Roman (Yabancı)

Aşkın Günahı

askin gunahi 5ed3fcb63dbbbFallon güzelliğini gizleyebilirdi… Peki ya arzularını?

Biri maskelerin ardında yaşıyor…

Fallon O’Rourke gibi bir güzelin iffetini koruyabileceği son yer, Londra’nın en çapkın dükü Dominic Hale’in Mayfair’deki malikânesidir. Ancak genç kız orada güvendedir çünkü bir uşak kılığına girmiştir. Sırrını korumak için elinden geleni yapmasına rağmen günahkâr çapkının yatak odasına girip çıkan kadınlardan biri olmayı dilediğini fark eden Fallon, bu oyunu sürdürebilecek midir?

Diğeri günah işlemek için yaşıyor…

Yakıcı mavi gözlere ve enfes bir gülümsemeye sahip hovarda Dük’ün keyfine düşkünlüğüne imrenenler, onun kısa süreli mutlulukların peşinde koşmasının nedenini sorgulamamaktadır. Oysa Dük’ün kalbi kırıktır ve kendini korumak için ördüğü duvarları sadece bir kadın yıkabilecek, sadece bir kadın onun aşkını kazanabilecektir…

***

Giriş

Soğuk gözyaşları Fallon O’Rourke’un yanaklarından aşağıya akıyor ama üşümüş dudaklarından hiçbir bir ses çıkmıyordu. Ne bir hıçkırık Ne bir inleme. Son on beş gündür bütün sesleri gözyaşlarından akıtmıştı. Penwich Erdemli Kızlar Okulu’nun ikinci katında, yatağın içine girip bir ölü gibi hareketsiz kalarak hıçkırıklara boğulmamayı başardı.

Nefesi beyaz bulutlar halinde peş peşe önünde yayılıyordu. Titreyerek eski püskü battaniyenin altına kıvrıldı ve bir daha ısınıp sınamayacağını düşündü. Ayaklarının soğuktan acımadığı bir gecenin gelip gelmeyeceğini. Ah, Babacığım.

“Pişt.”

Fallon başını kaldırdı. İki kız ince omuzlarında batta­niye sarılmış bir halde yatağının ayakucuna sinmişti. Onları tanıyordu. Her gün kolalı önlükleriyle koridorlarda yürüyen diğer soluk yüzlü kızlardan çok farklı göründükleri için değil, geldiği günden beri onu tuhaf bir yoğunlukla izledikleri için.

Kendi işlerine bakan, kendi perişanlıklarıyla meşgul olan diğer kızların aksine, merakla açılmış ciddi gözler onu her yerde takip ediyordu.

Bu gerçekten perişanlıktı. Açlığa, soğuğa ve… birbirlerine karşı verdikleri devamlı bir mücadeleydi.

Fallon gergin ve temkinli olarak doğruldu. Dün, büyük kızlardan ikisi kendilerinden küçük bir kızın üzerine atlamış, zaten az olan yemeğini çalmışlardı. Yine de kendisinde bu kızlann isteyebileceği hiçbir şey yoktu. Üstelik on üç yaşın­daydı, buradaki pek çok kızdan daha iri ve ağırdı. Siyah saçlı olanı, sanki dışarıdaki bozkırlarda uğuldayan rüzgâr onu yere serebilirmiş gibi görünüyordu. Yemeklerinin belli bir sıklıkla çalındığına şüphe yoktu.

Fallon dirseklerinin üzerinde kalkarak hareket etti. Şap­kasını başından çıkarmaya cüret etmesinin cezası olarak Mü­dür Brocklehurst’un, bugün onu kemerle dövmesini sırtının acısından hatırladı. Böyle birkaç dayak daha yerse, yakında Penwich’te hayatta kalma mücadelesi veren kırktan fazla kız kadar acınacak hale gelecekti.

Kurumuş dudaklarını ıslatarak konuştu. “Evet?”

İki kızdan yaşça daha büyük görüneni -muhtemelen Fallon’dan bile büyüktü- parlak mavi gözlerini kırptı. Gözleri, solgun yüzündeki tek renkti.

“Sana zarar vermeyeceğiz.” Yatağın etrafından dolaştı. “Bizimle gel.”

Sebep belki sesinin kibarlığı… belki de kimsenin konuş­maya meyilli -ya da izinli- görünmediği bir yerde onunla konuşmasıydı. Sebep ne olursa olsun, Fallon bacaklarını yatağın kenarından aşağı sarkıttı. İyice yıpranmış çizmelerini giyip bağcıklarını bağladı ve uyuyan kızların karyolalarının yanından geçip aşağı kata inerlerken kızların peşinden gitti.

Aşçının, sönmekte olan korların bulunduğu bir ocağın yanında gürültülü bir şekilde horlayıp uyuduğu mutfaktan geçtiler. Fallon daha küçük olan kızın sırtına odaklanıp bir erkeğin bileği kadar kalın olan ve sırtında zıplayan siyah ör­güsünün ritmik hareketini izledi.

Dışarı çıktığında soğuk, güçlü bir rüzgâr Fallon’u karşılayıp yanaklarına çarptı. Büyük olan kız arkadaşının elini tuttu ve diğerini Fallon’a uzattı. Fallon elini tutma konusunda tereddüt ederek kızın eline baktı.

Kız anlamış gibi gülümsedi. “İsmim Evelyn.” Omuzlarını silkti. “Evie.” Başım küçük kıza doğru eğdi. “Bu da Marguerite.”

Marguerite bakışlarını kaldırıp karanlık gecede altın gibi parlayan gözlerini açığa çıkardı. Başını utangaç bir şekilde salladı.

“Haydi gel,” dedi Evie kış soğuğuna dalmadan önce. O ve Marguerite donmuş toprağın üzerinde tavşan hızıyla hareket ettiler. Geceliklerinin yıpranmış etekleri battaniyelerinin altında kayboluyordu.

Fallon, Müdür Brocklehurst’ün hayalinin gece kalkacağın­dan şüphelenir gibi dudağını ısırarak arkasına baktı. Adam onu dövmekten keyif almıştı. Kemerini onun sırtına vurduğunda nefesinin hızlandığını duymuş ve bittiğinde gözlerindeki parlaklıkta bunu görmüştü. Adam bunu tekrar yapmaktan hoşlanırdı. Fallon boğazındaki yumruyla yutkundu. Ona bir bahane vermek istemiyordu. Evie ve Marguerite gitgide küçülüyorlardı ve gri battaniyeli vücutları, beyaz ufuktaki kirli lekeler gibi görünüyordu.

Homurdanarak keskin rüzgâra daldı. Geniş okulun arkasına dönerken diğer ikisini yakalamak için bacakları kar birikinti­lerinin içinde hızla hareket ediyordu.

Fallon dakikalar sonra Penwich’in gölgesinde duran köhne bir ahıra ulaştı. Yan tarafında bir sancı vardı ve soğuk kar çizmelerinin içine giriyordu. Kızlar kapıyı onun için tuttular ve Fallon kapıyı kapatmak için rüzgârla mücadele eden kızlara yardım etti. Kalın ahşap kapının kapanmasıyla rüzgârın sesi de azalmıştı. Uzaktaki hafif bir uğultu gibiydi. Evie ve Marguerite bir merdivenle tavan arasına çıktılar. Fallon da peşlerinden gitti. Evie bir saman yığınının arkasından bir kova çekerken Marguerite de bir köşeye çöküp bir bez parçasını ortaya çıkardı.

Ellerini birbirine sürterek Evie’nin bir kova sütten ince bir buz tabakası kırmasını izledi. Evie gülümsedi. “Keçi sütü.”

“Bunu nereden aldın?”

“Köyden gelen Jean-Luc, kömür getirdiğinde bizim için haftada bir defa bunu buraya bırakıyor.”

Fallon bakışlarım kovadan kaldırdı. “Neden?”

“Marguerite Fransızca konuşur. Adam Marguerite’in bir hemşerisi olduğunu düşünüyor.”

Fallon siyah saçlı kıza baktı. Bezin içinden geniş bir peynir parçası çıkardığında soluğunu tuttu. “Bunu da mı bırakıyor?

Marguerite ona bir parça verdi. Fallon aç bir kurt gibi üstüne atlamamak için kendini zor tuttu.

Sessizce, sırayla besleyici sütten içtiler. Fallon yumuşak samanın üzerine sırtüstü düşerek iç geçirdi, tıka basa doymuştu. Evie ayağa kalkıp tavan arasında bir kepenk açtı. Fallon’un yanına, samanın içine yatıp bir kolunu başının altına alarak soğuk geceye baktı.

Fallon bir anlık huzur hissetti. Belki de babasının ölü­münden beri ilk defa. Kaşlarım çattı. Bu uzun sürmeyecekti. En iyisi fazla gevşememesiydi. “Neden sizinle birlikte buraya gelmemi istediniz?”

Evie cevap verdi, “Bir arkadaşa ihtiyacın varmış gibi gö­rünüyorsun.”

Fallon başıyla onayladı. Boğazı bu beklenmedik nezaket karşılığında tıkanmıştı. Arkadaşları kaybolmuştu. Ailesi de. Annesini çok az hatırlıyordu. Onu hummadan kaybetmişti ve gerçek anlamda hiç tanımamıştı. Babası her şeyiydi. Şimdi o da gitmişti. Bir ya da iki arkadaş iyi olabilirdi.

Marguerite tüy gibi hafif bir sesle konuştu. “Penwich’teki kızlar gelir ve giderler…”

“Genellikle bir tabutun içinde giderler,” diye vahşice mı­rıldandı Evie, mavi gözleri parlıyordu.

Marguerite devam etti, “Diğer kızlar gibi değilsin. Ekmeğini Helen’le paylaştığında bunu gördük.”

Fallon başım iki yana salladı. “Helen mi?”

“Küçük Helen. Beş yaşlarında.”

“Ah.” Fallon hatırlayarak başını salladı. Bazı büyük kızlar çocuğun yemeğini aşırmışlar ve kız itiraz etmeye başladığında kolunu acımasızca çimdiklemişlerdi.

Marguerite dizlerini göğsüne çekti. “Bize şeyi hatırlattın…

pekâlâ, bizi.”

Fallon söyleneni sindirirken boğazındaki kalın yumru yüzünden cevap veremedi. İki kişiyle yakınlık kurduğu için mutluydu. Kendisini bir daha asla o kadar yalnız hissetme­yeceği için de.

“Orada!” Evie samanın üzerinden hızla kalktı ve gecenin içinde bir ışığın kavis yapışını ve simsiyah gökyüzünü gösterdi. “Gördünüz mü? Bir yıldız kayıyor! Onu görüyor musunuz?”

Fallon bakıp başıyla onayladı.

“Çabuk, bir dilek tutun.” Evie gözlerini sımsıkı kapadı ve aceleyle, “Macera diliyorum! Bu iğrenç yerden çok ama çok uzak yerleri ziyaret etmek istiyorum,” derken dudakları hızla hareket etti. Gözlerini açarak bakışlarım Marguerite’e odaklayıp küçük kızı dürttü. “Haydi, sen ne diliyorsun?”

Marguerite dudaklarım ıslatarak düşünceli bir şekilde geceye baktı. “Ben… ben önemli olmayı diliyorum.”

Evie başıyla yavaşça onayladı sonra da bakışlarım, sıranın ona geleceğini bilerek nefesini tutan Fallon’a çevirdi. Kalbi doyumsuzdu. Çok fazla şey diliyordu. İmkânsızı diliyordu. Babasını.

