala o sesi duyuyordu İlk bakışta, padişahın sarayının yakınında bir mücevher bulan, fakat korkusundan onu eline alamayan, ihtiyacı olduğundan bırakıp da gidemeyen fakirin korkusu gibi bir korkuya kapıldım. Susuz kalıp …