Leydi Vivian Worth bir hanımefendi gibi davranmasını çok iyi biliyor. Ama etrafta etkileyecek kimse yokken uygun tavırlar takınmak sadece aptallık. Neden yüzmek için kombinezonuna kadar soyunmasın ki? Nişanlısı onunla tanışmak için geldiğinde, Vivi tam bir hanımefendi gibi vakur, kibar, uysal davranacak. Yani ağabeyinin adama söz verdiği her şey olacak. Ama o zamana kadar, özgürlüğünün tadını çıkaracak.
Açığa Çıkan Keşif
Çiçeği burnunda Foxhaven Dükü Luke Forest’ın ne mirası ne de onunla birlikte gelen gelini umurunda. Macera ve heyecan istiyor, tıpkı biraz evvel karşılaştığı büyüleyici su perisi gibi. Çıplak yüzen bu fingirdek kadının müstakbel gelini olduğunu öğrendiğinde, Leydi Vivian’a başka koca bulma planını tekrar düşünür. Çünkü bu hayat dolu kadını başka bir adamın kollarında düşünmek, onu delirtmek ya da mihraba götürmek için yeterli.
***
Bir
Leydi Vivian Wortb, mektubu katladı ve iç geçirdi. Ağabeyi Ash’in dramatik senaryolar yazma konusunda östtlne yoktu. Ortada tehlike yokken felaketi sezerdi. Bir asilin Brighthurst Malikânesi’ni ziyaretini dert etmek için de bir nedeni olmamalıydı. Hem Vivi bir leydi nasıl davranır çok iyi biliyordu. Sonuçta on dokuz yıllık tecrübesi vardı. Yine de, etrafla etkileyecek seyirci yoksa kurallara uymayı aptalca buluyordu.
Ash’in haftalık mektubunu, çıkarıp bir kenara attığı elbisesinin, jüponunun ve korsesinin yanma fırlattı ve nemli çimde koşmaya başladı, açık saçları ardında uçuşuyordu. Önceki gecenin şiddetli yağmuru kuzen Patrice’in arazisinden geçen pınarı ideal derinliğe ulaştırmıştı. Vivi, konu yüzme olunca asla hayır diyemezdi.
Kıyıya ulaşınca, dizlerim göğsüne çekip, çığlık atarak zıpladı. Bir saniyeliğine havada asılı kaldı, inişi sesli oldu. Parmak uçlan pınarın çakıllı yatağına değdi. Işıltılı dünyaya gözlerini yeni açan bir bebeğin sabırsızlığıyla yüzeye çıkmak için yukarı doğru yüzdü.
Ah, tatlı heyecan. Bu his oturup saçma iğne danteli ile uğraşmaktan çok daha iyiydi.
Boylu boyunca uzandı. Gülümseyerek gökyüzünü kaplayan dağ gibi beyaz bulutlara baktı. Bugün güneş daha parlak, ağaçlar daha yeşil, kuşların cıvıltıları daha ahenkliydi.
Foxhaven’ın on ikinci dükü Lucas Forest, kendisini araştırması için gizli ajan gönderiyor olsa da en sonunda onunla ilgilenmeye başlamıştı.
Vivi hiçbir zaman sabırlı bir insan olmamıştı ve Foxhaven’ı beklemek gerçekten de zor bir süreçti. Yine de evlilik anlaşmalarını imzalamayı ertelediği için ona kızamıyordu. Babasını beklemediği bir anda kaybetmişti ve Vivi böylesi bir kaybın büyüklüğünü anlayabiliyordu. Yedi yaşında yetim kalmıştı ve ağabeyine yük olması çok da uzun sürmemişti.
Ağabeyi ve eski dük arasındaki gizli görüşmeleri öğrenen Foxhaven’ın yaşadığı şoku da anlayabiliyordu. Bu görüşmelerde kendisine de söz hakkı verilmemişti.
Yine de on üç ay boyunca belirsizlik içinde yaşamak yeterince uzun bir işkenceydi. Aralarındaki meseleyi çözmeye ve Bedforshire’ı geride bırakmaya hazırdı.
Ertesi hafta dükün temsilcisi Lord Ellis geldiğinde hiçbir eksiğini bulmaması için elinden geleni yapacaktı. Ağabeyinin Foxhaven’a söz verdiği ne varsa o olacaktı: zarif bir ev sahibesi, hanım hanımcık bir leydi ve boş kafalı bir sersem.
Vivi yüzüstü dönüp akıntıyla beraber yüzdü.
Boş kafalı olduğunu iddia etmek belki de ağabeyinin akılsızlığıydı. Düşünceleri çayırda biten karahindibalar gibiydi ve başkaları dinlemeye hevesli değilken bile düşüncelerini paylaşmak isterdi. Ama bu sefer, ısırmak zorunda kalsa da dilini tutacaktı.
Daha sığa yüzüp ayağa kalktı ve kaygan taşların üzerinde dengesini kaybetmemek için iki yana ellerini iki yana açıp yalpalayarak sudan çıktı. Biran evvel eve gitse iyi olacaktı. Aşçı, Lord Ellis geldiğinde ikram edilecek yemekler için onayını bekliyordu. Kuzen Patrice soğuk algınlığı yüzünden yatağından çıkamadığı için bu görev Vivi’ye kalmıştı.
Bir centilmenin meşguliyetleri de bir leydininki kadar sıkıcı mıydı? Büyük bir olasılıkla değildi. Okudukları seçkilerde gördüğü kadarıyla daha eğlenceliydi. Mutfağa uğramadan önce belki Sör Thomas Malory’nin Le Morte d’Arthur ‘una kısacık bir göz alabilirdi.
Güçlükle yürümeye çalışırken çoktan hayallere dalmıştı. Yakışıklı şövalyeler ve şövalyelerden birinin kendisine hayran olduğu gündüz düşlerinde kendini kaybederdi sık sık. Böylece yalnız günleri daha az… ee, yalnız olurdu.
Bir turnuvaya katılıyor. Sör Launcelot savaş atını tam önünde durdurup kendisini Vivi’nin şampiyonu ilan ediyor. Fıvi saçındaki kırmızı kurdeleyi çekip söre sunuyor. Cesur şövalyesi gözleri parıldayarak dudaklarını uzatıyor.
“Benim sevgili Leydi Vivian’ım, hediyenizle beni onurlandırdınız. Zaferimin ödülü olarak bana bir öpücük bahşetmez misiniz? ”
Vivi dudaklarına dokundu. “Peki, benim cesur şövalyem.” Hâlâ genç kız fantezileri ile uğraştığı için kendinden utanarak kahkaha attı. Hayal gücü oldukça kuvvetliydi gerçi. Anın içinde öylesine kayboluyordu ki Sör Launcelot’un atının kişnemesini duyduğuna yemin edebilirdi.
Pürüzsüz taşlar oldukça kaygandı. Cup diye suya düştü. Ayağa kalkmaya çalışırken burnundan soluyan atın sesi ile – hayal değil gerçekti – başını havaya kaldırdı.
Bir at ve binicisi, ilerideki ağaçların arasından pınarın kıyısına doğru yaklaşıyordu.
Vivi kıpırdayamıyordu.
Atı su içmek için başını pınara eğerken adam da sakin bir şekilde oturuyordu. Belli ki Vivi’yi görmemişti. Saklanacak bir yer bulmak için etrafına bakındı ama yakınında ne bir çalılık ne bir ağaç ne de kaya vardı.
“Kahretsin!” Centilmenin şaşkın nidası karşıdaki kayalarda yankılandı.
“Ah, başka tarafa bakın. Lütfen, başka tarafa bakın.”
Suyun daha derinlerine gitmeye çalıştı ama kombinezonu dizlerinin etrafına dolandı. Öne doğru sendelerken yüzüstü suya düştü, saçları gözlerini kapatmış, öksürüp aksırarak sudan çıktı. Çakıl taşlarına vuran çizmelerin ve sıçrayan suyun sesi kalbini ağzına getirdi. Sendeleyerek ayağa kalktı, görüşünü kapatan saçlarını kaldırdı. Kollarını göğüslerinin üzerinde kavuşturdu.
“Dur!”
Yabancı durdu, dizlerine kadar suyun içindeydi. Koyu kaşları Vivi’nin hayatında görmediği kadar çarpıcı mavi gözlerin üzerine düşmüştü.
“Yardıma ihtiyacınız var sanmıştım.”
Burnundan soluyordu. “Yüzme konusunda yok.”
Bakışlarının yoğunluğu Vivian’ı öfkelendiriyor, ettiği hakareti unutturuyordu. Yavaşça geri geri gitmeye başladı. Su burnunun ucundan damlıyordu ama durdurmak için bir hamle yapıp kendisini teşhir etmeye kalkışmadı.
Eğer bir centilmenin önünde yarı çıplak olduğu duyulursa… Owen ile olan durumdan bir milyon kez daha feci olurdu. Hele Londra’dan biri öğrenirse bu felaket onu mahvedebilirdi.
Centilmen hâlâ gözlerini üzerinden ayırmamıştı.
“Lütfen, bön bön bakmaya bir son verecek misiniz?”
“Özür dilerim.” Elleri ile gözlerini kapattı, dudakları yukarı doğru kıvrıldı. “Tehlikede olmadığınızı anladığımıza göre belki de sorumu cevaplayabilirsiniz. Su perisi misiniz, yoksa aşırı faal hayal gücümün bir oyunu mu bu?”
Sesi, gülme isteğini bastırıyormuş gibi tınlıyordu. Durumu yeterince ciddiye almıyordu galiba.
“İkincisi. Şimdi gidin.”
Centilmen güldü ama gözlerini kapalı tutmaya devam etti. “Oldukça gerçek görünüyorsunuz. Belki de en yakın çiftliğin sütçü kızısınız. Görevlerinizi yerine getirmek yerine kendinizi boğmaya çalıştığınızı işvereniniz biliyor mu?” “Boğulmuyordum. Ayrıca mülke izinsiz giren, istenmeyen kişilerle konuşacak vaktim de yok.”
Takip edip etmediğini izleyerek yüzmeye devam etti. Gözleri hâlâ kapalı yerinden kıpırdamadan durması hızla atan nabzını bir parça yavaşlattı.
“Başka türü var mı?”
Daha derinlere ulaşarak boynuna kadar suyun içine girdi. “Neyin?”
“Mülke izinsiz girenlerin. İstendikleri olur mu? Anlam olarak mülke izinsiz girmek-”
“Ne anlama geldiğini biliyorum. İyi günler beyefendi.” Tekrar güldü ve gözlerini kapadığı elini indirdi. “Ukalanın tekisin. Adın ne?”
Vivi’nin gözleri büyüdü. Gerçek bir centilmen onu hiç görmemiş gibi davranırdı. Diyelim ki suyun içinde yan çıplak olduğunu fark etti, ismini öğrenmek istemezdi.
“Önemli biri değilim. Lütfen artık gidin.”
İhtiyacı olan son şey, komşu kasabalara utanç verici karşılaşmalarını yayan bir misafirdi. Dunstable’da adı çıkabilirdi.
Yine.
Ve Ash öfkeden delirebilirdi.
Yine.
Pis pis sırıtarak, “Eğlenceni mahvettim, değil mi?” dedi. “Belki de gitmeden önce bana yardımcı olabilirsin.” “İstediğiniz her neyse yeteneğim olmadığına eminim.” Aralanndaki mesafeyi daha da açarak geri geri yüzdü. “Yeteneğe gerek yok.”
Adam sudan çıktı, çizmesine asılıp içindeki suyu boşalttı. “Çizmelerimi daha yeni aldım ve seni kurtarmak için rezil ettim.”
“Kurtarılmaya ihtiyacım yoktu.” Gerçekten de Vivi çok iyi bir yüzücüydü. Neden söylediklerini dinlemiyordu?
“Tabii ki yoktu.” İğneleyici ses tonu Vivian’ı sinirden kudurttu ama karşılık veremeden yabancının muhteşem gözleri tekrar üzerine kilitlendi. “İhtiyacım olan şey Brighthurst Malikânesi’nin nerede olduğu. Yolu biliyor musun?” “Brighthurst mü?” Bakışları adamın üzerinde gezinirken tüm nefesi bir ıslık sesiyle içinden akıp gitti. Pahalı kesim şarap rengi ceketi tozlanmış, uzun çizmeleri dediği gibi mahvolmuştu ama buralardaki pek çok centilmene göre daha modaya uygun giyindiği kesindi.
Yüce Tanrım, hayır!
Bu centilmen Lord Ellis olamazdı, gelmesine daha birkaç gün vardı. Belki de yanlış duymuştu.
Boğazını temizledi. “Siz — siz Brighthurst Malikânesi mi dediniz?”
“Demircinin tarifine göre yaklaşmış olmam lazım.”
Tatlı çilek reçeli aşkına! Kont olmalı. Bu kadar erken Brighthurst Malikânesi’nde ne işi var? At arabası nerede? “Ben, ben bilmiyorum—”
Atına binerken yüzü asıktı. “Leydi Brighthurst’ü tanımadığınızı söylemeyin.”
Tanımadığını söyleyemezdi. Yalan söylememek en iyisiydi.
“Gitmeniz—•” Parmağını uzattı. “Bu tarafa gidin.” Bakışları parmağını izledi. “Hangi taraf? Geldiğim yön mü?”
“Evet, bence. Belki.”
“Evet mi belki mi?”
“Şey, bence başka birine sormalısınız.”
Kaşını kaldırdı ve etrafa bakındı. “Başka birine mi sormalıyım? Kime, Tanrı aşkına?”
“Bağışlayın beni, efendim, gerçekten gitmem lazım.” Karşı kıyıya yüzüp taşlı kıyıya tutundu.
“Bir dakika. Bana cevap vermen lazım. Geldiğim tarafa doğru mu gitmeliyim?”
“Iı, evet!” Yüce İsa, en sonunda yalan söylemişti. Hem de bir konta. Vivi’nin kalbi kulaklarında atıyor, karşıdan gelen cevabı duymasını engelliyordu. Gözlerini kırptı. “Pardon?”
“Sıkıntınız için bir şey isteyip istemediğinizi sordum. Birkaç şilin belki?”
“Hayır!” Ulu Tanrım, hayır. Bir de parasını alamazdı. Aşağıya doğru sürüklemeye çalışan akıntıya karşı savaşırken eklemleri ağrımıştı.
Atını suya yaklaştırdı. “Yardıma ihtiyacınız olmadığına emin misiniz? Yine boğulma tehlikesi içindesiniz sanki?” “Yüzme bitiyorum dedi kenetlenmiş dişlerinin arasından.
Centilmen alnını ovuşturdu. Bırakıp gitmenin akıllıca olup olmadığına kafa yoruyor gibi görünüyordu.
Vivian yan taraftaki dik bayıra baktı. Biraz çabalaması gerekiyordu ama tepeye ulaşabilirdi. Tabii, centilmen onu bırakırsa. “Endişeniz için teşekkür ederim ama gidebilirsiniz artık.”
Kaşıktan damlayan bala benzeyen bir gülümseme dudaklarına yayıldı. “Çok küstahsınız. Tırmanırken dikkat edin. Kendinize zarar verdiğinizi görmek istemem.”
“Bana bir şey olmaz ama teşekkürler tekrar.”
Başını sallayarak, dizginlerini çekip atını ormana doğru çevirdi.
Çok fazla zamanı yoktu. At ve binicisi gözden kaybolur kaybolmaz, Vivi dirseğini taşa dayayıp bacağını tepeye attı ve yumuşak bir homurtuyla sudan çıktı. Ayaklarını iterek bacaklarına dolanan kombinezonunu tekmeledi ve toprak setin kıyısından sallanan geniş ağaç kökünü tuttu. Tutuna tutuna hızla tepeyi tırmandı, aklı karman çormandı.
Lord Ellis, Brighthurst’e neden bu kadar erken gelmişti? Neden tam da bu anda gelmek zorundaydı? Vivian kendini dünyanın en şanssız insanı addediyordu.
Ayaklan toprağımsı bir koku yayan koyu çamurda kaydı. Yanan avuçlarını umursamayarak daha da sıkı tutunup tırmanmaya devam etti.
Tepeye vardığında hızla kıyafetlerinin olduğu yere koştu.
Lord Ellis ondan önce eve varamazdı. Bu olamazdı. Düşünmek, o gelmeden önce ne yapacağını çözmek için zamana ihtiyacı vardı. Batan gemiden farksız olan durumunu kurtarmak için bir yol bulmalıydı. Kuzen Patrice için bir kez daha hayal kırıklığı olmaya dayanamazdı.
Uzaktan birinin kendisine seslendiğini duydu. Hizmetçisiydi.
“Leydi Vivian, buradasınız. Her yerde sizi aradım.” Winifred çayırdan kendisine doğru geliyordu. “Fırtına çıkacak gibi. Eve dönseniz iyi olur.”
Kuvvetli rüzgâr çayırdaki otlan çılgınca savurdu. Vivi buruş buruş olmuş elbisesini yerden kaptı. “Winnie! Çabuk gel. Çok kötü bir şey oldu.”
Hizmetçisi koşmaya başladı. “Leydim, ne oldu? Yaralandınız mı yoksa?”
“Hayır. Öyle bir şey değil. Giyinmeme yardım et lütfen.” Winnie korsesini ve jüponunu kaptı ama Vivi eliyle itti. “Zamanımız yok. Gerisini odama vardığımızda giydirirsin.”
‘‘Anlamıyorum leydim. Ne oldu?”
Hizmetçisi iç çamaşırlarını omzuna attı, kumaş ıslak bedenine yapışmışken eteklerini çekiştire çekiştire elbiseyi Vivi’nin başından geçiriverdi.
Vivian, başını elbiseden çıkardığında parlak güneşi örten büyük bir bulut gördü. Hava boğucu ve ağırdı. Saldırmak için toplanıyormuş gibi duran ufuktaki gri bulutlar fırtınanın habercisiydi. Çok hızlı hareket ediyorlardı. Tıpkı Lord Rllis gibi Vivi’yi hazırlıksız yakalamışlardı.
Hizmetçisi elbisesini ilikleyemeden, Vivi koluna girip eve doğru sürüklemeye başladı.
“Leydi Vivian, neden böyle davranıyorsunuz?”
“Ah, Winnie. Başım gerçekten belada. Lord Ellis az sonra kapımızı çalacak. Acele etmeliyiz.”
“Lord Ellis mi? Ama gelecek haftaya kadar burada olmayacaktı.” Winnie durdu, kendisini sürükleyen Vivian’ı da durdurdu. Vivi’nin yüzünü yakalayıp gözlerinin içine bakarken kaşını kaldırdı. “Başınızı taşa falan çarpmadınız, değil mi?”
Vivi hizmetçisinin ellerini indirdi. “Aklımı kaybetmedim. Haydi, gidelim.”
Çakan şimşek yere ulaştığında gök gürültüsü altlarındaki zemini titretti.
Hizmetçisi Vivi’nin koluna sarıldı. “Acele etmeliyiz, leydim.”
“Ben de bunu söylemeye çalışıyorum. Lord Ellis beni yüzerken yakaladı, şimdi de Brighthurst’e doğru gidiyor.” Winnie’nin gözleri kocaman açıldı. “Merhametli Tanrım. Kont sizi kombinezonunuzla yüzerken mi yakaladı? Aman Tanrım. Bu durum korkuncun da ötesinde.”
“Yüreğime su serptiğin söylenemez.” Rüzgâr çayın kırbaçlayıp Vivi’nin ıslak elbisesini üzerine yapıştırırken kenetledikleri elleriyle eve doğru koştular. Eve girip içeri süzüldükleri sırada yağmurun ilk damlaları toprağa düşmeye başlamıştı.
Vivi titriyordu. Hizmetçisi kolunu omzuna attı. “Yukarı çıkalım, Leydi Vivian. Fena üşüteceksiniz.”…