Önemli ve ulaşılabilir olduğunu umduğu şeyde karar kıldı. “Bir yuvam olmasım diliyorum.”

Kelimeler dudaklarından döküldükten sonra kayan yıl­dızdan çıkan ışık çizgisi kayboldu ama Fallon bunu zihninde hâlâ görebiliyordu.

Kızların aceleyle şekillenmiş istekleri havada asılı kaldı. Sözcükler bir şapelde söylenen dualar gibi saygılı bir şekilde süzüldü.

Macera diliyorum.
Önemli olmayı diliyorum.
Bir yuvam olmasını diliyorum.

Birinci Bölüm

Fallon’un adımlan, Arnavut kaldırımlı yürüyüş yolunda tuğla­dan yapılmış mütevazı eve, Dul Jamison’ın evine yaklaşırken yavaşladı. Çizmeleri ayak parmaklarını sıkıyordu ve başka bir çift ayakkabı giymeyi arzuluyordu. Yatağının altına sıkıştırılmış olan ve Bayan Jamison’ın kabul edilemez bulduğu erkek çizme­ler… Ekibimdeki bir kadın, bir kadının görünmesi gerektiği gibi görünmeli ve erkekler için yapılmış ürünleri giymemeli. Fallon iç geçirip başını iki yana salladı. Gururu, asla bir kadm ya da zarif biri olmaya cağını çok önceden kabullenmişti. Neden dünyanın geri kalanı da bunu kabullenemiyordu ki?

Saat geç olmuştu. Evie ve Marguerite’e yaptığı ziyarette za­manın nasıl geçtiğim anlamamıştı. Konuşacak çok şeyleri vardı. Yollarının ayrılmasından bu yana iki yıl içinde mektuplaşma­larının ifade edebildiğinden çok daha fazlasını konuşmuşlardı.

Hafifçe hışırdayan etekleri gece yerden yükselen sisi yarıyordu. Pelerinin içine iyice saklanarak durdu ve ilerideki karanlık eve bakıp tam olarak anlayamadığı bir nedenle evin gölgesinde oyalandı. Gölgelerin açık renkli tuğla yüzey boyunca dans etmesini incelerken dikkatli olması gerektiğini hissetti. Karanlık bir his içinden geçip ensesini karıncalandırdı. Kolayca atamadığı bir farkındalık hali… babasının katili onu Penwich’in basamaklarına bıraktığından beri içine yerleşen bir içgüdü.

Evi çeviren soğuk çelik kapıyı tuttu. Buz gibi gecede ürpererek soğuktan çıkıp bir an önce evin sıcaklığına girmeyi emretti kendine. Yine de kımıldayamadı.

Sonra da bir tavşanın çalılıklardan aniden fırladığını gördü. Ön salonun penceresinden ışıklar parlıyordu. Kısık sesli bir konuşma uğultusu, rüzgâr gibi yumuşak bir şekilde havada süzülüyordu.

Genellikle gecenin bu saatinde ev sessiz olurdu. Akşam “toniğinden” sonra Dul Jamison ve pug cinsi üç köpeği çok erkenden yatağa girerlerdi. Durumu daha da olağandışı yapan şey, dulun Comwall’daki akrabalarını ziyaret etmek için dün gitmiş olmasıydı. Personelin çoğu, boş zamanını değerlendirmek için gece izin almış ama hiçbirisi ev sahibelerinin yokluğunda eğlence yapmaya karar vermiş olamazdı. Özellikle de salonda. Katı kâhya böyle bir olaya asla izin vermezdi. O halde soru hâlâ geçerliydi: Salonda kim vardı?

Bunun kendisini ilgilendirmediğine karar vererek evin arkasına açılan kapıyı araladı ve ses çıkarmadığından emin olarak dikkatli bir şekilde kapadı.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Aşkın Renkleri

Editor

Lanetli Sevgili

Editor

Kır Zincirlerini

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası