Dini

Aşk Peygamberi / Mevlana’nın Hayatı

r83529

Aşk Ppeygamberi “dünya tutkusu ile” herkesin birbirini yediği şu günlerde içimizdeki zehirlere bir panzehir, karanlıklara bir ışık, ayrılıklara bir mutluluk getirebilme umudu ile yazıldı.Yazanın, bunda, “katiplikten” öte bir payı yok.Mevlana: “Aşk geldi damarlarımda kan kesildi.Beni kendimden aldı.Beni sevgiliyle doldurdu.Bedenimin bütün cüzülerini sevgili kapladı.Benden kalan yalnız bir ad.Ondan ötesi hep “O”! Dedi.Bunu öğretmek istiyordu insan kardeşlerine.Bana da.
Nezihe Araz

NİÇİN AŞK PEYGAMBERİ?
Mevlâna’nın romanına bu ismi verişimiz kimseyi şasırmasın. İnsan kardeşlerine aşk için en sıcak, en içten, en yanık, en canlı, en tatlı, en acı, en doğru, en yakın haberleri o getirdi. Peygamber, haberci elçi demektir Mevlâna en sevdiğine, yüce mürşidi Tebrizli Şems’e:
“Ey âşıklar peygamberin Gönül ateşine yanmışım ben” diye sesleniyordu. Bizim yazımız bu seslenişe yüzyıllar sonra tutulmuş bir ışıktır,
“Ey âşıklar peygamberi! Gönül ateşine yanmışım ben! Boğulmuşum gözyaşına! Git sor Allahını seversen! Ne tedbir gösterir sevgili! Ne çare yazar bana?
Mevlâna kendi derdinin çaresini yine kendi yazan adamdı Onun için:
“Ben hem aşk, hem âşık, hem de maşukum.
Ben hem aynayım, hem güzelliğim hem de o güzelliği
seyreden”
diyor
“Tanrıyı sevmek ve Tanrının sevgisine ermek” Mevlâna bütün yaşam ilkesini kendi diliyle böyle ifade ediyordu.
Ama Tanrıyı, tıpkı Koca Yunus gibi sevmek: “Yaradılmışı severim, yaradandan ötürü” diye, her şeyi. her yaradılmışı Hak bilerek, Hakk’ın bir parçası, bir ışığı görerek sevmek.
Mevlâna böyle bilmiş, böyle sevmiş, “varlıkla yokluğu birlikte çokluğu” nefsinde birlemiş insan. Böyle olduğu için:
Ne ben benim ne sen sensin ne sen benim Hem ben benim hem sen sensin hem sen benim
diyor. Ayrı gayrı yok! Şu  icra ne varsa aşkla birleşiyor, sevgide “bir” oluyor ‘Tanrı beni aşktan, aşk şarabından yarattı. Ölüm beni ezse bile ben yine o aşkım” diye haber verirken yaşadığı bir gerçeği söylüyor.
Mevlâna’nın hayat hikayesini yazarken O’nu. bir başkasına ancak yine onun kalemiyle; yine onun kavramlarıyla anlatabileceğimi öğrendim. Mevlâna’ya “Aşk nedir?” diye soran adamın aldığı cevabı unutmamak gerek: Bu soruya o: “Ben ol da bil!” demişti,
O kendini şöyle anlatıyor ve diyor ki:
“Ben gören ve görmeyenim; uykudaki göz gibi Açığım ye gizliyim, varım ve yokum; gülsuyundaki koku gibi Duruyor ve koşuyorum; üzengideki ayak gibi  Söyleyen ve susanım; kitaptaki yazı gibi ”
Böyle bir adamı dile getirmek, hayat hikâyesinden haber vermek güç iş, cüret isteyen iş. Ama insanoğlu hep başından büyük işlere el atma. onlara ulaşma gayretinde değil mi?
Hiç değilse O’nun yolunu biliyorum vehmindeyim. Bu da insanın işini kolaylıyor:
“Ne yazık bu yola bilmeden, rasgele girenler Sen ey yolumun ışığı/ Sen ey gideceğim yolu bilen/ Sen ey benim aşığım Sensiz gitme, istemem!”
Benim yaptığım bu! O’nun kitabını, onunla giderek yazmak.
Bu yazıda eksikler, kusurlar, taşkınlıklar gören olabilir Mevlana diyor ki: “Akıl aşkın yorumundan âciz kalmıştır. Aşkın ve âşıklığın gerçeğini yine ancak aşk söyleyebilir!’

Aşk Peygamberi “dünya tutkusu ile” herkesin birbirini yediği şu günlerde içimizdeki zehirlere bir panzehir karanlıklara bir ışık, ayrılıklara bir mutluluk getirebilme umudu ile yazıldı. Yazanın, bunda, “kâtiplilerim” öte bir payı yok. Mevlana: “Aşk geldi damarlarımda kan kesildi. Beni kendimden aldı. Beni sevgiliyle doldurdu. Bedenimin bütün cüzülerini sevgili kapladı. Benden kalan yahut bir ad. Ondan ötesi hep “O” f dedi. Bunu Öğretmek istiyordu insan kardeşlerine. Bana da!
NEZİHE ARAZ

Birinci Bölüm
İKİ NEHİR
Bin iki yüz kırk altı yılının on beş şubat gecesi. 2004’ten yedi yüz elli sekiz yıl ünce. Konya sonsuz ve bembeyaz bir sessizlik İçinde uyuyor. Kar. yolları diz boyu tutmuş Saçaklardan kol kol sarkan buzların sivri gölgeleri yerdeki beyazlığı ancak karartıyor. Gökyüzünde iri iri yıldızlar var. Yeryüzüne donmuş gözlerle bakıyor, Dünya Öyle sonsuz bir sessizliğin koynunda uyuyor kit henüz yaradılmamiş; henüz Tanrı tarafından “ol emri verilmemiş gibi.
Konya’da hemen bütün ışıklar dinlenmiş. Kale kapıları kapalı. Yaylanın dayanılmaz ayazı yüzünden, bu gece allı asesler bile kol gezemiyor Dayanılmaz bir soğuk ortalığı sanki yakıyor
Karanlıkla beyazlığın birbirine karıştığı bu rüyalı gecede yalnız, bir evde ışık var Bu ev Gevherlaş Medresesi’dir; Mevlâna’nın kutlu ocağı.
Hücrelerin birinde genç bir adam. dikişli Şam hırkasına bürünmüş, bir insan boyuna yaklaşan kocaman bir mumun altında, kendini unutmuş, okuyor Önündeki büyük oymalı rahlenin üzerinde dedesinin ünlü Maarif kitabı var.
Güzel bir genç adam. Çekik kaşları, kocaman parlak gözleri, ince bıyıkları ve elmacık kemikleri çıkık, anlamlı yüzüyle bu adam tam bir Orta asyalı. Gerçi büyük bir dikkatle önündeki kitaba bakıyor, ama belli ki okumuyor. O kadar kendini unutmuş ki, okumadığının da farkında değil. Farkında olsaydı avludan, sonra hücrelerin sıralandığı revaklı yoldan büyük bir telaşla, koşarcasına gelen ayak sesini duyar, toparlanırdı.
Birden hücre kapısı hiç alışık olmadığı bir biçimde, hızla açılıyor ve buz gibi bir soğukla birlikte bir adam kendini içeri atıyor.
…….

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Namazla Yeniden Doğdum

Editor

Mekarimul Ahlak – Muhyiddin Ibn Arabi

Editor

Fritjof Schuon – Bilgelik Şiirleri

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası